Zoraki “Görüşme” mi Olur?.. Bunun adı “Telefonla Taciz”dir!..

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun telefon konuşmasının içeriğinin “karamsar senaryo”yu güçlendirdiğini öne sürdü…

Şu CHP’de olaylar şaşırtıcı derecede hızlı gelişiyor daha da gelişeceğinden gayrı. Nitekim “Bir Telefonun Düşündürdükleri. İmamoğlu’nun Tunceli Seyahatini Nasıl Okumalı?..” başlıklı ve 09. 08. 2023 tarihli yazımın sonlarında “Neredeyse günü gününe hızla değişen siyasette (Dolayısıyla CHP’de) olayların akışı her şeyi tekzip eder mi? Üç gün sonra tersi çıkar mı? İşler yeniden kızışabilir mi? Ne yazık ki emin olamıyoruz!..” demiştim. Jet hızıyla doğrulandım.

Aynı yazıda İmamoğlu’nun Tunceli ziyareti ve özellikle de Kılıçdaroğlu ile telefon görüşmesine dair “biri karamsar diğeri iyimser iki senaryo” belirtmiştim. İlkinde bunun üslubunca bir tür “meydan okuma”, “emrivaki yapma” adeta nispet yaparcasına bir davranışa benzediğini söylemiştim.

İkincisinde ise birilerinin araya girip, gerilimi yumuşatmış olabileceğini, belli bir anlaşmaya varıldığının göstergesi olarak bu görüşmenin kamuoyu önünde bilinmesi istenerek gerçekleşmiş olabileceğini söylemiştim. Neyse, uzatmayayım merak eden döner arşivden okur.

Fiili durum yaratma!..

Oysa şimdi ortaya çıkan veriler bu ziyaretinde telefon konuşmasının da bir tür “zorlama” neticesinde gerçekleşme olasılığının daha fazla olduğunu gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki durum daha farklı olabilir. Şu ana kadar herkes sanıyordu ki İmamoğlu Kılıçdaroğlu’na cepten ulaşamadı sonra evden ulaştı. Odatv’den Can Özçelik’in haberine göre olayın böyle gerçekleşmediği ortaya çıkıyor. Ne cepten ne de evden ulaşamadığı anlaşılıyor. Zaten konuşmanın seyrinden mantıken de öyle olması lâzım.

Gerçekte Kılıçdaroğlu’na ulaşan ise CHP’li  Gürsel Erol oluyor. İmamoğlu’na “Bir daha arayalım” diyor. Ancak Kılıçdaroğlu Gürsel Erol’a da yanıt vermiyor. Erol’u sonra kendisi arıyor. (Bu durumda İmamoğlu’nun elinde konuştuğu telefonun kendisine ait değil, Gürsel Erol’a ait olması lâzım) Tabii burada ısrarla arama ve bunu toplum ve medya önünde gerçekleştirme arzusu ister istemez bir planlı bir PR çabasını akla getiriyor. Demek ki görüşmenin duyulması isteniyor. Hatta belli ki olay –zemini olmadığı halde- adeta “fili bir durum” yaratarak, görüşmek istemeyen birine bir tür “telefonla taciz”e dönüşmüş!..

Muhtemelen Kılıçdaroğlu ilk anda görüşmek istemiyor. Herhalde sonradan bir “durum değerlendirmesi” yapıp Gürsel Erol’a geri dönüyor. (Dikkatinizi çekerim, İmamoğlu’na geri dönüş değil. Keşke Kılıçdaroğlu’da o esnada neler yaşandığını anlatsa) İmamoğlu’da bunun üzerine “Genel başkanım cebinizi aradım ama ulaşamadım. Evinizin numarasını da çevirdim valla” diyerek adeta üslubunca inceden sitem ediyor. Sonrasında iyi niyetle bile olsa Kılıçdaroğlu’na adeta “hava” atılıyor. Bu neyin “çıkartması”dır ya da “babasının gözüne girmeye çalışan çocuk” edası bilmem?..

Baskın basanındır!..

Öyle ki, Kılıçdaroğlu’nun memleketine ziyaret öncesi bir tepki ölçümü, nabız yoklaması bile yapıldığı anlaşılıyor. Olumlu kanaat oluşunca aniden gidilmeye karar verilmiş görünüyor. Bu anlamda bir tür “baskın basanındır” olmuş. İmamoğlu’nda bunun rahatlığı ve güveni seziliyor.

Nitekim telefon konuşmasında “Şuraya gittim, buraya gideceğim” türünden sanki haberli ve turistik bir geziye gidilmiş gibi “Bilgilendirme”de (!) bulunuyor. (Zaten nedense “Sizden habersiz Tunceli’ye geldim” vurgusu yapılıyor. Üstelik Kılıçdaroğlu’nun doğum yeri Nazımiye’ye giderek “İnsanlar burada da beni bağrına basıyor” mesajı veriyor. ( Ne derece doğru bilmem ama bir iddiaya göre Kılıçdaroğlu’nun sadece birkaç akrabası tepki göstermiş deniyor) Bu manada bir “oldu bitti” yaşanıyor!

Siyaseten Doğru İdeolojik Olarak Yanlış!..

Burada nedense üzerinde pek durulmayan ve dikkatlerden kaçan bir yanlış daha var. Çoktan beridir bütün “modernist” görünümüne rağmen aslında CHP’ye “modernite öncesi”ne ait  yaklaşımların yön verdiğini, bunun kendisine sol ve sosyal demokrat bir partide olmaması gereken saflaşma formları olduğunu belirtiyorum. Bundan kastım ise temelinde partide önce mevzi ve sonra da rant kazanmaya yönelik “feodal dinamikler” ve kavramlar olduğunu söylüyorum. (Aslında diğer partilerde de öyle. Ancak sol bir partide acayip tuhaf kaçıyor ve sırıtıyor!) Bundan kastım ise parti yapılanmasına egemen “Hemşerici / Bölgeci / Mezhepçi / Etnikçi” alışkanlık ve örgütlenme biçimleridir. Herkes bunu bilir ama pek söz etmez. Bunu kırmayı ise hiç istemez. Çünkü kimse işlerine gelen bu statükonun bozulmasını tercih etmez. CHP’yi aşağı çeken ve sürekli patinaj yaptıran da budur! 

İşte İmamoğlu’nu Tunceli’ye çeken de bu eğilimdir. İmamoğlu, gayet haklı olarak Alevi yurttaşlarınızla yeni bir “açılım” yapmak istemiş, bilhassa Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği üzerinden menfi propaganda yapmak isteyenlere cevap vermiştir. İlaveten Kılıçdaroğlu’na mezhepsel kimliği sebebiyle değil, liderliğine karşı olduğunu hissettirmiştir. Çünkü kendisinin “Eski sağcı / Sünni / Karadenizli” kimliği üzerinden durumu kaşıyanlar olduğunun farkındadır. İmamoğlu’nu istemeyen kanatın korkusu bu statükonun bozulmasıdır.

CHP’de “Klasik Statüko”yu Bozabilen Gerçek Lider Olur!..

Bu anlamda nüfus ve kültür bileşenimizin kıymetli bir ayağı olan Alevi yurttaşlarımıza bir tür güven vermiş ve bağları güçlendirmiştir. Zaten liderliğe oynayan birinin yapması gerekende budur. Çünkü maalesef ki ülkede her daim insanların mezhepsel kimlikleri üzerinden türlü operasyonlar yürütülebilmiştir. Yakın geçmişimiz bu noktada üzücü olaylarla doludur. İmamoğlu bu yakınlaşmayı pekiştirerek siyaseten ve manen doğru bir iş yapmıştır. Alevi insanlarımızda bu adımı cevapsız bırakmamışa benzemektedir. Bu aslında eğer bir başka açıdan kötüye kullanılmaz ise CHP için bir “şanstır” bile denebilir. Böylelikle cari dinamikler arasında kopuk ya da zayıf görünen bağ yeniden tesis edilebilir. Bu alışkanlıklar mahkum edilip yeni bir “insani kıvam”a çekilebilir. Herkesin bir kökü olmakla birlikte bu kökler parti içinde bir karşıtlık nedeni ya da pazarlık konusu yapılmaz.

Bunu başaran lider çok şey başarmış olur. İnsanlara kendi kimlik özgürlüklerinin başka bunu siyasete taşıyıp, dayatmalarının ise başka olduğu net şekilde anlatılmalı karşı önlemleri alınmalıdır. Bazı şüphelerim olmakla birlikte, İmamoğlu yahut başka bir lider söz konusu fasit daireyi taviz vermeden kırabilirse çok şey başarmış olacaktır. Doğrusu kimi taşlaşmış anlayışlara karşı başarmasını da isterim.

İnce Ayar Gerekmekte!..

Fakat burada hassas bir ayar noktası vara benzemektedir. Ve ne yazık ki bu konuyu bazı noktalarda tartışmak adeta “tabu” statüsündedir. Burada sanırım dikkat edilmesi gereken şudur: AK Parti’yi “dini simgeleri kullanmakla” ya da “dini siyasete alet etmekle” suçlarken benzer duruma düşülmemelidir. AK Parti Sünni mezhep ve tarikatlara yaslanırken sen de Aleviliğe yaslanıyor pozisyonuna düşmemelisin. Sünni veya alevi ya da başka hiçbir mezhepçiliğe “prim veriyor” imajı oluşturmamalısın. Ancak bu sayede toplumun her kesiminden beklediğin desteği alabilirsin.

İmamoğlu, daha ziyade parti içi hesaplarla bu adımı atarken toplumsal hassas boyutunu da hesap etmelidir. Nedense kimse bu konuda bir “uyarı” dahi yapmamaktadır. Çünkü –maalesef- aynı konuda bir tür “mahalle baskısı” yürürlüktedir. “Değişim” bu konuda da sağlanmalıdır. Her konu özgürce tartışılabilmelidir. Kimse hoşuna gitmeyen düşünceleri hemen “filanca düşmanı” diye damgalayamamalıdır!

Pek Şık Kaçmadı!..

Sonuç olarak toparlarsam… Bilemiyorum, yarın öbür gün bu konuda daha neler ortaya çıkar. Ancak “gizemli görüşme trafiği”nin bende bıraktığı izlenimler bunlar. Yanılabilirim yahut tersini iddia eden çıkarsa belirtebilirim. Ancak “görüşme”  gerçekten aynı eksende cereyan ettiyse en hafifinden “pek şık olmamış” diyebilirim. Bazı mesajlar ya da tavırlar nezaket ambalajıyla sunulsa da gene de sırıtır. Eğer düşündüğüm gibi ise bunu kim akıl etmiştir, kim önermiştir bilmem. Umurumda da değil. Umurumda olan Türkiye’de siyasetin –zor gibi ama- bu tarz “Atraksiyonlar”a gerek duyulmadan yapılması. Bilmem anlatabiliyor muyum?..

11. 08. 2023

atilla.akar@medyaradar.com