Medya
23 Ağu 2011 15:42 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:42

YENİ TİP MİLİTAN GAZETECİLİK!(SAVAŞ ZIRHI KUŞANMAKLA MESLEKİ FORMASYONU KARIŞTIRANLARA!)

Medyaradar yazarı Atilla Akar, son dönemde gazetecilik mesleği içinde oluşan "militan gazetecilik" tarzını yorumlayarak aradaki farkı bakın nasıl ortaya koydu.

Son zamanlarda gazetecilik mesleği içinde yeni bir kategori belirdi; militan gazetecilik!
“Yeni “
diyorum ama aslında “yeni” olan bu tarz bir gazeteciliğin olması değildi. Burada “yeni” olan düne değin gazeteciliğin ana gövdesi içinde “sınırlı” hatta “marjinal” diyebileceğimiz ve doğası gereği her dönem var olmuş bir eğilimin mutasyon geçirerek giderek “dominant” hale gelmesi hatta neredeyse diğerlerini silecek kadar “belirleyici” olması idi. Yoksa bir grubun, bir cemaatin, bir partinin “sesi” olmuş, olayları o gözle okuyan ve veren bir “gazetecilik tarzı” her zaman şu veya bu ölçüde kendisine bir “yaşama alanı” bulmuş ve bu demokrasi içinde “normal” kabul edilmesi gereken bir durum olagelmişti.

Bu tarz gazetecilik doğası gereği “savaşçı”, “yanlı” ve “vaazcı” sayıldığı için fazla garipsenmez, çoğu kez sınırlı bir çevreye “kapalı devre” yayın yaptığı içinde geniş kitlelerin tutum ve kanaatlerini etkileyemezdi. Toplumda merkez olmasa da kendini “dünyanın merkezi”ne koyan, dünyayı kendi “algı evreni” içinde tanımlayan, kendi gibi olmayanlara karşı “köşeli” tavırları, ideolojik tutumları ve sloganları olan bir  yaklaşımdı bu. Bunlar dünyada ve ülkede olan biten her olaya kendi pencerelerinden bakarlar, nesnellik kaygısını fazla taşımazlar ve kendi “doğru”larını empozeci bir şekilde sayfalarına yansıtırlardı.

Dolayısıyla böylesi bir “gazetecilik” konseptinin abartılı ifadeleri, yanlı bakışları ve hatta çoğu kez sert ifadeleri fazlaca şaşırtmazdı sizi. Hatta belli ölçülerde “samimi”, “objektif gazetecilik yapıyorum” diyenlerinden daha “dürüst” bile bulabilirdiniz çoğu zaman. Bunlar hayli “fanatik”, “düz bilinçli” görünseler bile sonunda bu insanlar inandıkları bir dünyanın sesi olmuşlardı ve kendileriyle “tutarlı”ydılar. Davranışlarına “çıkar” değil sadece “inançsal motivasyonları” yön verirdi. Böylesi bir “gazetecilik” sağda da solda da halen var. Ancak toplumun geneline oranla genellikle küçük grup, parti veya cemaatlerle sınırlılar. Mürit veya sempatizanlarının “iman tazeleme” ya da “iç yazışma” aracı gibi davranıyorlar daha ziyade…

MARJİNALİZMDEN SİNDİRİLMEMİŞ İKTİDARA!
Ancak bugün “tuhaf” bir durumla karşı karşıyayız. “Marjinal” olmadıkları halde marjinalmiş gibi davranan, “egemen” oldukları halde “değilmiş” gibi tutum alan, hükümet oldukları halde sanki “muhalefetmiş” gibi davranan bir eğilim belirdi. Bunun ana sebebi ise düne kadar toplumun “marjı”ndan hızla “baskın”a oradan da “egemen”e yükselmeleri ve bunu “sindirilmemiş” bir süreç olarak yaşamalarıydı. Bunlar düne kadar “merkez karşıtı” iken şimdi bizzat merkezin ta kendisi durumuna gelmiş bulunuyorlar. Ancak kazandıkları bu yeni statünün bilincine ya halen varamamışlar ya da bunu kavrayacak kapasiteye sahip değilmiş gibi görünüyorlar.

Onlar neredeyse medyanın bütününe sahip oldukları, kuşattıkları halde halen bir “olgunluk” düzeyine erişebilmiş değiller. Her Allah’ın günü “demokrasinin erdem ve faziletleri”nden söz ederlerken sadece “kendilerine demokrat” olmaları biraz bu yüzden. Bu gibiler “statüko”nun değiştiğinden “yeni medya düzeni”nin kurulmakta olduğundan dem vururlarken yeri geldiğinde eskisinden bile berbat örnekler sergilemeleri, eskiyi “mumla aratır” hale getirmeleri bu sayede. Gazeteciliği bir kesimin “propagandistliği” seviyesine indirenlerin “çiğliği” giderek bariz hale gelirken mesleği de deforme ettiklerinin, tanınmaz hale getirdiklerinin farkında bile değiller ya da zaten hiç umursamıyorlar.

Peki aradaki ayrımları nasıl tanımlayabiliriz?    

1) Gazeteci devlet/hükümeti korunması gereken bir “kutsalmış” gibi görmez. Onu kayırmayı, övmeyi hele de hatalarını örtmeyi, görmemeyi, toz kondurmamayı kendine “vazife” bellemez. Oysa yeni-tip militan gazetecinin öncelikli kaygısı giderek bu olmakta, temel yönelimini bu “duygu” belirlemektedir.
2) Gazeteci “taraf”ını gerçekler, haber ve meslek ilkelerinden yana koyar.  Militan gazeteci veriler ona ne gösterirse göstersin zihnini “taraf olmayan bertaraf olur”a göre kurgular. Bunu büyük bir “mücadele”nin “olmazsa olmaz”ı gibi algılar.
3) Gazeteci için haber öncelikle bir “bilgi” türüdür. Her bilgi gibi kendi kriterlerine sahiptir. Militan gazeteci açısından ise haber ve habercilik öncelikle bir “bilgi alanı” değil, bir “savaş alanı” gibidir. Bu yüzden haber üzerinde her türlü oynama, çarpıtma, yönlendirme hakkını kendinde “saklı” tutar. Bunu “meşru” hatta “gerekli” sayar.
4) Gazeteci habere önce “haber” olarak yaklaşır. Onu en doğru, en geniş en cepheli açıdan ele alır. Şu veya bu grubun çıkarı gözünden görmez. Militan gazeteci öncelikle habere ve haber faaliyetine kendi grubu, cemaati, partisinin gözlüğünden, ona olan uzaklığı/yakınlığı veya yararı/zararı açısından yaklaşır.
5) Gazeteci için haberin süreçleri bir bütündür. Haberin kendisi, veriş tarzı, spotları, resmi ve resim altı aynı “bütünlük” içindedir. Başlık haberi, haber başlığı tekzip etmez. Oysa militan gazeteci için böylesi bir “kaygı” yoktur. Habere dokunmasa bile başlığı, veriş tarzı, alt başlığı sübjektif yargı, kanaat hatta çarpıtma ile doludur. (O kadar ki şimdilerde okuru aptal yerine koyan, içerikle alakası olmayan “şişirme” başlıklar atılabilmekte ya da yorum, kanaat dolu metinler yazılabilmektedir.)
6) Gazeteci “gerçeği” arar. Militan gazeteci gerçeği çarpıtır veya kendine büker. Haber kendi başına bir “değer” değil, kendi ve kendi gibilere hizmet etmesi gereken bir “araç”tır.
7) Gazetecinin objektivite kaygısı ön plandadır, militan gazetecinin böyle bir kaygısı yoktur ya da çok zayıftır. Habere saygısını yitirdiği için gitgide yaptığı işe ve kendine olan özsaygısını da yitirir. Zamanla “kurnaz bir psikolojik savaşçı”ya dönüşür veya böyle olmasına izin verir.
8) Gazeteci sadece habere “kutsal” bir metin gibi davranır. Oysa militan gazetecinin başka “kutsalları” vardır. Haber veya habere konu olan kişiler bu uğurda “feda” edilebilecek “ayrıntılar” yahut sadece eldeki “malzeme”lerdir.
9) Gazetecinin “bağımsızlık” çabası ve “duruşu” belirleyicidir. Oysa militan gazeteci ancak içinde olduğu veya temasta bulunduğu grup, cemaat, partinin bir “uzantısı”, “türevi” gibi davranır. Hatta oralardan aldığı “fikir” ve direktiflere göre “çizgisi”ni tayin eder. (Örneğin bunlar için “kullanılmak” sorun değildir. Ya da “ordu” tarafından kullanılmak kötü örneğin “polis” tarafından kullanılmak ise iyidir. Gerçek gazeteci için her ikisi de kötüdür ve biri diğerine tercih edilemez.)
10) Gazeteci “eleştirel” bir entelektüel tarzın adamıdır. Oysa militan gazeteci sadece “önkabul”cüdür. Bu yüzden topluma, olaylara, haberlere, vb “sorgulayıcı” tutum geliştiremediği gibi kendisini ait hissettiği kesime karşı da “sorgulayıcı” ve “eleştirel” tutum alamaz. Bu yüzden mesleki açıdan içine sürüklendiği durumun vahametinin de bilincine varamaz.

11) Gazeteci her kaynaktan “haber” alır. Bu görevidir. Ancak bu konuda dikkatli ve hassastır. Militan gazeteci (Özellikle de artık “ajanlaşmış” versiyonu!) bu “sınır”ı aşar, manipülatif olduğu ayan beyan ortada olan, “servis” edilmiş sözüm ona “haber”leri kullanır. Bu konuda “ilkesiz” ve “esen rüzgâr”a göre davranır. Şu veya bu odağın “aparat”ı durumuna düşer. Bunu da “süren savaşta her şey mubahtır” anlayışıyla vicdanında (?) meşrulaştırır. Bu uğurda karalamalarda bulunmaktan, itibar infazları uygulamadan, “tetikçilik” yapmaktan sakınmaz.

Hiç şüphesiz algıları farklı bu iki tip gazetecinin yapacakları gazetelerde, yazacakları haberlerde farklı olacaktır. Bu bir “kavrayış” sorunudur.  Bu noktada “filancalarda bize fi tarihinde öyle davranmışlardı”, “onlarda hakkımızda uydurma haberler yapmışlardı”, “onlarda zaten şunu çarpıtmışlardı” vb gibi bahaneler olamaz. Bunun gazetecilik ahlakında “meşrulaştırıcı” hiçbir mazereti yoktur ve olamaz. Gazetecilik ilkel bir kin, intikam mesleği değil sadece ve sadece habere sadakatin ön planda olduğu bir “kariyer” türüdür. Gazetecinin bir “ideolojisi” olsa bile haberin edinim, yazım ve veriş süreçlerine bu tercihlerini yansıtamaz, bunları faaliyetinin “asli” unsurları noktasına çıkartamaz.

Şu hale bakın, ne günlere kaldık. Zaten normal olarak olması gerekenleri adeta bir “ders” gibi anlatır, hatırlatır olduk. Sırf bu durum bile haberciliğin kendisinin ne hale geldiğinin ya da getirildiğinin bir göstergesi gibi zaten…

Atilla AKAR

atillaakar@gmail.com