Medya
12 Haz 2017 11:41 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:45

Milliyet yazarı Doğan Heper'i anlattı: Ölüm fermanı asıl o zaman yazılmıştı!

Milliyet yazarı Abbas Güçlü, Türk basınının duayen ismi Doğan Heper'in ardından yazdı.

'Memuriyette iki emekliliğe denk geliyor' dediği 53 yılını Milliyet'te geçiren duayen kalem Doğan Heper, geçirdiği beyin kanaması nedeniyle tedavi gördüğü hastanede Perşembe günü 80 yaşında hayatını kaybetti.

Heper, 1964’te Abdi İpekçi’nin isteği ile Milliyet gazetesi kadrosuna girmişti. Gazetede uzun süre genel yayın yönetmenliği yapan Heper, ayrıca muhabirlik, sayfa sekreterliği, sorumlu müdürlük, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, murahhas üyelik, icra kurulu başkanlığı, yönetim kurulu üyeliği, Doğan Medya Grubu yayın konseyi üyeliği ve yazarlık yapmıştı.

Uzun yıllardır Milliyet Gazetesi'nde Eğitim editörlüğü ve köşe yazarlığı yapan Abbas Güçlü, Doğan Heper'in vefatının ardından duygusal bir yazı kaleme aldı. Doğan Heper'in tek derdinin haber olduğunu belirten Güçlü, "  O hiçbir zaman yıldız olmak için çaba harcamadı, vitrine çıkmadı, kraldan çok kralcı olmadı.Gazetenin her şeyinin ondan sorulduğu dönemlerde bile en yüksek maaşlılar arasına hiç girmedi.Azla yetindi, hepimizi de buna alıştırdı" dedi.

İşte Abbas Güçlü'nün "Doğan Abi bir hamaldı bizi de kendine benzetti" başlıklı bugünkü yazısı:

35 yıl önce, Milliyet’e ilk adımımı attığımda, ilk tanıdığım birkaç isimden birisi de oydu. O gün bugündür, en yakın olduğum isimlerden birisi yine o, oldu.

O, bizim için bazen en yetkili yönetici, bazen de kızaktaki yayın yönetmeni olsa da, hep bir abiydi.

Kızdığına, sesini yükselttiğine, çok az şahit olduk.

Tek derdi haberdi, Hürriyet’e, Sabah’a nal toplatmaktı.

Her ne kadar ondan sonra gelen yayın yönetmenleri, çok kolay oturdukları koltuklarda, bunun bir türlü farkına varamasalar da, Milliyet, onun için hiç tartışmasız Türkiye’nin en iyi gazetesiydi.

O hancıydı, diğerleri yolcu.

Kimler geldi, gitti ama o, son nefesine kadar, hastane odasında bile hep Milliyet’le birlikteydi.

Milliyet için kafa yordu, Milliyet için hep en iyisini istedi.

Çok yüklü transfer teklifleri geldiğinde de gazetesinden vazgeçmedi, tüm yazı işleri kadrosu, yeni ufuklara yelken açtığında gemisini terk etmedi.

O hiçbir zaman yıldız olmak için çaba harcamadı, vitrine çıkmadı, kraldan çok kralcı olmadı.

Gazetenin her şeyinin ondan sorulduğu dönemlerde bile en yüksek maaşlılar arasına hiç girmedi.

Azla yetindi, hepimizi de buna alıştırdı.

Ne zaman zam istesek, ne zaman yetki ve sayfa istesek, hele bir bekleyin derdi.

Birimiz için bir şey yaparken, diğerimizi üzmek istemezdi.

Gazeteciliğin nimetlerinden faydalanan, rantını yiyen, popülaritesinin keyfini çıkartanlara saygı duyar ama onlardan biri olmayı asla düşünmezdi.

Politikacılarla, sanatçılarla, işadamlarıyla ya da başka güç odaklarıyla hep mesafeliydi.

Zorunlu olmadıkça gazeteden çıkmaz, seyahatlere katılmaz, haber dışında kimseyle yarışmazdı.

Karavanada ne varsa onu yer, odasına yeni bir eşya aldırmaz, bize göre cimrilik ona göre ise idareli olmak için en zorlu bölgelere giden arkadaşlara bile en düşük harcırahları verir, ihtiyaç olursa göndeririz derdi.

Çok iyi yabancı dil bilmese de, dünyada olup bitenleri ondan daha iyi kimse takip etmezdi. Odasında sürekli açık olan televizyonlardan yabancı kanalları da izler, Türkiye ya da tanıdık bir isim geçtiğinde herkesi ayağa kaldırır, söz konusu haberi takip etmelerini isterdi.

Onun için en büyük üzüntü kaynağı, tek sütun da olsa, atlanmış bir haber olurdu.

Burnu hiç havalarda olmadı, herkesten çok düşündüğü hep Milliyet ve patronları oldu. Onlar güçlüyse, biz güçlüyüz derdi. Yanıldığını anladığında ise iş, işten çoktan geçmişti!

Doğan Abi de Demirel gibi çok gitti, çok geldi.

Her zaman bir alternatif olarak düşünüldü.

Bazen görev verildi, bazen de yaşlandı artık diye kıyıya köşeye atıldı. Hatta yıllar önce, kısa süreliğine de olsa kapı önüne kondu. En ağrına giden de o oldu.

Aslında, ölüm fermanı asıl o zaman yazılmıştı. Çünkü Milliyet’siz bir yaşam, onu için kabul edilebilir bir yaşam değildi. Allah’tan uzun sürmedi ama sonrası, hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.

O bir vefa adamıydı ama ona ne kadar vefalı davranıldı, işte o tartışılır...

Peki, Doğan Abi çok iyi bir gazeteci miydi?

Bu konuda herkes farklı bir şey söyleyebilir ama haber takipçiliği ve heyecan konusunda, herkes eminim ki hakkını fazlasıyla verecektir.

Hocası Abdi İpekçi gibi o da dar alanda gazetecilik yapmayı çok sevdi ve onun dışına çıkamadı. Dünya değişse de o ekolün temsilcileri hep aynı kaldı. Oysa okur farklılık istiyordu, Milliyet olarak maalesef biz bunu hiçbir zaman göremedik, yakalayamadık, çareyi hep dışarılarda aradık!..

Doğan Abi’yi, bugün, ebediyete uğurlarken, kendisine en çok üzülenlerden birisi de, hiç kuşkusuz ben olacağım. Çünkü onunla çalışmak, onunla habercilik konusunda didişmek, onunla geçmişi olduğu kadar geleceği paylaşmak hep çok keyifli oldu.

Eşi İffet Yenge, kızları Başak, Demet, damadı Kanat ve torunu Efe onun her şeyiydi ama Milliyet mi, ev mi, tartışması ailede hiçbir zaman eksik olmadı!

Milliyet’in Cağaloğlu günleri çok farklıydı, çok özeldi, çok üretkendi. Bağcılar’da fazla büyümenin, Çağlayan’da da fazla küçülmenin sancılarını yaşadık.

Doğan Abi, tüm bu süreçlerde gazetenin kurumsal hafızasıydı.

Ne zaman, hangi konuda tıkanılsa, hele bir de Doğan Abi’ye soralım denirdi.

O bir görev adamıydı ve kendisinden ne zaman ne istense, hatta istenmese bile, size uzun uzadıya raporlar hazırlardı. Çünkü Milliyet için önemli olan ne ise o, onun için de en önemli görevdi.

Kadri, kıymeti bilindi mi?

Evet bilindi ama hak ettiği kadar bilindi mi, işte o tartışılır.

İnsan, düşmeye, yaşlanmaya görsün, tavırlar hemen değişiyor. Onu ötekileştirenler, en büyük yalnızlığı, asıl şimdi kendileri yaşıyorlar...

Özetin özeti: Doğan Abi, stajyer bir gazeteci olarak, bugün her şeye sıfırdan başlıyor olsaydı eminim ki, attığı her adım, çok daha farklı olurdu. Bu da hepimize ders olmalı!..