Medya
27 Ağu 2011 11:54 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:44

TSK LİDERLİĞİ NEDEN VE NASIL ÇÖKTÜ?

Askerin egemenliği bitti mi, bu bir kurumsal çöküş mü tartışmaları yapılırken Koşaner'in internette ortaya çıkan son ses kaydı bu durumu ne kadar izah ediyor?

İşte Radikal yazarı Oral Çalışlar’ın, askerin liderliğinin nasıl çöktüğüne ilişkin çarpıcı analizi...

TSK liderliği neden ve nasıl çöktü?

Müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in ordunun zaaflarını dile getiren konuşmaları, uzun süredir tartışılmakta olan bir durumu netleştiriyor: TSK liderliği çökmüştür. Acı ama gerçek durum budur. Bu tablo, Türkiye tarihinin son yüz yılındaki en büyük kurumsal çöküş olarak değerlendirilebilir.
Ordu komutanlarının kişisel zaaflarının çok ötesinde bir kurumsal liderlik krizinin söz konusu olduğu açık. TSK, elbette bu hale kısa sürede gelmedi. Bir yakın arka plan var, bir de daha derinlikli tarihsel arka plan. 1946’da başlayan çok partili parlamenter rejime TSK bir türlü alışamadı. TSK tek parti rejimine ve komutanların yönettiği bir ülkeye göre örgütlenmiş, ona göre kurumsallaşmış, ona göre bir eğitim ve kültür edinmişti. 1950 yılında ilk kez komutan olmayan bir cumhurbaşkanı seçildi. Asker bunu içine sindiremedi. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve anayasası yeni bir sürecin kapısını araladı. TSK her on yılda bir darbe yapma alışkanlığı edindi. Her darbeyle birlikte siyasetin içine biraz daha yerleşti. Kendilerini yüksek duvarların arkasına çekenler, ‘kadiri mutlak’ bir güç haline gelme hissinin keyfini çıkardılar. Kendilerini bütün dünyanın kaderini etkileyebilecek bir önemde görme eğilimine kapıldılar, bu algıyı topluma da empoze ettiler.

Mutlak iktidar, mutlaka çürüme

İngiliz tarihçi ve ahlakçı John Emerich Edward Dalberg Acton (1804-1902) 1887 yılında Papaz Mandell Creighton’a yazdığı mektupta şunları söylemişti: “İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlak surette çürütür.”  TSK son 50 yılda bunun olabilecek en açık örneğini yaşadı.
Bütçelerini, atama ve terfilerini bağımsızlaştırdılar. “Gerçek devlet benim” ruh hali içinde kendilerini toplumdan tecrit ettiler. Güneydoğu’daki savaş  ortamı, onları iyice güçlendirdi. Askeri öğrenciler ve genç subaylar, siyasetçi düşmanı bir kültürle yetiştirildiler, halkı küçümsediler, seçimlere inanmadılar, küresel değişimleri, gelişen yeni ekonomileri, kültürlerin etkileşimini anlamak yerine dünyayı büyük bir garnizon olarak algılamayı ve kendilerini dünyanın merkezinde görmeyi tercih ettiler.
Dünyadaki bütün yeniliklerin kendilerine yönelik tehdit olduğunu düşündüler. Vizyonlarını kısıtlı tutmaktan asla vazgeçmediler.Bu değişim karşıtı ruh halini, toplumun bir kesimine de yoğun şekilde yaydılar. Değişim korkusu, militarizmi sürekli besledi.

Çürümenin tarihsel arka planı

‘Tarihsel süreç’i 1908 İkinci Meşrutiyet dönemindeki İttihat Terakki iktidarından da başlatabiliriz, daha gerilerden de.
Osmanlı’nın Batı karşısında gerilemeye ve yenilmeye başlamasıyla imparatorluk içindeki arayışlar Batı’ya yöneldi. 1789 Fransız İhtilali ve Fransız usulü otoriter modernleşme, İttihatçı Osmanlı aydınlarının rehberi haline geldi.
Ulus devlet kurulurken de bu anlayış egemen oldu. Bu anlayış aynı zamanda o dönemdeki Sovyet devrimiyle paralel yürüdü. Kendileri de birer Jakoben olan Sovyet ihtilalcileriyle aynı düzlemde bir yol izlediler. ‘Halkın bir öncü parti tarafından adam edilmesi’ bu kuruluş felsefesinin ana temasıydı. ‘Öncü parti’ (CHP), orduya ve komutanlara dayanarak ülkeye kendi kodlarını (iktidarda olmadığı dönemlerde de) neredeyse kesintisiz şekilde empoze etti.
Ordunun gücüyle büyüyen bürokrasi, burjuvazi, medya ve bunların oluşturduğu elit blok, egemenlik alanını giderek artan bir hızla genişletti ve Türkiye’nin modernleşme yolculuğunu kendi mutlak tekelinde görmeye başladı. Bu iktidar, ilk şaşkınlığını Güneydoğu’da yaşadı. Eski alışkanlıkla, ‘dağda yaşayan, ayakları kart kurt sesi çıkaran Türkler’ diye yok saydıkları Kürtlerin kimlik talebini bastıramadılar. Bir yandan da seçimle gelmiş iktidarları silah tehdidiyle ‘yola getirme’ faaliyetlerine odaklanıyorlardı. Başarısızlıklar, darbe girişimlerini yoğunlaştırdı. Bir dönem bitti. Sorun burada. Bu bitişi algılayamayan komuta kademesi, Işık Koşaner’in itiraf ettiği çöküşü yaşıyor...