Medya
18 Mar 2011 13:25 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:08

"YÜCE KURAN YAŞATIN DİYOR, BİZ VURUYORUZ!" NİHAT HOCA'DAN TATLISES VE BAYKAL YORUMU!

Nihat Hatipoğlu bugünkü köşesinde isim vermeden Tatlıses'e düzenlenen suikast ve Deniz Baykal'a yapılan kaset şantajını dini açıdan ele aldı.

Yüce Kuran yaşatın diyor, biz vuruyoruz


Bugünlerde ruh dünyamız hayli karışık. Etrafımızda kötü şeyler oluyor.

İnsan onurunu zedeleyen gelişmeleri endişe ile izliyoruz. Ahlaki erdemleri olan bir toplumun fertleri olarak, meydana gelen bazı olayları bir taraflara sığdıramıyoruz.
Bugünlerde vuruyoruz. Dinlemeden vuruyoruz. Konuşturmadan vuruyoruz. Diyecek sözü olanı, daha konuşmadan vuruyoruz. Kinimizi hayatımızın hedefi haline getirmişiz. Kinimizi, nefretimizi dinimizin önüne almışız. Kalemle vuruyoruz, kelamla vuruyoruz, insafsızca vuruyoruz.
Yıllarca önce olmuş bir olayın hıncını yıllar sonrasına taşıyoruz, tüfeklerle insanları tarıyoruz. Yani vuruyoruz. Siyasetçileri, geleceği olan insanları kasetlerle vuruyoruz. Zafiyeti olan insanları zayıf noktalarından vuruyoruz. Zafiyeti yoksa, zafiyeti oluşturacak birilerini kurgulayıp öylece vuruyoruz. Anlayışı vuruyoruz. Diyaloğu vuruyoruz. Barış için uzanan eli vuruyoruz.
Ülkesi için bir şeyler yapabilecek insanımızı muhalifimizdir diye açığını bulamıyorsak, çocuğuyla, çevresiyle vuruyoruz. Ya madden öldürmek veya manen öldürmek için vuruyoruz. Hizmet etmiş veya eden insanların hiçbir iyiliğine bakmadan vuruyoruz.
Kuran-ı Kerim yaşatın diyor. Biz vuruyoruz. Kuran-ı Kerim “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” buyuruyor. Biz bir filmde binlerce insanı vuruyoruz. Kuran-ı Kerim “Bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir” buyuruyor. Biz dirilenleri, hem de dikeyine toprağın derinlerine gömüyoruz.
Biz sadece kendimize Müslüman’ız; biz sadece kendimize demokratız, biz sadece kendimize özgürüz. Neticede vurmayı uyumak gibi, koşmak gibi olağan hale getiriyoruz.
Bizim helal, haram, sevap ve günah kavramlarımızda aşınmışlık var. İbadet anlayışımız çok dar bir alanda seyrediyor. Beynelmilel bir iman ve aksiyon dini olan İslam’ı, bir yerel din haline getirmeye çabalıyoruz. İslam’ı doğru anlamadığımız gibi, doğru anlayacakların önüne de bariyerler oluşturuyoruz.
Derin denizlerde balina avına çıkan zıpkın gemilerine direnen ‘doğa savaşçılarını’ izliyorsunuz. Balinaları koruyan, doğanın dengesi için savaşan bu iyi niyetli insanların içinde niçin Müslümanlar yok diye hayıflanıyorum. Belki de vardır diye ümit ediyorum. Sizce bu direnme bir ibadet değil mi? Bence bu da bir namaz kadar, bir hac kadar ibadettir.
Fok balıklarını korumak için canını dişine takan insanları gıpta ile izliyorum. O mücadele içinde keşke ben de olabilseydim diyorum.
Yeşil doğayı korumak için eylem yapan gençlerin bu eylemi bence Yüce Rabbim tarafından karşılıksız kalmaz. Ormanların içine beton blokların yerleştirilmesi sizi rahatsız etmiyorsa Müslümanlığınız, hassasiyetiniz aşınmış demektir. İnsanları namaza çağırdığımız kadar en azından apartmanımızdaki veya mahallemizdeki yetim ve yoksulların listesini çıkarıp onlara yardıma birbirimizi çağırabiliyor muyuz?
Zenginlerimiz ve refah düzeyi yüksek insanlarımız maddi açıdan alt seviyedeki insanlarımızla ne kadar ilgililer. Bir kesimimizin dostlarına ikram ettiği bir öğle yemeğine ödediği hesabın, diğer bazı ailelerin bir aylık geçimine denk olduğunu düşünebiliyor muyuz? En azından düşünebiliyor muyuz? Yoksa hiç mi aklımıza gelmedi. Yoksa hiç mi ilgilendirmedi bugüne kadar. Mısır’la, Libya’yla, Filistin’le, Hindistan’la ilgilendiğimiz kadar elbette ilgilenmeliyiz de keşke bunlara da zaman ayırabilsek.
İnancı güçlü insanımız; ateist, deist, satanist, Makyavelist ve benzeri inanç ve ahlak unsurlarına anlayışla yaklaşamaz mı? Onların sıkıntılarını, kuşkularını, çıkmazlarını anlamak için gayret göstermez mi? Zor anlarında yanlarında olamaz mı? Yanlarında olmak, onları anlamak, onların inancını onaylamak değil ki! Onların imanını iman edinmek değil ki! Onları anlamaya çalışmak insani ve vicdani bir sorumluluktur.
İslam’a soğuk olan insanların da müminlerin problemlerini, isteklerini dertlerini, şikâyetlerini dinlemeleri gerekmez mi? Bir kesimimiz, neden müminlerin taleplerinin hepsine kuşkuyla yaklaşıyor. Neden onların taleplerinin imanlarından kaynaklanabileceğine kafa yormuyoruz? Neden Allah için bir araya gelen insanlardan zaman zaman endişe duyuyoruz?
Müslümanlık sadece, “Allah bir, Hz. Muhammed (s.a.v.) O’nun kulu ve elçisidir” demek değildir. Bu bir amentüdür. Bu bir fezlekedir. Müslümanlığa girişin önşartıdır. Müslümanlık sadece namaz kılmak, oruç tutmak da değildir. Bunlar deminki amentüye işlev kazandırmaktadır. Önemlidir. Mutlaka yerine getirilmelidir. Ama Müslümanlık sadece bu da değildir. Çünkü Kuran’da insanlık var, vicdan var, Firavun’a bile merhamet var, hatta Firavun’a tatlı söz söylemek var, öldürmek değil, yaşatmak var. Sermayeyi paylaşmak var. Karınca ezmemek var. Karıncaya, karıncanın penceresinden bakmak var. Birileri görüyorken değil, birileri görmüyorken secdeyi uzatmak var. İyilik yaparken göstermemek var. Doğru olan yolda yürürken sokağa serpilmiş dikenlere aldırmamak var. Bu yolda ayağına diken batmışa omuz vurmak değil, omuz vermek var.
Peki bu ayrıntılar çok mu önemli. Evet son derece önemli. Çünkü İslam bütün bunları düşünmeyi gerektirir. Bundan ötürüdür ki Hz. Peygamber: “Kıyametin kopacağı anda elinizde bir fidan varsa onu mutlaka dikin” buyurmuştur. Basit gibi görünen bir şey değil mi? Ama kıyamet kopacağı anda ‘Fidanı dikin’ buyuruyor. Secde edin demiyor. Secdesiz kalın da demiyor. Ama fidan dikin buyuruyor Allah’ın elçisi. Onun için doğadan, öldürülen balinadan bahsettim. Onun için vuranlardan bahsettim.

Nihat Hatipoğlu/Hürriyet