Medya
08 Mar 2013 11:21 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:04

TARAF YAZARINDAN MEDYAYA 'MİLLİYETÇİ GAZETECİLİK' SALVOSU

Taraf yazarı Tuncer Köseoğlu, Türk medyasının milliyetçi yayın çizgisinden kopması gerektiğini savundu..

Milli gazetecilik
 
Sözümüzü en baştan söyleyelim. Türk medyası her zaman ve her koşulda “milli menfaatlere” uygun yayıncılık yapmıştır. Burada asıl amaç erki elinde bulunduranların işaret ettiği doğrultuda yayınlar yapmaktır. Zaman içinde gücü elinde bulunduranlar değiştikçe bu “milli menfaatler” de değişime uğramıştır. Gerçekleri yazmak ve ortaya çıkarmak konusunda çok istekli ve yetenekli olmayan medya, gücü elinde bulundurana göre değişen “milli menfaatler” kavramına hızlı bir şekilde ayak uydurma konusunda oldukça mahirdir. Türkiye gibi siyasetin son derece kaygan ve günlük belirlendiği ülkelerde medya zaman zaman buna ayak uyduramayıp, siyasilerin gazabına uğrasa da en tutarlı olduğu şey milli menfaatlerdir.

Milliyet gazetesinin İmralı tutanaklarını yayımlamasından sonra milli menfaatlere uygun gazetecilik yapanlar, başta hafiyecilik olmak üzere her şeyi söylemişlerdir ama haberin gerçekliğine ilişkin tek bir laf etmemişlerdir. Cadı avıyla kazana atılan muhabir ve Milliyet yöneticilerinin yayımladığı tutanağın gerçek olmasının hiçbir değeri yoktur. Önemli olan burada gücü elinde bulunduranların vereceği tepkidir. Nitekim ilk esaslı tepki Balıkesir’de Başbakan Erdoğan’dan “Batsın bu basın” şeklinde geldi. Keza Erdoğan, salı günü grup toplantısında kendisini “milli yayın yönetmenliği”ne yükseltecek konuşmasıyla basın hayatında yeni bir çığır açtı. Başbakan böyle der de gazetenin sahibi durur mu? Yüreği “milli duygularla” dolup taşan gazetenin patronu Erdoğan Demirören gazetesine koşturup, Derya Sazak’a “milli menfaatler” yönünde yayın yapması konusunda uyarılarda bulunması bir yana, yakın tarihimize tanıklık eden ve bunları not ederek yazan Hasan Cemal’in yazmamasını talep etti. Hasan Cemal gibi bir gazetecilik devini susturmayı talep etmenin gerekçesi “milli menfaatler” olduğu gün, gazetecilik zaten battığı kadar batmıştır ve aslında başka söze gerek yoktur...

Yakın geçmişe göz atalım

Biz yinede 30 yıldır dökülen kanda aslan payını alması gereken medyanın “milli menfaatler” adına geçmişte neler yaptığına bir bakalım. İleride belki faydası olur. 90’lı yıllarda savaş bütün hızıyla sürüp köyler yakılarak boşaltılırken, medya İstanbul Ayamama Deresi kenarında Bedrettin Dalan’ın peşkeş çektiği arazilere plazalar yapıp sefa sürmekle meşguldü. O plazaların siyah renkli camlarından ne yakılan köyler, ne sokak ortasında öldürülen gazeteciler ne de faili meçhuller görünüyordu. Savaş büyüdükçe gelen asker cenazelerinin hikâyelerini yazmak ve kahramanlaştırmak, “milli menfaatlerin” gereğiydi. Öyle de yapıldı. Dağlarda gençler, sokaklarda insanlar ölüyor, içlerinde yüzme havuzları, barları olan plazalarda “milli menfaatler” doğrultusunda halktan kopuk başka bir hayat yaşanıyordu. Her şey iyi güzel sürerken araya bir “ayrık otu” girdi. Seçimlerde birinci olan Refah Partisi, DYP ile koalisyon kurdu. İşte bu, mevcut gücü elinde bulunduranlar için menfaatlere uygun değildi. Bu amaçla Sincan’da tanklar yürürken medyanın iki büyük gazetesinin orada bulunması tesadüf değil, “milli menfaatlerin” gereğiydi. Sonrası hepimizin malumu...

2002 yılında AKP iktidara geldiğinde Erdoğan için atılan “Muhtar bile olamaz” manşeti işte bu menfaatlerin ürünüdür. Yani tamamen millidir. Biz o manşeti atanların iyi niyetinden asla kuşku duymadık. Sonra karargâhlarda ardı ardına yapılan darbe planları ve bu planlara halk desteği sağlamak için gazetelerin yaptığı çabaları, “milli menfaat” vurgusu yapmadan nasıl açıklayabiliriz. Gazetecilerimiz o kadar “milli” duygularla dolup, taşıyordu ki bazıları Hrant Dink’in katiliyle empati kurmaktan kendini alamadı. Taraf gazetesi işte bu “milli menfaatlere” uygun gazetecilere inat ayrık otu olarak çıktı. Karakolların basılıp askerlerin ölmesini sorguladı. Bunun “şike” baskınlar olduğunu, karakolların saldırıya açık hedef haline getirildiğini öne sürdü. Bu yayınlar en çok içinde “milli hassasiyetler” olmadan sokağa adım atmayan gazeteleri ve gazetecileri rahatsız etti. Enerjilerini gerçekleri ortaya çıkarma değil, karartma üzerine kurgulayan gazeteler ve gazeteciler, şimdilerde Erdoğan’a destek veriyor. Başbakan 30 yıldır süren kanı durdurmak için sadece elini değil, her şeyini ortaya koydu ve de kararlı görünüyor. Bu barışı istememek için kanla beslenen vampir olmak lazım. Barışın yolu ise, zaman zaman canımızı yaksa da gerçekleri bütün çıplaklığı ile yazmaktan geçiyor. Gücün karşısında ellerini kavuşturup, boynunu büken kapıkulu gazeteciler yeterince var, arada “ayrık otu” gazeteciler de olsun be... En çok onlar gerekli.

Tuncer KÖSEOĞLU / TARAF