Medya
31 Tem 2011 18:06 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:37

NECDET ÖZEL, HARBİYE MARŞI'NI DEĞİŞTİRECEK Mİ?

Akşam'ın tarihçi yazarı Gürkan Hacır, Genelkurmay Başkanı ve 3 kuvvet komutanı emekliliğini isterken görevde kalmayı yeğleyen Jandarma Genel Komutanı Org.Necdet Özel'in tavrını eleştirdi.

Tüyleri diken diken eden Harbiye Marşı’nı hatırlarsınız: ’Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti / Cehennemler kudursa ölmez nigahbanıyız!’ Acaba Türk ordusu kanla irfanla kurduğu cumhuriyetin nigahbanlığından (koruyuculuğundan) vaz mı geçiyor? Yani bir zamanlar cumhuriyetin nigahbanıydı, ya şimdi...

Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız / Tufanları gösteren tarihlerin yadıyız...’ Ne coşku dolu, ne gurur verici bir marştır. Ankara’da Kara Kuvvetleri salonunda Yıldız İbrahimova ve korosunun seslendirdiği bir günü hatırlıyorum. Gazeteciler, misafirler ve tabii ki subaylar hepimiz ayakta ve ağlayarak dinlemiştik...
Önceki akşam saatlerinde yaşanan kriz sonrası yazımı değiştirmeye karar verince Harbiye marşındaki o mısrayı düşündüm. ’Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti / Cehennemler kudursa ölmez nigahbanıyız!’ Acaba Türk ordusu kanla irfanla kurduğu cumhuriyetin nigahbanlığından vaz mı geçiyor? Nigah, ’bakış’ demek, ’nigahban’ gözcü, bakıcı, koruyucu. Yani cumhuriyetin koruyucusu kollayıcısı. Üstelik bu nigahbanlık sadece marşta kalan hamasi bir söz de değil. TSK için yasayla da belirlenmiş bir görevdir. İşte burada temel sorun geliyor karşımıza düğümleniyor. Türkiye’de ordu, devletin ordusu mudur, yoksa rejimin ordusu mudur?
Bu sorunun cevabını biraz sonraya bırakalım...
Ama ben Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Necdet Özel’in tavrına dikkat çekmek istiyorum.

ARKADAŞINI SATMAK...

Düşünsenize!.. Sizden başka üç kuvvet komutanı ve Genelkurmay Başkanınız bir karar alıyor ve istifa ediyor. Artık kuvvet komutanlarına kadar dayanan soruşturma ve tutuklamalara bir dur demek istiyor. Dahası kapalı kapılar ardında YAŞ için ne gibi savaşlar dönüyor? Bilmiyoruz... Ve hükümetin elini zora sokmak ve köşeye sıkıştırmak için rest çekiyor. Siz ise bu tavrı yok farz edip hemen koştura koştura Başbakanlığa gidip Genelkurmay Başkanlığı’nı devralıyorsunuz. Buna en kibarından ’arkadaşını satmak’ denir. En yüksek 4 paşayı rahatsız eden şey neydi? Necdet Özel neden hiç rahatsız olmadı?
Peki yakın tarihimizde arkadaşlarını satan komutanımız hiç olmadı mı? Olmaz mı? Çok uzağa değil sizi 1971’e götüreceğim. Koşar adım 12 Mart’a gittiğimiz günlerde bakın neler yaşandı?

Orduda hareketlenme, 1965 seçimlerinden sonra başlamıştı. Ama asıl büyük kıpırdanma 1969’dan sonra oldu. Sokaklardaki kıpırdanma orduya da yansımıştı. Sol Kemalist bir müdahaleye hazırlanan birden fazla grup vardı. Üstelik içinde yazar, aydın, sendikacı ve öğrencilerin de bulunduğu onlarca grup, ordunun gücünü de arkasına alarak bir müdahaleye hazırlanıyordu.

TAĞMAÇ ABD’YE YAKINDI

1970’e gelindiğinde artık ihtilal günü konuşuluyordu. Ama bakın o günkü komuta kademesini doğru özetlemem gerek. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’tı. Daha sonradan çıkan belgelerden de anlıyoruz ki Tağmaç Paşa Amerika’ya yakındı. Onun hemen altında yer alan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ise sol-Kemalist cuntaya yakındı. Onun altındaki Genelkurmay Planlar ve Prensipler Daire Başkanı Korgeneral Atıf Erçıkan ise doğrudan MİT’e dolaylı olarak da Amerika’ya bilgi sızdırıyordu. Cuntacıların toplantılarına sırtında teyple giriyor ve prostatım var diyerek sık sık tuvalete gidip, orada kaset değiştirip geliyordu. ( 9 Mart cuntasını deşifre eden isim olarak Mahir Kaynak bilinir. Asıl büyük deşifrasyonu yapan Atıf Erçıkan’dır.) Peki onun altında kim vardı? Tümgeneral Celil Gürkan! O da Kemalist/sol cuntanın en kilit adamıydı.
Yani ABD işini hiç şansa bırakmamıştı. Adeta bir fermuar gibi bir kendine yakın subayı, bir karşı tarafın subayını yerleştirmişti. Tayin ve terfi sisteminin içine kadar girmişlerdi. Ve her yüksek rütbeli subay için yazılı kriptoları ve istihbarati bilgi notları mevcuttu. Kim hangi görüşe yakın vs...

ALGIMIZIN FELÇ EDİLDİĞİ GÜNLER

AlgImIzIn tamamen felç edildiği günleri yaşıyoruz. Seçimlerdeki propagandaları hatırlayın. İsmet Paşa’nın 1944’teki icraatını eleştiren bir siyasi, son 65 yıldır Türkiye’yi sağ partilerin yağmaladığını unutuyor.
Şimdi aynı şey ordumuz için yapılıyor. Kendini ne zaman savunmaya kalksa askeri vesayet ve darbe suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. Olağan şüpheli!
Düşünsenize bir belediyeden bir zabıtayı gözaltına almaya kalsanız arkadaşları birlik olur ve vermemek için direnirler. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri... En yüksek rütbeli subaylarına dokunuluyor, kozmik odası tarumar ediliyor, gizli yazışmaları telefon görüşmeleri ortalıkta geziyor... Kılını kıpırdattı mı? Tepki vermesi yasak bir kurum halinde TSK. Bu son olayda bile TSK verilebilecek en demokratik tepkiyi verdi. Daha ne yapmasını bekliyoruz ki?
Şimdi sıra geldi başta sorduğum yakıcı sorunun cevabını vermeye...
Ordumuz devletin ordusu mudur yoksa rejimin ordusu mudur?
Yani Türkiye bir ’İslam Cumhuriyeti’ne dönüşse ordu yine aynı azim ve kararlılıkla görevini yapmayı sürdürecek mi? Yoksa ’rejimin muhafızıyım ben’ diyecek ve önüne set olmaya mı çalışacak?
Cumhuriyet tarihimiz boyunca askerimiz daima rejimin koruyucusu ve kollayıcısı olmuştu. Yani ’Cumhuriyet’in Nigahban’ıydı... Ama şimdi roller değişiyor. Artık ondan koruma ve kollama görevi istenmiyor. Yani artık cumhuriyetin değil milletin / devletin ordusu olması isteniyor.
Tıpkı adının önünde bulunan cumhuriyet sözcüğüyle kavgalı bir grup savcımızın olduğu gibi. O zaman bana da bu soruyu sormak kalıyor.
Yeni Genelkurmay Başkanımız Necdet Özel, Harbiye Marşı’nı da değiştirecek mi? Hadi değiştirmedi diyelim. En azında ’nigahban’ı sözcüğünü çıkartacak mı?

9 MART’LA OLAN BENZERLİKLER

9 Mart meselesini uzun uzadıya anlatacak değilim. (İç içe geçmiş 2 hareket olan 9 ve 12 Mart olayları ve o döneme ilişkin, Erol Bilbilik’le hazırladığımız kitap birkaç ay sonra yayınlanacak.) Ama şu kısa benzerliklere işaret edeyim:
- Ordu hiçbir zaman tek vücut olmadı.
Bir komutan tek başına hareket ediyor, yakın silah arkadaşları tarafından yalıtılıyor gibi gözükse de ABD ondan yana tavır aldığı için en güçlü o olur. Ve ona dokunulamaz.
Bknz: Memduh Tağmaç!
Bknz: Hilmi Özkök!
Yani TSK’da hiç kaybetmeyecek kart pro-Amerikan karttır. Bakınız, sadece aklından darbe sözcüğünü geçirenler bile içeriye atılırken en yakın iki darbe girişimimizin mimarlarının ifadesini almak kimsenin aklına bile gelmedi.
Öyle ya 28 Şubat’ın komutanı İsmail Hakkı Karadayı ile kudretli paşası Çevik Bir ve 27 Nisan e-muhtırasının sahibi Yaşar Büyükanıt’ın ifadesi bile alınmadı! (Çevik Bir’in gizli saklı gelip, öğlen yemek arasında verdiği o uyduruk yarım yırtık ifadeleri sakın söylemeyin veya Büyükanıt’ın çağırıldığı alakasız Şemdinli ifadesini...)
- Önemli olan ordunun darbe yapması, demokrasiye ara verilmesi falan değildir. ABD’nin planına uygun davrananın her zaman başı okşanır.
Memduh Tağmaç büyük bir darbeyi önledi önlemesine ama kendisi de briç turnuvası yapmadı. O da demokrasiye ara veren bir muhtıraya imza attı.
Askeri vesayetini kurdu. Ama bir farkla ABD’nin isteği doğrultusunda hareket ediyordu. Ve solcu gençlere karşı kin ve nefret doluydu. Acımasızdı...
- Subaylarımızda anlık yer değiştirenler hep olur.
Bknz: Orgeneral Muhsin Batur. Aralık 1970’te Atıf Erçıkan’ın cuntanın içine sızdığını ve bilgileri aynı anda ABD’ye verdiğini öğrendiği anda çark etti. İşin daha kötüsü arkadaşlarını 3 ay boyunca idare etti. Onları ateşe kendi elleriyle attı. Batur’dan daha saf olan Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ise son ana kadar arkadaşlarının yanındaydı. Ama son bir hafta o da kazanacağını düşündüğü hizibin yanında yer aldı. Arkadaşlarının cezaevine gidişini seyretti.
- ABD artık uluslararası siyasette birçok enstrümanını değiştiriyor.
Türkiye gibi ülkelerde de artık asker üzerinden dizayna son veriyor. O yüzden dönem dönem istismar edip teşvik edebileceği Kemalist / idealist subaylara gereksinimi yok. Sosyalistler kalmadı, radikal İslam’ın başı ezildi. Kemalist subaya da artık ihtiyacı yok.

Gürkan HACIR/AKŞAM