Medya
06 Oca 2013 09:00 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:35

"İÇERİDE YATMAMIZ DEVLETİ AHTAPOT GİBİ SARAN GİZLİ YAPIYI ORTAYA ÇIKARDI"

Odatv Davası'nda iki yıl tutuklu kalan gazeteci Soner Yalçın, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a çarpıcı açıklamalar yaptı

İçerde yatmamız devleti ahtapot gibi saran gizli yapıyı ortaya çıkardı

Levent’te bahçeli bir ev.

Heyecan içinde zili çalıyorum.
İşte karşımda Soner Yalçın.
Gülümsüyor.
Bir süre afallıyorum, çünkü onu en son mahkemede görmüştüm. Yaşadığım sahnenin gerçekliğine inanmam biraz zor oluyor.
O ise çok neşeli, dalgasını geçiyor.
Gençleşmiş, kilo vermiş, saçları değişmiş.
“Eski Soner” diyeceğim ama değil…
Eskisinden daha açık sözlü birini buluyorum karşımda. Bir perde kalkmış gibi. Rahatlamış, aklından ve kalbinden geçen her şeyi söylüyor.

*

Bu arada yaşadığı ev beni çok şaşırtıyor.
Ev, dekorasyon dergilerinden fırlamış gibi. Bütün tasarımı sevgilisine ait. Çok modern bir ev. Her köşesiyle ayrı uğraşılmış.
Belli ki Soner de eviyle gurur duyuyor. En çok kütüphanesini seviyor, yüksek duvarların tamamı kitapla kaplı ve bir duvarı cam, minik bir bahçeye bakıyor.
Bu evde sadece beş ay yaşayabilmişler, sonra Soner iki sene yok…
Ama şimdi karşımda ve ben onunla konuşuyorum…
Yaşananları yeniden gözden geçiriyoruz…

İki yıldır içerideydin, artık özgürsün. Kendini nasıl hissediyorsun?
- İyiyim, enerjiğim. Ama bir kırılganlığım da var. İçeride kalanlar yüzünden. Buradayım, ama aklım hep onlarda…

Hayatında değişen bir şeyler var mı?
- Olmaz mı? Eskiden bilgiye ve zekâya önem verirdim, artık benim için önemli olan, ahlak ve vicdan. Siyasi görüşü ne olursa olsun, yeter ki vicdanlı olsun…

“Hiç çıkamayacağım buradan” diye düşündüğün oldu mu?
- Hayır. Girdiğim günden itibaren, “Bir gün gelecek bu kapı açılacak” dedim, iki yıl sonra da açıldı. Tabii benim şöyle bir avantajım var: Sol mahallenin çocuğuyum, bizim kültürümüzde cezaevi, üniversitedir. Düşüncelerinden dolayı içeri girmek onurdur.

Yani ‘kahraman’ gibi mi hissediyorsun kendini?
- Asla! Ben o sözcükten korkarım. Hayatta hiç kahraman filan olmak istemedim. Benim mesleğim gazetecilik. Öyle de kalmak istiyorum. 170 yıllık basın tarihinde, meslektaşlarımız çok büyük bedeller ödedi, o bayrağı yere düşürmediysem ne mutlu bana…

Gençleşmiş duruyorsun…
- Öyle mi? İçeri girerken söz verdim, kendimi bırakmayacağım, buradan güçlü bir şekilde çıkacağım, her gün spor yapacağım diye. Sürekli yürüdüm. İki yolu var yürümenin, bir Türk usulü gidip gelme, bir de Rus usulü olduğun yerde dönme. Ben Rus usulünü benimsedim. 10 küsur kilo verdim.

Saçın da değişmiş…
- Gözaltı, tutuklama derken, berbere gidemedim. Cezaevinde Adanalı bir kalpazan vardı, o kesti. Ben aslında, hayatım boyunca tanınmak istemedim. İsim olarak bilinebilirsin ama tanınmak başka bir şey. Ama artık yüzüm de tanındı, “Sakalımı mı kessem acaba?” dedim. Kalpazan berber, “Abi sakalını hayatta kesmem. Ama sana kalpazan modeli bir saç keserim!” dedi. Cezaevinde adli suçlarda da vahim şeyler yaşanıyor. Bu berber çocuk neden yatıyor biliyor musun? Dosyası kayıp! Mahkeme diyor ki, “Ben Yargıtay’a gönderdim”, Yargıtay ne dese beğenirsin: “Bende dosya mosya yok!”

Ne tür bir klostrofobi oluyor?
- Aslına bakarsan olmadı. Kendimi hiç cezaevindeymişim gibi hissetmedim. Bu ülkede her şeyin bir bedeli var. En ağırı da hakikatin peşinde koşmak. Ama Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, Çetin Emeç’in, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Musa Anter’in, Hrant Dink’in yanında başıma gelenler ne ki? Onlar, ‘sırf gerçeğin peşinde koştular’ diye kuytu köşelerde öldürüldüler. Ben iki yıl içeride yatmışım çok mu…

Çok sakin anlatıyorsun her şeyi. Hiç mi ağlamadın, duvarları yumruklamadın?
- Cezaevinde ağlanmasına karşıyım. Bağıra çağıra ağlamak, bize uymaz. Biz gözyaşı dökeriz. Onurlu olan budur. Ama tabii ki gözyaşı döktüm, nasıl dökmem? Şimdi bile bunları anlatırken gözlerim doluyor. Beni kurtaran okumak ve yazmak oldu.

Ayşe Arman'ın yazısının tamamı için tıklayın