Medya
21 Tem 2010 08:03 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:28

MEHMET ALİ BİRAND VE SELAHATTİN DUMAN'A ''HANUTÇU'' SUÇLAMASI!

'Hanut geziler' gazetecilerin abartarak sömürdükleri bir alana dönüşüyor medyada.

Ne yazık ki pek çok konuda doz aşımı olduğu gibi, ’hanut geziler’ gazetecilerin abartarak sömürdükleri bir alana dönüşüyor medyada. Bazı firmaların ürün lansmanı, basın toplantısı ya da tesis tanımak gibi sebeplerle gazetecileri bir yerden bir yere götürmesine toptan karşı değilim.

Amerikan basınında olduğu gibi bu gibi haberlerin altına mutlaka ’Bu gezinin masrafları X firması tarafından karşılanmıştır’ gibi bir ifade konulduğu sürece bir sorun yok. Okura karşı dürüst olmalıyız. Dahası, bu seyahatin tamamen haber amaçlı olduğuna da ikna etmeliyiz karşımızdakileri.

Bizdeki ’hanut geziler’ ise bırakın haberi, firmaların bedava reklamları karşılığında gazetecileri tatile göndermesine dönüştü. Bazen yarım saatlik göstermelik bir etkinlik karşılığında üç-dört gün lüks otellerde seyahat kapabiliyor hanutçu gazeteciler. Son zamanlarda bahaneye de gerek kalmadı, bir halkla ilişkilerci düpedüz ’tatile’ çağırıyor.

İşi öyle bir yere getirdiler ki ben artık her gezi yazısına kuşkuyla bakmaya başladım. Bu yüzden de kendi köşeme ’hanut değil alınteri’ notu düşmek zorunda kaldım; başkalarından da böyle açıklamalar bekler oldum.

Geçenlerde Mehmet Ali Birand (Posta) ve Selahattin Duman’ın (Vatan) köşelerinde son zamanların en ’pahalı’ hanut gezilerinden birinin ayrıntılarını okudum. Bir gazlı içecek firmasının davetlisi olarak Güney Afrika’ya çağrılıyorlar.

Birand, yanına oğlunu da alıyor. Ardından bir hafta boyunca Güney Afrika’yı yazıyor. Önceki günkü yazısı ise baştan aşağı o içecek firmasının reklamıyla doluydu. Herhalde yazıda firmanın adı 30 kere geçmiştir.

Bu gezide Türkiye’nin en zengin işadamları da var. Hüsnü Özyeğin’den Tuncay Özilhan’a... Hiçbirinin bir içecek firmasının hanutuna elbette ihtiyaçları yok; iş dünyasında bu gibi seyahatler normal ve anlaşılır... İçecek firmasının da ağırladığı işadamlarından bir çıkarı, bir beklentisi yok.
Tabii şirketleri olan ve çeşitli firmalara tanıtım, halkla ilişkiler hizmetleri veren Birand’ı ’işadamı’ olarak da davet ettilerse bir şey diyemem... Ancak o da ’işadamı’ olarak gittiği gezinin ’gazeteci’ olarak reklamını yaptığı için yine ortada çarpık bir durum var.

Ne yazık ki mesleğimizin gazetecilerin ellerini kollarını sallayarak, akıllarına geldiği gibi davranmalarını engelleyen katı etik kuralları var. Gazetecilik pek çok şeyle beraber hanuttan feragat etmeyi de şart koşuyor. Bir gazetecinin bağımsızlığı bir partinin, bir şirketin, bir işadamının onu ağırlaması, bedavaya bir yerlere götürmesi karşılığında satın alınmasın diye bu kurallar konmuş.

İçecek firmasının sunduğu program hakikaten de cazip. Her şey bir yana gazeteciye bir ’aidiyet’ sunuyor bu gezi. Türkiye’nin en zengin işadamlarıyla bir arada, denk olma fırsatı işte. Patronlar kulübüne bir tür ’free pass’ bir anda. Paranın satın alamayacağı bir fırsat. Kuşkusuz, kendisini mesleğinin krema tabakası arasında gören gazetecinin gözünün kamaşacağı, hoşuna gideceği bir seyahat...

Ama gazetecilik bu göz kamaşmasını, heyecanı da törpülemeyi, iştahı dizginlemeyi şart koşuyor.

İçecek firmasının yapmak istediği medya elitiyle iş dünyasını buluşturmak. Davet edilen gazetecilerin neredeyse hiçbirinin hanuta ihtiyacı yok, hiçbirinin parasında gözüm yok ama hemen hepsi hali vakti yerinde insanlar. Buna rağmen kendilerini ’bedava ağırlanan’ konumuna nasıl düşürebiliyorlar, nasıl buna izin veriyorlar ve ’hanut gezi’yi kabulleniyorlar aklım almıyor.
Hadi hanut gezinin ardından firmanın reklamı yapılmasa, hatta bu seyahat hiç yazılmasa belki bir derece anlaşılabilir... O da belki... Yazılıp firmadan bahsedilmese daha da kötü...

Aslında işin içinden çıkmak çok zor ama bir çözüm var.
Söz konusu içecek firması Güney Afrika’da kendi şemsiyesi altında elitleri buluşturmak istiyorsa en azından bunun gazeteci ayağından bir katılım bedeli almalıydı. Ne kadarsa... ’Bir davetimiz var, böyle isimler katılıyor, sizi de çağırıyoruz ancak 5-10 bin dolar katılım bedeli var’ gibi bir not düşmeliydi. Gazeteciler de bu elit kulübün parçası olmanın bir bedeli olduğunu bilmeliydi.

Patronlar kulübünde bir gazeteci ancak parasını kendisi verdiği sürece dimdik durabilir. 

Ayrıca her şey bir yana, arada elin cebe gitmesi iyi bir şey...
İçecek firması bence farkında değil, kendi reklamından ve sütunlardaki övgülerden çok memnun... Ama bu gazetecilere öyle bir büyük zarar verdi ki...

Hürriyet sporda geriliyor

Önceleri ligin bitmesine yordum, sonra başka gerekçeler aramaya başladım ama sonunda artık kararımı verdim: Hürriyet’in spor sayfaları giderek kötüleşiyor, farkında mısınız?
Yaz aylarında lig bitse bile transfer haberlerinden kamplara, futbolcu tatillerine ve yeni sezona dair projeksiyonlara kadar çok malzeme vardır aslında spor sayfası için.

Ama Hürriyet’in spor sayfaları yazın bile ’kış uykusunda’ ve yenilenmesi, daha da devrimci olması beklenirken giderek dinozorlaşıyor, sıkıcılaşıyor.
Kimse bunu ’mahalle baskısı’ yüzünden telaffuz etmeyecek belki ama ben nedenini söyleyeyim: Çünkü Hürriyet Spor’u artık Ercan Saatçi yönetmiyor... Sevin sevmeyin, beğenin beğenmeyin, hatta benim gibi sık sık ona kızın ama hakkını teslim edin: ’Eski damat’ bu işi çok iyi kıvırmıştı. Polemikler, haberler, farklı bakış açılarıyla çok yeni ve dinamik spor sayfaları yapıyordu...

Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz. Sırf Ercan Saatçi olduğu için kabullenmediler, Ercan Saatçi kompleksini aşamadılar. Yetmedi, onun getirdiği çok genç isimleri de uzaklaştırdılar; geleceğin belki de en iyi spor yazarlarından biri olacak Kaan Koç’un yazılarını kestiler mesela...
Şimdi eski sıkıcı sayfalarla, aynı tükenmiş anlayışla yapsınlar. Ama olan basına oluyor. Kural değişmez; sektör lideri yerinde saymaya başlayınca bütün gazeteler felakete sürüklenir.

Oray EĞİN / AKŞAM