Medya
16 Mayıs 2010 16:58 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:18

İSTANBUL'DAN MALKOVİCH GEÇTİ! ÜSTÜMÜZDEN FENA GEÇTİ…

Malkovich de bir daha böyle kötü oyunlarla Türkiye sınırlarından girmesin, giremesin! Nedim Saban yazdı.

İSTANBUL’DAN MALKOVİCH GEÇTİ! ÜSTÜMÜZDEN FENA GEÇTİ…

Geçtiğimiz yıl İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın, Rumelihisarında 2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında düzenlediği  Amos Gitai’nın her anlamda sürünen  Jeanne Moreau’lu gösterisini  yarıda terk ettiğimde, yazımı  yönetmen Amos Gitai,  “İstanbul’da bir yerlerde halen  şiş kebap filan yiyorsa derhal sınırdışı edilmelidir” diye  sonlandırmıştım.

Cuma gecesi, Lütfü Kırdar’da  John Malkovich işkencesini izledikten sonra, sınırdışı edin desem mümkün değil, adam  çoktan toplamış bavulunu,   “ Being John Malkovich” e sığınarak  hergün başka bir şehirde zaten ! Ben, bu oyuncuya T.C vizesi vermeyin artık diyorum! Kenter Tiyatrosu Kraliçe Lear’i sergilemek için A.B.D’de vize engeline takılması bende şu çağrışımı yaptı:  Malkovich de bir daha böyle kötü oyunlarla Türkiye sınırlarından girmesin, giremesin!

Yollayın onu Chicago’da, kariyerine başladığı Steppenwolf Tiyatrosu’na, orada tekrar  modern tiyatro hakkında yeterlilik eğitimi alsın,  havaalanında audition yaptırtıp, sonra vize verirsiniz! Zaten gözünüzde büyüttüğünüz bu Malkovich’in dünya tiyatrosunda son yıllarda doğru dürüst oynadığı bir tek saygın tiyatro  prodüksiyonu  yok.   Sözgelimi Shakespeare prodüksiyonlarında yer alan Al Pacino, Philippe Seymour Hofman gibi değil yani, almış eline bavulunu, Malkovich adına sığınarak, kent kent dolaşıyor. İstanbul  Tiyatro Festivali’nde oynadığı bu oyun ise, Viyana Festivali’nin resmi programında yer almadı.

Malkovich oyununun 40 ila 150 lira arasında değişen biletleri İstanbul Tiyatro Festivali’ni ticari olarak mutlaka ayakta tutmuştur: Bu zamanda koca bir festivali  yaşatmak zor  tabi. Fakat,” bayi toplantılarındaki   star sunumu “kıvamındaki  bu gösteriyi (gösterişi)   festivalin en iddialı yapımı olarak lanse etmeleri acınılası bir durum!

Bu oyunun gizli görüntüleri önceden  internete düşse,  sorumlu teatral merciler mutlaka istifa ederdi  ! Ama kentimizin tiyatro zevkini belirleyen Prof. Dikmen Gürün, koltuğuna sıkı sıkı yapışmış. Festivalde bu yıl tiyatroseverleri öfkelendiren “Cinecitta Aperta” oyunu gibi bardağı taşıran  pek çok felakete rağmen, Dikmen Hoca  gitmiyor, gidemiyor. Festivalin danışma kurulundaki saygın tiyatro adamları bu rezaletler  Türk halkına reva görülmeden önce, şöyle bir  izlemiyorlar mı Allah aşkına?  Devlet Tiyatroları’nın Adana, Trabzon, Antalya Festivalleri, TAKSAV’ın Ankara Festivali  uluslararası alanda o kadar iddialı ki, bu gidişe dur denmezse, İstanbul Tiyatro Festivali miyadını doldurarak, tarihe gömülecek.

John Malkovich’ler, Jeanne Moreau’lar, Fanny Ardant’lar, Türkiyenin bir üçüncü dünya ülkesi olduğu düşüncesiyle, buraya ezberlemeyi bile gerek duymadıkları  oyunlarla şöyle bir  uğramaktan vazgeçmeli! İKSV bu duruma müdahale edemiyorsa, bu starlara vize uygulamasında en ağır sanatsal şartlar aranmalı. Bu kişiler İstanbul’a sokulmamalı, kapıdan lokumla uğurlanmalı.

Malkovich, medyayı maymun eden bir seri katilin yaşamını barok müziği eşliğinde anlatmayı seçebilir. Oyun, Avusturya’da, Avusturyalı bir karakteri anlattığı için ilgi de çekmiş olabilir. Şu anda turistik gösteri kıvamında, “Cats” müzikali gibi, tüm dünyayı da dolaşabilir ama İstanbulluları kandıramadığı bilinmeli. Kibar beyler hanımlar oturdukları yerden  nazikçe alkışladılar ve düşleri çalınmış olarak, kongre vadisi tabir edilen berbat yerde,  bir türlü dikilemeyen kaldırım taşlarından  çamurları aşarak evlerine koyuldular.,

Bazıları illa birşey beğenmiş olmak  için, Avusturya’lı sopranoları beğendi. Bir de  sound check bile yapmaktan aciz olan  barok orkestrayı! (oysa orkestra üyeleri oyun sırasında sahneyi devamlı terk ederek sesçiyi fena halde  azarladı)  Ayrıca  bırakın da, Mozart’ın memleketinin insanları  azıcık klasik müzik bilsin  değil mi? Avusturya’lılareın müzik çalmasına şaşıranlare,i   Jeanne Moreau’nun da Fransızcasını beğenmişlerdi. Sanki bir oyuncunun anadilini artiküle etmesi  mucizeymişçesine! Bu kez Malkovich’in İngilizcesini beğenemediler, çünkü beceremediği Avusturalya aksanıyla işi berbat etti.

Bir de altyazı tercüme faciası yaşandı: orkestra şefini üstat diye çeviren,  temcit pilavı tipi alaturka ifadelere yer veren,   going to the market’i pazar yerine gitmek (Beşiktaş mı, Alaçatı mı?)   diye dilimize “kazandıran” şeytani komedya  faciası!

Ağca’ların televizyon starı olmaya aday olduğu bu memlekette,  hapisten çıktıktan sonra  Nobel ödüllü yazar Gunter Grass’ı bile masum olduğuna inandıran bir katilin öyküsünü paylaşmak hoş  bir fikir olabilirdi, ama Malkovich’in tekleye tükleye metinler okuduğu ilkel bir okuma tiyatrosunda sahneye sadece seksist öğelerin taşınması  tiksindiriciydi! Kadına şiddeti kınamak için kadına şiddeti  böylesine çirkince teşhir etmek mi lazım? Sahne estetiğini bulmuş, sanatsal  dilini yaratmış  bir oyunda bunu kabullenmek mümkün ama, aktör orada metni okurken, yeri geldiğinde de sırf bizi etkilemek uğruna, dekor ve kostüm gerektirmeyen  ucuz, seksist bir ayrımcılığa başvuracak, lütfen buna vize vermeyelim.

Jeanne Moreau’yu izlediğimde çocukluğumun Jules ve Jim’i ölmüştü. İstanbul halkına reva görülen bu işkenceyi izlediğimde ise, düşlerimi sıkı sıkıya koruduğumdan mıdır nedir, artık hiçbirşeyimi öldürmelerine izin vermedim.  Sadece yuhalamak  bağırmak, isyan etmek, sesimi Nejat Eczacıbaşı’ya duyurmak istedim.           

Nedim Saban/nedimsaban@superonline.com

 


 

ETİKETLER
#nedim saban