Sosyal medya savaştan çok gazetecileri konuştu! Gazetecilerin haberin öznesi olması doğru mu?

Gazetecilik ilkeleri bize şöyle der: “Gazeteciler olayların tarafı değil tanığıdırlar, görevleri kamuoyuna bilgi aktarmak ve tarihe not düşmektir…”

Sosyal medyada son günlerde Rusya-Ukrayna savaşından çok, savaş bölgesine giden gazeteciler konuşuldu. İki tanınmış gazeteci haberciliklerinden çok giydikleriyle, tavırlarıyla ve söyledikleriyle sosyal medyanın diline dolandılar. Bir anlamda, takip ettikleri haberin öznesi oldular.

Kim mi onlar?

Elbette Nagehan Alçı ve İsmail Saymaz’dan bahsediyoruz…

Habertürk yazarı Nagehan Alçı’nın Kiev’de eski Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile yaptığı röportajda askeri kamuflaj giymesi, yaptığı röportajdan çok daha fazla konuşuldu. Alçı kendisini “Üşüdüğüm için giydim” diyerek savunsa da, sosyal medyada başta gazeteciler olmak üzere çok sayıda kişinin eleştirisine maruz kaldı.  

Haksız da değillerdi…

Çünkü savaş bölgelerinde görev yapan gazetecilerin taraflardan birini temsil eden kıyafetler giymeleri ve semboller taşımaları son derece yanlıştı. Zira bu onları hem taraf hem de hedef haline getiriyordu.

Her şey bir yana, pek çok kişi savaş muhabirliği alanında uzmanlığı ve eğitimi olmayan bir gazetecinin çatışma bölgesine gitmesini pek anlayamadı. Çünkü sırf Poroşenko ile röportaj yapmak, ateş hattının ortasındaki bir yere gitmek için tutarlı bir gerekçe gibi durmuyor.

Doğrusu insan merak ediyor…

Nagehan Alçı acaba hangi duygularla savaş bölgesine gitmeye karar vermişti?

Amacı üstün habercilik tecrübesini konuşturmak mıydı, yoksa durumdan vazife çıkarmak mıydı?

Bu tür olağanüstü zamanlarda kimi gazetecilerin yeteneklerini sahada, kimilerinin de Twitter’da konuşturduğunu biliyoruz. Acaba Nagehan Alçı da klavye başına mahkum olmadığını düşünüp, savaş alanından bildirmeyi mi tercih etmişti?

Acaba bir anlık heyecana kapılıp, “Ben de orada olmalıyım, bu savaşa ben de not düşmeliyim” mi demişti?

Ki, demiş olması da muhtemel…

Şahsen bu konuda Nagehan Alçı’nın iç sesinin kendisine neler söylediğini anlayabilmeyi çok isterdim.

Acaba “Ben bu kamuflajı giyersem başıma bir şey gelir mi” diye kendi kendine hiç sordu mu?

Acaba “Sosyal medyada eleştiri konusu olabilir miyim” diye hiç düşündü mü?

Acaba “Neden yaptığım röportajdan çok, giydiğim üniforma konuşuldu” diye hiç kendisini sorguladı mı?

ALÇI GİBİ SAYMAZ DA SOSYAL MEDYA MALZEMESİ OLDU…

Gelelim sosyal medyanın diline dolanan bir başka gazeteciye…  

Halk TV programcısı İsmail Saymaz da alışılageldik gazetecilik tarzının aksine savaşı takip için Ukrayna’daydı…  

“Alışılageldik” diyorum, çünkü kendisi daha çok siyasi haberlerle özdeşleşmişti de ondan…

Bu vesileyle gördük ki, meğer İsmail Saymaz’ın içinde de bir savaş muhabiri varmış…  

Gerek telefonuyla yaptığı çekimlerle, gerekse de kendisine bağlanıldığında anlattıklarıyla aslında hiç de fena işler yapmadı. Ta ki Romanya sınırındaki Ukraynalı göçmenlerin çadırlarına girene dek…

Göçmen çadırlarına elinde telefonla yaptığı ani giriş hiç de yakışık almadı. Hal böyle olunca sosyal medyanın da diline düştü.

Eleştirilerin çoğunluğu doğal olarak meslektaşlarından geldi…  

Muhtemeldir ki, Saymaz da Alçı gibi depreşen gazetecilik heyecanına yenik düşmüştü. Bu yüzden de haber-haberci ilişkisinin nasıl yürütüleceği konusundaki ilkeleri uygulamamıştı. Zira gazetecilik ilkeleri gereği, kişiler izinleri olmadan asla görüntülenemez ve özel alanlarına girilemez.

Bunun yanı sıra geçmişte İsmail Saymaz’ın, sosyal medyada Suriye’den ülkemize gelen insanlar için “göçmen”, Ukraynalılar için de “mülteci” tanımını kullanması bir başka eleştiri konusuydu… Yeni Akit gibi iktidara yakın medya organları ve sosyal medya hesapları haklı olarak bu durumu eleştirdiler.

Şimdi de gelelim İsmail Saymaz’ın iktidar medyasındaki istem dışı şöhretine…

Belki de işin nereye varacağını kestirseydi öyle konuşmazdı ama Saymaz’ın Ukrayna izlenimlerini aktarırken Halk TV’de Bayraktar SİHA’ları ile ilgili söyledikleri, iktidara yakın cenahta bir hayli karşılık buldu. Saymaz’ı karşı mahallede şöhret yapan şey ise yayında sarf ettiği "Türk olduğumuzu duyunca 'Bayraktar' diyorlar. Ben bunu ülkemizdeki iktidar yanlısı medyanın büyüttüğünü düşünüyordum" şeklindeki sözleriydi. Yenişafak gazetesi başta olmak üzere iktidara yakın medyanın sosyal medya hesapları bunu görmezden gelemedi. İşaret fişeğinin çakılmasıyla Saymaz’ın videosu trol hesaplarda viral olarak yayıldı.

Saymaz bu durumla ilgili olarak “reklamın iyisi kötüsü olmaz” diye mi düşünüyordur bilinmez ama bilinen tek şey, herkesin kimin nerede durduğunu bilmesi…

BU İKİ OLAYDAN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Peki, bu iki gazeteci ve iki olayla ilgili olarak ne gibi bir çıkarımda bulunmalıyız?

Gazetecilik ilkeleri bize şöyle der:

“Gazeteciler olayların tarafı değil tanığıdırlar, görevleri kamuoyuna bilgi aktarmak ve tarihe not düşmektir…”

Aslında bu ilkeler bir yandan dolaylı olarak “haberini yap ama haber olma!” diyor…

Oysa bu iki gazeteci, bilerek ya da bilmeyerek de olsa yaptıkları haberin öznesi oldular.

Üstelik bir çatışma bölgesinde görev yaptıkları bilincinden uzaklaşarak…

Dahası, savaş takip eden gazetecilerin görev ve sorumluluklarının, diğer gazetecilerin sorumluluklarının toplamından daha fazla olduğunu unutarak.

Gazetecilik ilkeleri bir yana, esas unuttukları şey neydi biliyor musunuz?

Sosyal medya…

Eğer iki tanınmış gazeteci en küçük şeyin bile sosyal medyada fırtınalar estireceğini kestiremediyse, orası da artık kendi bilecekleri bir konu…