CHP’nin ve AK Parti’nin stratejisi değişti! Bir de bu yolu mu denesek acaba?

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, son dönemdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel yakınlaşması ile eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun tepkilerini değerlendirdi…

Efendim: son günlerde bazılarına gerçekten “Acayip gelen” gelişmeler oluyor. O kadar ki Kemal Kılıçdaroğlu gibi kimileri ise “Nayır, Nolamaz!” türü tepkiler verip, bunu adeta bir “İhanet” gibi değerlendiriyor. Kimileri ise “bayram değil, seyran değil…”  şaşkınlığı içinde. Öyle veya böyle siyasetin meteorolojisindeki soğuk rüzgârların ılımana dönmekte olduğuna dair kuvvetli işaretler var. Tabii aniden tekrar fırtınaya dönüşmezse!..   

Aslında şaşıranlar şaşırmakta haklılar. Düne değin her iki cephenin de diğerine yan  bakması bir yana, nasıl birbirlerine düşman oldukları biliniyor. Mecbur kalmadıkça bir araya gelmemeye özel dikkat harcadıkları da kesin. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bilhassa daha düne kadar Kılıçdaroğlu’na “Bay Kemal!..” diye alaycı şekilde seslenen Erdoğan aynı şekilde Özel’e de “Özgür Efendi!..” diye hitap ediyordu. Herhalde artık “Sayın Özel” olur umarım!..

“Can Ciğer Kuzu Sarması” Olunmadı Ama!..

Şimdi ise belki “Can ciğer kuzu sarması” olunmadı ama aradaki buzlar bir miktar erimiş görünüyor. 23 Nisan resepsiyonunda başlayan “flörtleşme” Erdoğan’ın Özel’e “Çay içme daveti” ile sonlanacaktı.  Yakında gerçekleşmesi bekleniyor. Hani “Bir maniniz yoksa akşama misafirliğe geleceğiz” tadında!...

Bu “Müzakere” de Erdoğan açısından daha çok yeni anayasa ve CHP’nin desteğinin dile getirilmesi beklenirken Özel’in ise yargı krizi, Can Atalay, AİHM kararları, belediyelerin borçları, ekonominin gidişatı, atanamayanlar, Ortadoğu, vb gibi daha “paket halde” konu başlıkları mevcut. Lakin her ne olursa olsun buluşma bile başlı başına bir ilerleme sayılır. AK parti kaybetmenin CHP ise yıllardır ilk kez kazanmanın şaşkınlığını yaşıyor. “Şok tedavisi” dedikleri bu olsa gerek!..  

Her ne kadar herkes buluşmanın nerede gerçekleşeceği konusuna daha çok odaklanmış olsa bile. Beştepe’de mi, Çankaya’da mı yoksa başka bir yerde mi? Erdoğan Beştepe derken Özel’in Çankaya’yı istediği söyleniyor. Hani eski ve yeninin simgesi gibi adeta. Ancak Özel’in ısrarcı olmadığı da biliniyor. (Bence orta bir yer bulunsa daha iyi olur o başka!) Gerçi bu da verilecek mesajın bir parçası aslında. Örneğin Beştepe olursa yani ki CHP’nin “Saray” dediği yerde bu ise “Bakın saray dediniz ama sonunda buraya geldiniz” anlamına çekilebilir. Neyse, hiç değilse Özel’le Ekrem İmamoğlu ile yaşandığı gibi bir “Kırık sandalye” olayı yaşanmaz herhalde!

İkili İçin Küçük, Siyaset İçin Büyük Adım!..

Apollo 11 Astronotu Neil Armstrong’un 20 Temmuz 1969’da ayak ilk adım attığında söylediği “Benim için küçük insanlık için büyük adım” sözü gibi bu da liderler için değil belki ama siyaset için büyük bir adım olduğu kesin. Tökezlenmezse şayet!..

Nasıl olmasın ki?.. Sadece AK parti ile değil gelenek olarak baktığımızda Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Demokrat Parti’den bu yana iki “Gelenek” arasındaki sürtüşme hiç son bulmadı. Bugünde süren bu çatışma ülkede gerilimin ana nedenlerinden biri olageldi. Zaman zaman yumuşar gibi görünse de hep gündemde kaldı. Bu anlamda belki “Tarihsel bir fırsat yakalandı” diyemesek bile bir zemin oluştu denebilir. Bakalım çarçur mu edilecek yoksa akıllıca değerlendirilecek mi?

Gerçi şartlar çok farklı ama aklıma nedense İtalya’da 1978’deki “Hristiyan Demokratlar”la “İtalyan Komünist Partisi”nin meşhur “Tarihsel Uzlaşma” girişimi geldi. Gladyo’yu oldukça rahatsız eden bu durum sonuçta İtalya Başbakanı Aldo Moro’nun kaçırılıp öldürülmesine yol açacaktı. Bizde ise benzer bir uzlaşmacı durum Demirelli AP ile Ecevitli CHP arasında yaşanmıştı. Başarılsaydı 12 Eylül olmayacaktı. Abdi İpekçi o yüzden öldürüldü.  Neyse ki şimdilerde bu çapta bir durum yok ve böylesi olaylara yol açmaz belli ki.

Çok Kavga Ettik Birazda Barışalım mı?..

Elbette ki burada sadece idealist şekilde “Barışmak güzeldir” gibi safiyane düşünceler geçerli değil. Siyasette barışmanın bile bir “hesabı” var. Burada ise iç içe birçok nedeni olabilir. Şimdi bunları analiz etmeye çalışalım…  

  1. Seçim sonrası oluşan tablo, AK Parti’de oluşan güç kaybı, yıpranma ve CHP’deki göreceli başarı her iki partiyi de buna zorluyor aslında. AK Parti artık CHP’yi görmezden gelerek bir yere varamayacağını ve çatışma stratejisinin artık tutmadığını kısmen anlamış, CHP ise itidalli muhalefetin kendisine yaradığı görmüş bulunuyor. O yüzden “erken seçim çağrısı”nda bile bulunmayarak yığınağını güçlendirme peşinde görünüyor. Bundan kârlı da çıkabilir.
  2. Aslında hem iktidar partisi hem ana muhalefet partisi mevcut çatışma ve gerilim ortamından hayli yorulmuş görünüyorlar. Bilhassa AK parti için gerilim stratejisinin iflas ettiği anlaşılıyor. Artık enerjilerini başka yollara harcamak mecburiyetinde hissediyorlar. AK Parti bu siyasetinde bir tıkanma yaşarken, CHP sürekli ona endeksli refleksler göstermekten bıkmış ve kendine yeni bir yol çizme arayışında görünüyor. AK Parti’ye karşı hayli avantajlı bir pozisyon yakaladıklarının farkındalar ve bunu boş tartışmalarla harcamak istemiyorlar.
  3. Erdoğan’ın yeni anayasa ve mümkünse yeniden seçilebilmesi için CHP’ye ihtiyacı var. Bir anlamda eli mecbur. Bunu Kılıçdaroğlu ile yapamayacağı kesindi. İmamoğlu ise çok şüpheli. O yüzden Özgür Özel’i tercih ediyor olabilir. Bu anlamda pragmatist bir adım atılmış gibi görünüyor.
  4. Aynı minvalde yakınlaşma her iki isminde işine geliyor olabilir. Özel’in ise CHP’nin başında kalabilmesi ve ilk seçimde cumhurbaşkanlığı ihtimalini zorlayabilmesi  için birinin desteğine ihtiyacı olabilir. (Bilhassa yarın öbür gün Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu seçeneklerinin elenmesi noktasında. ) Bu konularda zımni bir arayış gündeme gelmiş olabilir. Artık bunu nasıl sağlarlar bilemiyorum!
  5. Lakin bunlar birazda Özel’in CHP’de konumunu daha da sağlamlaştırmasına bağlı. Eksikleri var görünüyor. Henüz durumunu tam garantiye alabilmiş değil. Burada sorun çıkabilir.
  6. “Derin Dizayncılar” önümüzdeki süreçte bu tarz bir yakınlaşmanın “Türkiye’nin menfaatine” olduğuna karar vermiş olabilirler. Her iki parti şu konjonktürde koalisyon kuramayacağına göre temel bazı noktalarda “İşbirliği” ne zorlanmış olabilirler.

Siyasi Partiler Çatışma Aparatı olmaktan Çıkartılmalıdır!..

Maalesef ki siyasi partiler uzun süredir Türkiye’de bir çatışma aparatı olarak işlev görmektedirler. Hepsinin en azından kâğıt üzerindeki vazifesi Türkiye’nin sorunlarına çare üretmektir. Oysa pratikte tam tersi olmakta hatta bizzat sorunun  kaynağı olabilmektedirler. O yüzden olay biran önce bu fasit daireden çıkarılmalıdır. Ulusal ve uluslararası birçok çevreler bunu bilerek Türkiye siyaseti yönlendirmekte, bu sayede kendi hedeflerine uygun zeminler yaratabilmektedirler. Çatışmacı söylem ve tavır –bilerek veya bilmeyerek- ülke siyasetinin kilitlenmesine, yorulmasına ve bir çözüm  aracı olmaktan çıkarılmasına hizmet etmektedir. Bunun aşılması ise ancak  “Kutuplaşma tuzağı” na düşmemekle mümkündür.

Aynı sebeple aralarında “işbirliği” şart olmasa da, rekabet sürse de bu bir “Düşmanlık”, diğeri yok etme, silme, fütursuzca hırpalama, yüzüne bile bakmama  anlayışından uzaklaştırılmalıdır. Söz konusu yakınlaşma arayışı geçici, kötüye kullanmacı, tek taraflı, aldatıcı, sınırlayıcı olmaktan çıkarılmalı, eşit ve özgür temelde bir “Karşılıklı anlayış ve güven” zeminine oturmalıdır. Zor görünse bile!..  

Yoksa en kısa sürede tekrar eski söylemlere geri dönüş yaşanabilir ve daha da derinleşebilir. Süreç her an şu veya bu nedenle kesintiye uğrayabilir. Zaten belli ki böyle olmasını isteyenlerde vardır. Sakin bir şekilde taraflar birbirlerinden beklentilerini ifade ederken, birde bu yolun denemesine fırsat ve şans tanınmasında fayda var. Birazcık “temkinli iyimserlik” ten kimseye bir zarar gelmez. Sürekli didiş dur, nereye kadar?..

Bu “müzakere”nin uzlaşma mı teslimiyet mi olduğunu birazda görüşmeden çıkacak mesajlar gösterecek. Ancak manasız ve boş efelenmelerinde vakti geçti. O ana kadar beklemeye devam!..

27. 04. 2024

NOT: Aslında bu başlı başına ayrı bir yazı konusu ama şimdilik bir notla geçiştireceğim. Açıkçası biraz hayretler içindeyim. O sakin adama ne olmuş böyle? Yani Kılıçdaroğlu’na.  Daha da ilginci bir eski genel başkanın yeni genel başkana karşı tepki belirtmesi biraz garip oluyor herhalde. O kadar ki yeni genel başkan eski genel başkana cevap vermek zorunda kalabiliyor. Kılıçdaroğlu’nun bir “Yığınak” yaptığı zaten biliniyordu. İlaveten herkes gibi onunda eleştiri de bulunma hakkı vardı. Ancak bu ne öfke, bu ne sert ifadeler. Bu ne çatışmadan medet uman, marazi bir serzeniş. Biraz“keskin sirke küpüne zarar” misali olmuş adeta. Şiirsel ajitasyonlar eşliğinde Sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir..!”  sekter mesajları. Bu ısrardan bugüne kadar pek bir sonuç alınamadı. Bundan sonra da bu yolla bir sonuç alınabileceğini zannetmiyorum. İzlenen çizgi tam doğru mudur emin değilim. Lakin bir yerden başlamak gerek değil mi? Özgür Özel açısından da bir, iki şey söyleyeyim. Bu işler kılık kıyafet, saç baş, imaj yaptırmaya, kırmızı motosikletle tur atmaya benzemez. Daha dikkatli olmasında yarar var. Unutmasın, karşısında Erdoğan var!..