Son dakikalar ülkesinde diken üstünde yaşamak… Haber kanalları gerginlik mi pompalıyor?

Medyaradar yazarı Bülent Biricik, İsrail-Hamas savaşının ekranlara yansıma biçimini eleştirerek, "Normal yayın akışını kesip 24 saat savaşla yatıp kalkmak Türk insanına haksızlık değil mi?" sorusunu yöneltti.

İsrail-Hamas savaşı başladı, medyanın kötü huyları yine depreşti.

Özellikle haber kanalları, her zamanki gibi bu huyların en belirgin görüldüğü medya organları oldu.

“Neymiş bu kötü huylar?” diye merak etmişsinizdir. Hemen söyleyeyim…

Abartma, abanma, tepinme ve öykünme… 

Çok değil daha 1 yıl kadar önce Rusya-Ukrayna savaşını evimizin içinde bulmuş, bu savaşı Ruslardan ve Ukraynalılardan fazla dert edinmiştik. Kuşkusuz, bunu savaşan ülkelerin TV kanallarından daha çok savaş meraklısı olan haber kanallarına borçluyduk. Son dakikalarıyla, canlı bağlantılarıyla, tartışma programlarıyla, kısacası tüm yayınlarla savaşı iliklerimize kadar hissettik.

Medyamız bu savaşı o kadar içselleştirdi ki, bir anda kendimizi savaşın tarafı ülkelerden biriymiş gibi hissetmeye başladık. Gerim gerim gerildik, günlerce, diken üstünde yaşadık.

Gazze savaşıyla tarih yine tekerrür etti.

Ekranlar yine kıpkırmızı…

“Son dakika”lar, “son durum”lar, “sıcak gelişme”ler, “yeni görüntü”ler ve daha niceleri… Hepsi de tüm şatafatıyla “gör beni” diye bağırıyor. Olanca gücüyle algılarımıza hitap ediyor.

Önemli gelişmeleri duyurmak elbette haber kanallarının görevi… Ancak bu savaşta da dozu aştılar. Yine fazlasıyla abarttılar.

Uluslararası haber kanalları ile bölge ülkelerinin haber kanalları bile konuya yeteri kadar yer verirken, ülkemizdeki kanallar tüm yayınlarıyla savaşın üzerinde tepiniyorlar da tepiniyorlar. Yayın akışlarını değiştirdikleri için neredeyse başka hiçbir konuya yer vermiyorlar.

Ne kadar gereklidir bilmem ama sayelerinde Gazze’ye düşen bombaların sayısından, İsrail’in demir kubbesinin yok ettiği roket sayılarına dek pek çok detayı da öğreniyoruz.

İsrail’in Filistin’in caddelerini, sokaklarını, mahalle, hastane ve okullarını, onların isimlerini, yerlerini ezberliyoruz.

Bitmedi…

Yine haber kanallarının sayesinde  “Kaç tane cami-kilise yıkıldı?”, “kaç yardım kamyonu sınırı geçti?” gibi birçok bilmemiz ya da bilmememiz gereken konulara da vakıf oluyoruz.

Her şey anlık olarak evlerimizin içine giriyor. 24 saat canlı canlı savaş izliyoruz. Bir kanal bir konuyu “son dakika” diye duyuruyor. Bir bakmışsınız diğer kanallar da sürü psikolojisiyle hemen o konuyu son dakika vermiş.

Bazen öyle şeyler “son dakika” diye veriliyor ki…

Bir süre sonra ekrandaki “son dakika”lar rutininiz oluyor. Bir süre sonra önemsizleşiyor.

Kırmızı renkli son dakika bantlarında birbirinin aynısı son dakika bilgilerini görünce insan ister istemez düşünüyor…

Acaba haber kanalları birbirine mi öykünüyor?

Bir tek ben mi böyle düşünüyorum bilmem ama…

Sizce de tüm bunlar biraz fazla değil mi?

Normal yayın akışını kesip 24 saat savaşla yatıp kalkmak Türk insanına haksızlık değil mi?

Gelelim şu uzman konuklar meselesine…

Olağanüstü dönemlerde ekranlarda konuk olan uzman konuklar meselesiyle ilgili daha önce yazılıp çizildi. Kanallar uzmanlığı olsun ya da olmasın bu konukları adeta dolgu malzemesi olarak kullanıyorlar.

Kanal yöneticileri muhtemelen, “Aman ekran boş kalmasın!”, diye düşünüyor olacak, ekranlar hem gündüz hem de gece yorumcu istilasına uğruyor. 

Bugün akşam x kanalında izlediğimiz uzmanı, ertesi sabah y kanalında, bir sonraki gün z kanalında izliyoruz. Bu döngü böylece sayıları bir elin parmakları kadar olan uzman konuklar üzerinden devam edip gidiyor.

Peki, bu uzman konuklar x kanalında farklı, y ve z kanalında farklı şeyler mi anlatıyor?

Tabii ki hayır!

Öyleyse birisi bana bu uzman konukların çıktığı programları izlemem için bir sebep söylesin! Söylesin ki, sabah akşam oturup onları izleyeyim. İzleyeyim ki feyz alayım…

Aynı adamlar kanal kanal geziyor. TV Kanalları da onlardan birisini ikna edip kanalına getirebilmek için ter döküyor. Üstelik birçoğu da ücreti karşılığında ekrana çıkıyor.

Emekli askerleri bilmem ama ilgisiz kişilerin ellerinde çubuklarla haritada savaşı anlatmaları pek bir tuhaf duruyor.

Savaşı bölgeden takip eden muhabirler konusuna da girmeden olmaz.

Birçoğu büyük bir özveriyle gelişmeleri izleyicilere aktarıyorlar. Tepelerinde bombalar patlarken hem kendilerini korumaya, hem de görevlerini yapmaya çalışıyorlar.

Ancak bazı tuhaflıklar ekranda gözlerden kaçmıyor.

Örneğin, İsrail caddelerinden canlı yayın yapan muhabirlerin, başlarında miğferle yaptıkları gergin ve heyecanlı anonslar pek bir sırıtıyor. Zira o sırada arkalarından sakin bir şekilde yürüyüş yapan, bisiklete binen insanlar geçiyor.

Bölgeden yayın yapan bazı muhabirlerin tavırları ise kendi kişisel kariyeri için savaşı fırsat bildiğini düşündürüyor. Zira ekranda hareketleri ve konuşmaları o izlenimi veriyor. Umarım yanlış anlıyoruzdur. Yoksa savaş, mesleki kariyerin düşünüleceği en son yerdir.

Bu savaşta bir kez daha gördük ki, haber kanalları olağanüstü hallerde kötü sınav veriyor. Yayınlarda denge unsurunu kuramadıkları gibi hep birbirlerine benzemeye çalışıyor. Mevcut şartlarda zaten zor koşullarda yaşayan Türk insanı, savaş ve felaketler gibi olağanüstü durumlarda diken üstünde yaşıyor.

Daha önce de altığı çizdiğim gibi, haber kanalları bilgi vermek ile bilgi bombardımanı arasındaki denge unsurunu bir türlü koruyamıyor. Durum böyle olunca da topluma sürekli gerginlik pompalıyor.

Bunun sebebi olarak ise maalesef kanallar arasında yaşanan rekabet ön plana çıkıyor.

Oysa böyle dönemlerde izleyiciyi bilgi bombardımana tutmak yerine sadece bilgi vermek yetiyor.

Çünkü olayların üzerinde tepinmek, bir haberi daha fazla “haber”, bir gerçeği de daha fazla “gerçek” yapmaz.

Yapılan şeyin adı olsa olsa “toplumu germek” olur.