Medya
29 Ağu 2013 19:09 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:37

SAVAŞ BİTTİĞİNDE KİMİ ÖLÜ SAYAR KİMİ PARA!

Suriye ile savaşmaya hazır mıyız? Kamuoyu onaylıyor mu? Savaş bittiğinde ve Batı orduları gittiğinde bize ne olacak? Murat Tolga Şen yazıyor.

Adına “bilgi bombardımanı” dedikleri şey var ya hani, yaşadığımız günlerden fena alışık olduğumuz. Her yerden bir ses, bir yazı… Meseleye hakim olayım derken detaylar bataklığında boğulup anlamaktan uzaklaşıyoruz ve en zeki olanlarımız bile bu şekilde manipüle edilmeye açık.

Yazıya iliştirdiğim fotoğraf Irak savaşından. Kitle imha silahı aramaya gidip çil çil altınlar bulan Coninin gözlerindeki mutluluk ibret verici!

Malum, şimdi de sınır komşumuz Suriye üzerinde savaş rüzgarları esiyor. Batı orduları bir kez daha özgürlük ve demokrasi getirmek için yola çıktı, bahane aynı; Esed/Esad kendi halkına karşı kimyasal silah kullandı ve cezalandırılması gerekiyor.

Öyle mi gerçekten? Batı bu kadar iyi, doğu bu kadar zalim mi ve biz neredeyiz?

Batılı ülkeler iki büyük dünya savaşından sonra dünyanın gerisini ekonomik olarak sömürmenin daha karlı ve daha kansız olacağına kanaat getirdiğinden beri bir yerlere demokrasi götürüyor, getiriyor. Adeta pizza servisi yapar gibi. Çağır, gelsin “30 dakikada kapında”. Oysa bahanelerinden sıyrıldığı vakit görünen çıplak gerçek o kadar farklı ki!

Sanırım sistem tam olarak şu şekilde işliyor;

İlk aşama tohumlama: senin toprağın olmayan bereketli yerlerde diktatörler yaratırsın, elindeki güçlü silah sanayiinin köhneleşmiş kısmı bu diktatörün kendi monarşisini kurması için yeterli olacaktır.

Daha sonra çimlenme ve büyüme sürecine geçilir. Diktatörü ve ailesini bir süre rahat bırakırsın, onlar da senin sağladığın imkanlarla halkı ve ülkeyi iliğine kadar sömürür ve tüm zenginliği kendi çevresinde toplar.

Son aşamada artık dikilip büyüyeni biçme zamanı gelmiştir. Diktatör ülkesini sömürüp semirirken itiraz eden yurtseverler olur elbette. O da mecburen, bazen de tercihen, iyice zorbalaşır ve sonra sen, ’insanlığı’ bahane ederek, asıl güçlü silahlarınla ve ordunla ülkeye girip diktatörü devirirsin, tüm o zenginliğe el koyar, ülkene taşırsın! Canın isterse bunu çokuluslu bir partiye bile çevirebilirsin. Oyuncuların hepsi gelişmiş ülkelerdir elbette. Üstelik bütün bunları yaparken yıllardır ezilmiş olan ülke halkı da alkışlar seni, avuçları patlarcasına...

Sonra ne olur? Ne olacak! Onlar ölülerini gömerken sen paralarını sayarsın. Ardında ipleri elinde başka bir canavar bırakır ve her şeyi kendine almaya devam edersin. Savaş en kanlı ve karlı ticarettir.

Savaşlar olmadan İmparatorluklar kurulamazdı, şimdi de batılı çocuklar obez gıdalarıyla beslenip kaykay parklarında takılsınlar, kask kameralarıyla havalı outdoor videoları çeksinler ya da eliyle apış arasını tutmadan şarkı söyleyemeyen Disney bebelerini dinleyerek coşsunlar diye doğunun kara çocuklarının ölmesi gerek.

Ölüyorlar da… Rüyalara bile girmeyen hayaletler gibi gidiyorlar.

Peki, bu ahval ve şerait altında biz ne yapıyoruz? Doğu ile batı arasındaki köprüyüz güya… Biz nedense bu kez öldürmek için hepsinden hevesliyiz. “Biz de gelelim n’olur yaa” yalvarışları içinde savaş çıkmasını bekliyoruz. Tuhaf bir ülke olduk çıktık. Mısır’da öldürülen Müslümanlara ağlayıp Suriye’ye Müslüman öldürmeye gidenlerin peşine takılıyoruz. Neden? Belki de Başbakan ve yanındakiler her “Müslüman” dediğinde biz onu “Sünni” olarak anlamalıyız! Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti apaçık mezhepçilik mi yapıyor?

En son bizi ilgilendirmeyen bir savaşa girdiğimizde takvim 17 Eylül 1950’yi gösteriyordu. Sözler ve vaatler yüzünden 5090 yoksul Anadolu insanı 7.000 KM ötede savaştı. Soğukta, karanlıkta, en ön cephede, Conilerin kaçışını kolaylaştırmak için Kunu-ri’de süngü savaşına çıktı. 5000 canın 721’i şehit düştü, 2.147’si yaralandı, 346’sı hasta oldu, 234’ü esir… 175’inin ölüsüne dirisine bile ulaşılamadı, kayıp dendi!

Suriye’de savaş çıkabilir ama bu bizim savaşımız değil.  "Ağlamasın!" denilen Anadolu anaları çocuklarını başkasının toprağında düşsün diye değil, okusun büyük adam olsun, kendi topraklarını ekip biçsin, çocuklarına analık babalık yapsın diye doğuruyor.

Peki, savaş bittiğinde ve Batı’nın orduları gittiğinde bize ne olacak? Yeni Osmanlı rüyaları görmeyin boşuna, öyle bir ihtimal yok artık bu coğrafyada... 

Son söz; istikbalimizi kimseye ipoteklemiyoruz. Ülkeyi bizim vekaletimizle idare edenlerin dikkatine!

MURAT TOLGA ŞEN / murattolga@gmail.com