Medya
07 Nis 2015 10:40 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:27

Ahmet Kekeç Can Dündar'a fena yüklendi! "Sen hala konuşuyor musun?"

Star yazarı Ahmet Kekeç "Fakat böylesini görmedim" diyerek Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar için açtı ağzını yumdu gözünü.

"Nasıl bir ülkede yaşadığımı, kırılganlıkların hangi koşullarda ortaya çıktığını bildiğim için, artık hiçbir şey şaşırtmıyor beni" diyen Ahmet Kekeç, bugün köşesinde  “insani” olan her tutumun, her kırılmanın, her dönüşümün kendi içinde tolere edilebileceğini, tolere edilmesi gerektiğini düşünüyorum" yazdı yazmasına, ama hemen ardından "Fakat böylesini görmedim" diyerek Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar için açtı ağzını yumdu gözünü. 

İşte Ahmet Kekeç'in yazısından çarpıcı bölümler:

BİR İNSAN DEĞİL BİR KARAKTER

Bir “insan”dan değil, bir “karakter”den söz ediyoruz çünkü.

Bu “karakter”in ismi Can Dündar...

İçli, romantik, bizi duyarlıklardan duyarlıklara sürükleyen buğulu ses tonuyla dünyamızda yer edinmiş bu “karakter”in içinde, türü belirsiz bir “varlık” gizliymiş.

İnsan, “yalancılığı” tescil edildiğinde, utanır, üzülür, ne bileyim, durumu toparlamaya çalışır.
Bu “karakter”in pervası yok. Utanması da yok...

Herhangi bir hassa geliştirmiyor. “Yalan söyledim, özür dilerim” demiyor...

GÖZÜMÜZE BAKA BAKA YALAN SÖYLÜYORDU

Bir vakitler (yakın bir zamanda yani), 12 Eylül’deki “faşizan” rejime karşı yazılar yazdığı, haberler yaptığı ödüller aldığını söylemişti. Hangi haberi için hangi ödülü aldığını sormuştum. Çünkü gözümüze baka baka yalan söylüyordu. 12 Eylül’ün faşizan rejimi hüküm sürerken, ortalıkta “Can Dündar” diye bir gazeteci yoktu. Sonradan aldığı ödüllerin de (bir kısmı liselerin verdiği kıytırık ödüllerdi) konuyla ilgisi yoktu.

Bunu hatırlatıp, hiç değilse düzeltme yapması, yalan yazdığı için kamuoyundan özür dilemesi gerektiğini söyledim. Can Dündar ne yaptı, biliyor musunuz? “Yalancılığını” tescilleyen yazımı blogunda yayınladı. Demek ki reklâmın iyisi kötüsü yokmuş.
Dünkü yazımda kısmen değinmiştim.

NEYİ YAYINLAYACAĞINA KENDİLERİ KARAR VERİRMİŞ

Başbakan Davutoğlu’nun “Terör örgütünün verdiği fotoğrafı yayınlayan gazetelerin muhabirlerine akreditasyon yasağını ben istedim” sözlerini “basın özgürlüğüne müdahale” sayan Can Dündar manşetten verip veriştirmişti.

Neyi yayınlayıp yayınlamayacaklarına kendileri karar verirmiş. Dolayısıyla, savcının şakağına tabanca dayayıp “hatıra fotoğrafı” çektiren teröristlerin görüntüsünü gazeteye koymakta bir sakınca görmemişler.

Sabah gelir gelmez Cumhuriyet gazetesine baktım, Can Dündar “verip veriştirmelerine” devam ediyor, bir taraftan da kendini savunuyor: Master tezini ODTÜ’de “terör haberlerinin medyada veriliş biçimi ve iktidar sansürü” üzerine yazmış. Bu konuda ulusal ve uluslararası literatürü taramışlığı varmış... Genelde iktidarlar, kendi kusurlarını örtbas etmek için sansür silahını kullanırlarmış. Terör meselesinde de sansürün temel amacı, onun propaganda faaliyetine engel olmaktan ziyade hükümetin beceriksizliğini örtbas etmekmiş...

HEMEN HATIRLATAYIM PİŞKİN VE ROMANTİK ŞEY..
.
Hemen hatırlatayım pişkin ve romantik şey:

Konumuz “sansür” değil...

Konumuz, “ahlak...”

Sen, terör örgütünün verdiği pornografik fotoğrafı yayınlayarak, hem örgütün propagandasını yaptın, hem de apaçık ahlak suçu işledin... Şiddetin pornografisinden söz ediyorum... Ulusal ve uluslararası literatürü taramışlığın,  sana burada ciddi bir “ahlak suçu” ve pornografik teşhir çabası bulunduğunu söylemiyorsa, bırak o kalemi.

İkincisi şu pişkin ve romantik şey...

Neden teröriste “terörist” demediğinizi gerekçelendirirken şu utanç verici savunmaya başvuruyorsun: “Bize bu tanımı neden kullanmadığımızı soranlar, Hükümet PKK ile müzakereye başladığından bu yana ‘bebek katili’ vs. benzeri sıfatlardan neden vazgeçtiklerinin hesabını vermeli önce...”

Bu mantıktan gideceksek, senin de öncelikle “Fetoş” ve benzeri sıfatlardan neden vazgeçtiğinizin hesabını vermen gerekiyor.

SİZ NEDEN FETOŞ DEMEKTEN VAZGEÇTİNİZ?

Neden vazgeçtiniz?

Bir zamanlar küçültücü ve ayıp sıfatlarla andığınız bir insanı, neden bugün birtakım ihtiram sözcükleriyle karşılıyorsunuz?

Ne oldu?

Hangi “sermaye girdisi” ahlak karşısındaki pozisyonunuzu değiştirdi?