Herkes bu sorunun yanıtını merak ediyor… Medya da halkla helalleşecek mi?

Bu ülke onlardan sadece gazetecilik beklerken, bugüne dek yapmadıkları gazeteciliğin hesabını acaba nasıl verecekler?

Bir helalleşmedir aldı başını gidiyor… İktidar da muhalefet de, küstürdükleri farklı kesimlerin gönlünü almak için mütemadiyen helalleşme turları düzenliyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme seansının yankıları neredeyse tükenmeye yüz tutmuşken, bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan Adıyamanlı depremzedelerden helallik istedi. Erdoğan, "Adıyaman’da depremin ardından ilk birkaç gün istediğimiz çalışmaları yapamadık. Bu yüzden sizden helallik istiyorum” ifadelerini kullandı.

Evet, özür dilemek bir erdemdir, ancak özre konu olan o hatayı hiç yapmamak daha büyük bir erdemdir.  Yani helallik isteyince tüm günahlar affolmuyor. Hele söz konusu olan masum insanların hayatıysa…

Siyasilerin toplumun çeşitli kesimlerinden helallik istemesi, “hata yapıldığının farkına varılması” anlamında hiç şüphesiz yine de değerli… Bunu da kamuoyuna değişik ortamlarda zaten deklare ediyorlar. Yani siyasiler bir nevi “günah çıkarma seansı” ile üzerlerine düşeni kısmen yapmış oluyorlar.

Peki ya medya?

Bu ülke onlardan sadece gazetecilik beklerken, bugüne dek yapmadıkları gazeteciliğin hesabını acaba nasıl verecekler?

Algı yönetimi, manipülasyon, dezenformasyon ve halka sırtını dönme gibi günahlar için acaba gün gelip helallik isteyecekler mi?

Helallik isteseler bile, her daim yönetenlerin yanında mevzilenen medyanın bu talebi halkın nezdinde kabul görecek mi?

Bu soruların yanıtları şimdilik bilinmiyor.

Belki de tüm bunlar medya düzeninin kuralsızlığından kaynaklanıyor. Neredeyse tüm mesleklerde bulunan standartların ve mesleki disiplinin medyada bulunmayışından…

Hangi mesleğe bakarsanız bakın görevini kötüye kullanmanın ve yanlış yapmanın mutlaka bir takım cezai yaptırımlara tabi olduğunu görürsünüz. Örneğin; mühendisler, avukatlar, eczacılar, doktorlar ve daha peç çok meslek erbapları, işledikleri bazı suçlardan dolayı “yazılı uyarı cezası”, “para cezası”, “meslek uygulamasının yasaklanması cezası”, “birlikten, cemiyetten, odadan ihraç” gibi farklı isimler altında cezai uygulamalara tabi tutulmaktadırlar.

Peki ya gazeteciler?

Yazdığı köşe yazısıyla algı yönetimi yaptığı için kınama cezası olan bir gazetecinin varlığını bugüne dek belki duymamış bile olabilirsiniz. Ya da dezenformasyon yapan bir gazetecinin meslekten çıkarıldığını… Veya manipülasyon içeren haberi nedeniyle birlikten (cemiyetten) çıkarılan herhangi bir gazeteciyi…

Öyle ya, kim kınayacak, kim çıkaracak?

Gazeteciler Cemiyeti mi, Basın Konseyi mi, ya da bir başkası mı?

Diyelim ki bu kurumlardan birisi kınadı… O birilerinin kınadığı gazeteci, diğer yandan başkaları tarafından ödüllendiriliyor bile olabilir.

Ayrıca medyada sistem öyle diğer mesleklerdeki gibi çalışmıyor. Cezalandırmalar da mesleki örgütler tarafından yapılmayıp doğrudan savcılıklarının talebiyle gerçekleştiriliyor. Yalan yanlış bilgilerle yazılan haber ya da köşe yazıları kudretli birilerinin hoşuna gittiği için bir şekilde ödüllendiriliyor. Hoşa gitmeyen haber ve yazıların sahipleri ise Silivri’ye gidecek olduklarından adaya kısa süreliğine veda ediyor.

Bunun anlamı aslında şu…

Bir gazetecinin gerçek anlamda gazeteci olduğuna, ona basın kartını veren devlet, yani İletişim Başkanlığı karar veriyor, hata yaptığında ise onun cezalandırılmasını yine devlet yapıyor. Lakin bu gazetecilerin maaşını özel sektör ödüyor.  Böylelikle basın meslek örgütleri, ne o kişinin gazeteciliğinin tasdikinde, ne de cezalandırılmasında rol almış oluyor.

Durum böyle olunca gazeteciler “devlete göbek bağıyla bağlı özel sektör çalışanları” kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Onların bağlı olduğu yapıya da “bağımsız medya” ya da “özgür basın” gibi isimler veriliyor.

Toparlayacak olursak… Medyanın büyük bölümü, gerek kurumlar bazında gerekse bireyler bazında günaha batmış durumda. Mesleki anlamda caydırıcı disiplin kurallarının olmayışı ise “yapanın yanına kar kaldığı bir gazeteci hoyratlığını” doğuruyor.

Bu hoyratlıkların en nadide örneklerini hiç şüphesiz yaşadığımız deprem felaketinde gördük. Halkın canını kurtaran medyadan ziyade, iktidar güzellemesi yapan bir medya vardı depremde.

Bu yüzden de medya o kadar günahkâr ki, sabah-akşam bu halktan helallik istese yine azdır.

BÜLENT BİRİCİK