Medya
14 Tem 2010 18:56 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:28

UĞUR MUMCU'NUN KIZI BABASININ YOLUNDA! MUMCU NEREDE YAZIYOR?

Otomobiline yerleştirilen bir bombayla katledilen gazeteci Uğur Mumcu'nun kızı Özge Mumcu yazar oldu

24 Ocak 1993’te Ankara’daki evinin önünde otomobiline yerleştirilen bir bombayla katledilen gazeteci Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu bağımsız internet gazetesi T24’te yazı yazmaya başladı. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda (um:ag) yöneticilik yapan Özge Mumcu, ilk yazısında Balkanlar’da dökülen kan ile Türkiye’deki terörden söz etti.
 
Ütopyasının "silahların sustuğu, barış dilinin kurulabildiği bir ülke" olduğunu dile getiren Özge Mumcu, yazısında "Türkiye’de katliamlardan, faili meçhullerden, terörden kaynaklanan acılarımızı barış diline dönüştürmenin zamanı gelmedi mi?" diye sordu.
 
Özge Mumcu’nun "Havan mermilerine zamanı çizmek" başlıklı ilk yazısı şöyle:

Havan mermilerine zamanı çizmek

Bundan sekiz yıl önce bir arkadaşımla “Tarafsız Bölge” filmini konuşuyorduk. 2001 yapımı olan film, Yugoslavya iç savaşı sırasında, savaşın taraflarının kontrolü altında olmayan bir toprak parçasında aslında kimsenin otoritesinin geçerli olmadığı bir bölgede, imha edilemez bir mayının üzerinde geçen traji-komik halleri anlatır. İç savaşın karanlık günlerinde birbirlerinin azılı düşmanları haline gelen Sırp ve Boşnak milisler diyalog kurma fırsatı bulduklarında ortak geçmişlerini keşfederler. Çocukluklarında aynı okullara gittikleri, aynı iri göğüslü kıza aşık oldukları ortaya çıkar. İzleyiciyi güldüren bu diyaloglar ilerledikçe komedi biter ve geriye son anın trajedisi kalır.

Geçtiğimiz Pazar günü, Srebrenitsa katliamının 15. yıldönümüydü. Srebrenitsa’daki katliam, Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen "korunaklı bölgeye" sığınan Boşnak sivillere karşı Sırp milisler tarafından yapıldı. Srebrenitsa, zengin gümüş madenleri nedeniyle savaşın tarafları için stratejik bir hedefti. Kente sığınan Boşnak erkeklerden 13 yaşından büyük olanlar sonu toplu mezarlarda bitecek bir ölüm yolculuğunun kurbanı oldular.

Resmi rakamlara göre 8 bin, görgü tanıklarının ifadelerine göre ise 10 binden fazla kişi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın gördüğü en büyük soykırım girişiminde öldürüldüler.

Kalabalık Mezarlar

Cenaze evleri ve mevlitler kalabalıktır. Evden cenaze çıktıktan sonra ölünün kırkı çıkıncaya kadar ortama büyük bir kalabalık hâkimdir. Komşular, akrabalar, maddi-manevi borcu olanlar yani tüm yas tutanlar ölenin ardından ağıt yakar; kalanların hayatını da ağıtla çizerler. Sonra yas evinden el ayak yavaş yavaş çekilir. İlk günlerde hissedilmeyen kayıp ağırlaşarak hissedilmeye başlar. Bosna Hersek’te 15 yıl önce yaşanan katliam, kalanların hayatını olanca ağırlığıyla sarmış durumda. Çünkü yara açık; kayıp kardeşini, babasını, çocuğunu hala bir toplu mezarda arayanlar var.

Katliamın ardından Srebrenitsa çevresinde 13 toplu mezar keşfedildi. Her yıl yeni mezarlar bulunuyor, bu mezarlardan yeni cesetler çıkarılıyor. Pazar günü düzenlenen tören sırasında 800 soykırım kurbanından geriye kalan kalıntılar toprağa verildi. Bunlardan 760’ının kimliği belirlenebildi. 40’ının ise ne isimleri ne de  hangi ailenin ferdi oldukları biliniyor. Belki de başka toplu mezarlarda hala akrabaları yatıyor.

Mahrem Şiddet

Filmin içinden çıkıp, olayları konuşmaya başladığımızda arkadaşım şunu söyledi: “Derler ya, kardeş kardeşi vurmadan savaş bitmezmiş.” Kim kardeş, kim düşman? Arjun Appadurai, küreselleşme ile öfkenin coğrafyası üzerinde bağıntı kurarken şunu sorar “Arkadaş arkadaşı, komşu komşuyu, hatta akraba akrabayı nasıl öldürebilir?” Bunlara mahrem şiddet dedikten sonra ekler “şiddetin bu yeni biçimleri hızlı teknolojiler, soyut mali araçlar, uzak iktidar biçimleri ve büyük ölçekli teknik ve ideoloji akışı çağında özellikle anlaşılmaz görünmektedir.” Kabaran öfke ve bir havan mermisinde somutlaşan şiddet ile kan.

Slovenya ve Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılmasının ardından Bosna Hersek’in de ayrılması için 1990’ların başında bir referandum yapıldı. Ardından başlayan savaş, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gördüğü en kanlı çatışmalara sahne oldu. Bu savaşı sonlandıran 1995 yılında imzalanan Dayton Anlaşması’ydı. Peki, sular duruldu mu?

Pazar günü dünya medyasının gözü Srebrenitsa’daydı. Sıra sıra dizilen tabutların başında devlet adamlarını beraber gördük; kardeşin kardeşi vurduğunu, aynı kıza âşık olabilecek kadar benzer ruhlara sahip iki kişinin düşman olabileceğini de gördük.

Yaşam Simgeleri

Bugün, Saraybosna’da ufak bir dükkânın içinde bir baba, oğluna bir zamanlar ölüm saçan havan mermilerinin boş kovanları üzerine resim işlemeyi öğretiyor. Kimi zaman kendi topladıklarına resim çiziyorlar kimi zaman ise onlara getirilen boş havan mermilerine.  Mermiler bildiğimiz mermiden çok daha büyük; üzerine çizgiden bir şehir sığabiliyor mesela. Bir başkasına bir çiçek sığıyor; bir diğerine kaybedilen bir yaşamın simgesini sığdırmak mümkün. Ölümün izleriyle örülü Saraybosna’da kanlı iç savaşı yaşamış bu baba-oğul,  dükkânın önünde açtıkları tezgâhta, havan mermilerinin üzerinden yarattıkları sanat eserlerini satışa sunuyorlar.

Üzerine desen çizilen bu mermi kovanları, insanoğlunun acıyı dönüştürmesinin en sade ve çarpıcı örneklerinden.

Saraybosna örneği, “kardeşin kardeşi öldürebildiği” en yakın ve en canlı örnek.

Tarafsız ve Korunaklı Mahrem Şiddet

Türkiye’de ise katliamlardan, faili meçhullerden, terörden kaynaklanan acılarımızı barış diline dönüştürmenin zamanı gelmedi mi? Eğer öfkemizi barış diline dönüştürmezsek, bir gün bizler de, “tarafsız” ve “korunaklı” bölgelerde mahrem şiddetlerle baş başa kalacağız. Toplu mezarların yerini tespit edip, devlet adamlarının geldiği bir anma töreninde, önceden hazırlanmış bir siyasal avutma metnine alkış tutacağız. İnsanlarımızın canını alan havan mermilerinin üzerine kendi küçük desenlerimizi işleyeceğiz; kayıplarımızla geçirdiğimiz her anı her çizgide yeniden hatırlayarak.

Nihayetinde de, cenaze evi ve mevlit kalabalıkları uzaklaştığında, için için yalnız kalacağımızı bilerek. Bir de barış dilini kurabileceğimiz, silahların sustuğu bir ülkeyi hayal ederek. Belki de çıkış noktamız bu ütopya olacak.

Kaynakça: Arjun Appadurai, “Küçük Sayılardan Korkmak”, Timsahkitap, 2008.

Film: “No Man’s Land-Tarafsız Bölge”, Yönetmen Danis Tanovic, 2001.