Medya
28 Mayıs 2011 18:45 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:24

KİM TAKAR ENTELEKTÜELİ? BANA AVAMIN ALKIŞLARI YETER!..

Yılların deneyimli gazetecisi Atilla Akar, Başbakan Erdoğan'ın “Entelektüel desteğe ihtiyacımız yok. Benim halkımın desteğine ihtiyacım var" sözleri üzerine ne yazdı?

Kim Takar Entelektüeli? Bana Avamın Alkışları Yeter!..(“Yandaş Aydın” Olsaydım Çok Gocunurdum!) 

Ünlü Fransız Existansiyalist (Varoluşçu) düşünürü J.P. Sartre’ın aydınlar üzerine söylediği “aydın, üzerine vazife olmayan işlere karışan kişidir.” tanımlaması bugüne kadar yapılmış en güzel aydın tanımlarından birisidir bence. Bu anlamda aydının ya da onunla eş anlama gelmek üzere “entelektüel”in (“Münevver” de denebilir) tarih boyunca özellikle iktidarlar gözünde “rahatsız edici” bir “varlık” olması hiç şaşırtıcı değildir. Zaten bu “kurcalayıcı”lığı atın geriye aydın diye pek bir şey kalmaz! 
 
O yüzden gene tarih boyunca her gerçek aydının iktidarlarla arası iyi olmamış, eleştirel tutumuyla iktidarlarla sürtüşmüş ve çoğu kez de bunun bedelini ağır ödemiştir. Bu yüzden her iktidar –şu veya bu oranda- aydınlardan bilinçaltlarında nefret etmiş, bu nefretini her fırsatta açığa çıkartmış, istenmediğini hissettirmiş yahut doğrudan susturmaya yönelmiştir. Bir anlamda aydının tarih boyunca kaderi ya da çilesidir bu…
Dolayısıyla aydın her dönem –iktidarın tandansına bağlı olmaksızın- iktidarlar karşısında –şu an bu vasfı unutulsa bile- “bağımsız” tavrını korumuş, iktidarların ideolojik cephaneliğinde bir “silah” olarak kullanılmasına izin vermemiş ve “herkesin siyah dediğine beyaz diyebilen kişi” olmuştur. (Bu da benim tanımımdır!) Aydını aydın yapan en temel özelliklerin başında bu tavrı gelmiş, bir turnusol kâğıdı gibi diğerlerinden “ayrıştırıcı” niteliği bu olagelmiştir. İşte zaten sırf bu yüzden “mürekkep yalamışlar”, “ağzı laf yapanlar”, “kuru kuruya bilgi biriktirenler”, titr yahut “köşe sahipleri” çok olsa bile “aydın”ın az olması eşyanın tabiatına uygundur.
Ayrıca aydın sadece temel ihtiyaçları ile yetinmeyen (Yemek, içmek, barınmak, üremek vb gibi), bunun ötesine taşıp, bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi bir “ihtiyaç” olarak bu listeye ekleyen ve bilmeyi şehvetle arzulayan kimliğin adıdır. Bu belki de onu “sıradan insan”dan ayıran en temel özelliktir. Sıradan insanın böylesi bir arzusu, arayışı yoktur. O bilmekten ancak “dedikodu”, “magazin” bilgileri, papağan gibi tekrarlayacağı sloganları anlar ve bununla yetinir. O yüzden tarih “sıradan insanları” değil, entelektüelleri yazar!
 
Bunun tersine olarak iktidarlar ve siyasetçiler ise avamın ön yargılarını çığırtkanca pohpohlarlar, onu sadece bir “oy deposu” olarak gördükleri için onların hoşuna gidecek cümlelerle, vaatlerle süslenmiş “propaganda”larını sürdürürler. Düşünmelerini, soru sormalarını istemezler. (Zaten geniş kitlenin öyle bir “özelliği” de yoktur!) Bu tutum amaçlarıyla uyumludur ve daha ötesini zaten istemezler. Bir dahaki seçime kadar onları desteklemeleri ve sandık başına gittiklerinde mührü kendi partilerine basmaları yeterlidir. “Demokrasi oyunu”nun bir gereğidir bu ve zaten bu durumda kimse parlak “entelektüel tartışmalar” yapılmasını beklemez!
 
Gene tarih boyunca iktidarlar bazen –özellikle totaliter rejim ve dönemlerde- “aydın düşmanlığını” bir “siyasi söylem” haline getirerek, bir “stigmatizasyon” (damgalama) 
Nesnesine dönüştürerek, dışlamacı bir tutum geliştirerek, sanki devleti entelektüeller  yönetiyormuş, alınan kararların altında onların imzası varmış gibi “günah keçisi” statüsüne sokarak, düşmanlaştırarak, “öteki”leştirerek, hatta ve hatta hedef gösterip bir tür “linç”e davetiye çıkartarak (Hapislere tıkmak yetmiyor demek ki!) ve bunu adeta bir “kampanya” haline getirerek tasdik etmişlerdir.
 
O yüzden özellikle bizim gibi –Toplamda eğitim ortalaması 5’i zor bulan, ilkokulu bile bitirememişler ya da ite kaka bitirmişlerin dominant profil olduğu yerlerde- aydın düşmanlığı yapmak son derece “sakıncalı” bir durumdur. Türkiye bunun bedelini 1993 Sivas’ında ödemiştir. Çünkü bana göre Sivas olayı “dinci” görünüm alsa da temelinde avamın aydınlara olan kışkırtılmış nefretinin bir ürünüdür.
 
“YANDAŞ AYDIN” OLSAYDIM ÇOK GOCUNURDUM!
O nedenle Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın entelektüellerle ilgili bir soru üzerine uçakta iken sarf ettiği sözlerini hayli “manidar” hatta “tehlikeli” buldum. Sayın başbakan  “Entelektüel desteğe ihtiyacımız yok. Benim halkımın desteğine ihtiyacım var. Birinci derecede halkın dilidir bizim için önemli olan. Entelektüel kesimin değer yargısıyla bizim yargılarımız örtüşmüyor. Örtüşemez de...” şeklinde konuşmuş. Sayın başbakanın oldum olası kitaplarla, okumayla, entelektüel düşünme faaliyeti ile arasının pek “iyi” olmadığı biliniyor. (Bu anlamda “toplumsal ortalama”ya hitap ediyor yani!) Bu noktada sözlerini hiç yadırgamadım. Ancak entelektüel faaliyeti bir “değerler” tartışmasına çekmesi, alışık olduğu kulvarda değerlendirmesi oldukça irite edici. Yoksa “Benim halkımın desteğine ihtiyacım var.” demesi o kadar şaşırtıcı değil. Fakat “entelektüel desteğe ihtiyacım yok” demesi benim açımdan olmasa da “birileri” açısından hayli sarsıcı, hayal kırıcı olsa gerek.
 
Çünkü ben bu öfkeli beyanı en çok “yandaş aydınlar” açısından “üzücü” buldum. Bir çırpıda silinivermek, yok sayılmak, entelektüelden sayılmamak, manen kapı önüne konulmak buna derim. ( Bu konuda başbakanla aynı fikirdeyim! Bende bazılarını “entelektüel”den saymıyorum ve hakikaten onlara ihtiyacımızın olmadığına inanıyorum!) Sen o kadar cevval çalış, kaleminden kan damlasın, hükümete toz kondurma ve sonunda kıymetin bilinmesin çok acı! Ben onların yerinde olsaydım fena halde gocunurdum hatta “Eyvah, bize ihtiyacı kalmadı galiba!” deyip paniklerdim. (Nitekim Mehmet Altan doğru bir içgüdü ile fena halde alınmış olacak ki hemen bugünkü Star Gazete’de “Entelektüeller ve Başbakan” başlıklı bir yazı döşenivermiş. Ben adamın “ayağının altından toprağın kayıyor olduğunu hissetmesi” diye buna derim!) Yani horlanmanın bu kadarı olur. Çok yazık, kıymetleri bilinmemiş! 
 
Öyle veya böyle, soyut düşünce üretenlerin, somut politika yapanların nezdinde “değersiz” bulunması hiç şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan bu aşağılanmayı hazmedenlerin, yaranmacılıkta birbirinin üzerine basanların halen ortalarda “aydın”, “entelektüel” diye dolaşmaları, kendilerini öyle pazarlamalarıdır…

Atilla Akar/İNFİAL