Zanzibar’da tropik meyveler, beyaz kumsal ve hülyalı gecelerle
geçecek tatil rüyam Müslümanların kiliseleri yakmaya başlaması ile
sona erince Istanbul’da arkadaşlarım ile Kurban Bayramı’nı
kutluyoruz. Zenginiz çok şükür (eh yeni dönem idolümüz de Ali
Ağaoğlu): annem hipopotam kesince ben Japonya’dan bir klon panda
ısmarladım; Gucci logolu malum zaman el arttıranın zamanı. Olmazsa
Ağaoğlu’nun reklamlarda bindiği beyaz atı da kesebilirim.
Beyaz at mı klon panda mı derken, arada her laik- Müslüman- aklı
karışık Türk gibi türlü içki mekânlarında yol göstericimiz Zekeriya
Beyaz’ın izinde pembe ağırlıklı şampanya tüketimimize devam da
ediyoruz (panda eti ile şampanya içebilirsiniz açıklaması yapmıştır
nasılsa arada). Ediyoruz ve biliyoruz; bir on hadi bilemediniz
yirmi sene sonra filan bu masalarda, bu sayfalarda, bu gazetede
yazılan konuşulan, yazan ve konuşanların adı sanı kalmayacak
nasılsa ne bizim ne başkalarının hatırında.
Tampopo’nun şeftalileri
Ama heyhat, burası Ortadoğu ve Balkanlar’ın yüksel ki yerin burası
değildir ülkesi! Sinan Çetin’in büyük yönetmen, Ertuğrul Özkök’ün
açık sözlü ve dürüst, Ömür Gedik’in sinema yazarı olduğuna
(rahmetli kedim daha iyi anlardı sinemadan; en azından eş
torpilinden kedi değildi diyelim) inanan insanlar elbette Zeki
Müren’in evi ya da Müzeyyen Senar’ın bilinmeyen gizleri
belgesellerini yapmakla meşgul birinin özgürlük savaşçısı,
Nişantaş’taki abajurcu dükkânından Park Şamdan’a gezerek
“Başbakan beni kovdurdu” mağdurluğuyla içimizi
kanırtan aa bir de meğer yazmadığı gazeteden hey ay milyarcıkları
hâlâ cebine indirdiği söylenen bir diğerinin de Halide Edip
olduğuna inanırlar.
Eh böyle bir ülkede hakikati kabul etmek de ettirmek de elbette en
zor şey. Yaşlandığını kabul etmek, aynaya baktığında çok da güzel
olmadığını, saçlarının döküldüğünü, alnında kırışıkların,
gözaltlarında torbaların olduğunu, aslında pek de önemli
düşüncelerin olmadığını, bir gün ölüp gitsen çok değil bir kaç
seneye bugün adını peygamber gibi ananların kendilerine başka
kâbeler buluvereceğini kabul etmek daha da zor. Ama neticede laik
bir ülkedeyiz; herkesin peygamberi kendine. Benim kutsal kâsem de
Tampopo filmi olabilir o zaman mesela; hiç durmadan yumuşak
yerlerinizi sıkarak sonsuz kovalamalar içinde geçen bir ömre de
razıyım yani. O yumuşak yerlerin işte bendeki adı sanırım
hakikat.
Hak eden derviş
İşte o nedenle; nasıl ki Nedim Gürsel’in Almanya’da önemli bir
ödüle aday olduğunu yazdım başka gerçekleri de işime (ya da
işinize) gelsin gelmesin yazarım. Bu köşede ilk yazıdan başlayarak
duruşunu acımasızca eleştirdiğim (ve allah için gıkını çıkarmayan)
Elif Şafak yurtdışında iyi bir iş yapıyorsa işte onu da benden
duyun istedim.
Bir süredir Londra’da yaşayan Elif Şafak, İngiltere’de çeviri
edebiyatın en ciddi ödülü sayılan Independent Foreign Fiction
Prize’ın jüri üyesi oldu bu sene. Milan Kundera’dan Magda Szabo’ya
Saramago’don Umberto Eco’ya bu ödülde finalist olmuş yazarları
hatırlayınca kendisinin pekâlâ da önemli ve prestijli bir göreve
getirildiğini anlayabiliriz.
İngiltere’de bir sene içinde yayımlanmış tüm çeviri romanların
arasından en iyisini seçecek olan Şafak’ın önüne gelecek olan çok
ilginç kitaplardan biri ise bu ödülün gediklisi olan ve ilk
verildiği 1990 yılında bu ödülü kazanarak adını duyuran, daha
sonraki yıllarda da başka kitaplarıyla finalistler arasına giren
bir büyük Nobel’li yazarın kitabı. Evet, ilk romanlarından Sessiz
Ev bu sene İngilizceye çevrilerek yayımlanan Orhan Pamuk’un
kitabını Elif Şafak okuyup değerlendirecek bu ödül için. Sonuç ne
olursa olsun konuşulmaya aday bir seçim bu...