Medya
13 Haz 2010 16:23 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:22

AYŞE ÖZYILMAZEL'İN NEW YORK NOTLARI! FOTO/GALERİ

Ayşe Özyılmazel, yolu New York'a düşecek olanlar için alışveriş tüyolarını ve en popüler mekânları yazdı.

 İster salaş takıl, ister lüks içinde, ister gündüzünü yaşa ister geceleri, ister alışveriş yap, ister parklarda yan gel yat, ister kalabalık sev ister tek başına kafa dinle... Hepsine, her şeye, her ruh haline hitap eden neresi var? Cevap belli; tabii ki de New York! Huzurlarınızda bu da benim New York günlüğüm. Tarih: 29 Mayıs 2010! Her şey planlandı, o zaman New York yolcusu kalmasın... O zaman elma dersem çık armut dersem çıkma! THY Bussiness Class’ta yeni bir uygulama başlatmış. Belki size denk gelmiştir. Yemeklerin yanında şefler de geliyor. Siz yemeğinizi yerken, kafalarında aşçı şapkaları ve beyaz önlükleriyle gülümseyerek soruyorlar: "Nasıl memnun musunuz?" Türk Hava Yolları’nda Yemekteyiz esintisi gibi bir şey. Hani havada "Memnun değilim," desen ne olacak, bir koşu mutfağa gidip soğanları kıymaya mı başlayacak? Şaka bir yana bu sefer THY  mutfağı  benden yıldızlı 10 puanı kaptı.

HERKES HERMES’E BİZ KERMESE

New York daha ayak basar basmaz bünyede duygu patlaması ve dalgalanması yaşatan bir yer. Misal her zaman bendeki ilk reaksiyonlar şunlar: 1. "Ohh ne güzel çok sıcak," derken "Öfff yapış yapış bu ne pis hava,"ya geçmek. 2. "Heyyy bu şehrin insan çeşitlemesine bayılıyorum," derken "Ya bu ne karmaşa be usta," isyanına kapılıvermek. 3. "New York’u dinliyorum gözlerim kapalı, şu seslere bak şahane," derken "Kafam şişti, başım ağrıyor, bu ne gürültü, susuuuuun!" haykırışlarıyla kendini yemek. Mutlulukla mutsuzluk, rahatlıkla korku, yalnızlıkla kalabalık, şıklıkla rüküşlük başka hiçbir yerde bu kadar el ele, kol kola durmuyor sayın seyirciler. Neyse, Uptown’daki otelimize yerleşiyoruz. Tabii otele birkaç blok yürümek zorunda kalıyoruz. Çünkü sokağımızda ’Memorial Day’ şerefine kermes var. Herkes gider Hermes’e biz düşeriz kermese. Eşyaları odaya bıraktıktan sonra kendimizi sokaklara atıyoruz Cumartesi kalabalığı bir acayip. 5. Cadde’de yürümeye başlıyoruz. İlk gün, ilk kavuşma misali, hiçbir yerde durasım, içeri girip bakasım yok! İlk gün havayı koklamalı, "Aloo New York, ben geldim," çekmeli. Uçuş yorgunluğu bünyeyi sarınca bir yerden salata alıp otele gidiyoruz. İkinci gün sabah 05:00 uyanma saatimiz. Sebep? Sebep buraya esas geliş sebebimiz; klip çekeceğiz. Yönetmen ve fotoğraf sanatçısı arkadaşım Sedat Doğan’ı "Hadi İstanbul’un Kızları’na klip çekelim," diye aradığımda, "Kalk New York’a gidelim," cevabını alacağım aklıma bile gelmemişti oysa. Sedat ve ekibi NY’a bir çekime giderlerken, beni de taktılar peşlerine üstelik bir değil, iki klip için. Heyecan dorukta tabii! İkinci gün akşama kadar Brooklyn’de İstanbul’un Kızları’na klip çekiyoruz. Gelen geçen beni birilerine benzetiyor. Hatta biri American Idol’daki Jordan Sparks zannetti, hafiften bozuldum ama çaktırmayın. Bu deneyimden şunu çıkarttığımı söyleyebilirim; Amerikan ahalisi klipte oynamaya pek meraklı. Kamera gören, "Bizi de oynatsanıza," dedi. Üçüncü gün, ikinci klip çekimini koymuşlar. Beni ezin, hiç halim kalmasın perişan olayım inşallah! Bu sefer şarkımız Taşıyo Baksana. Yine Mert Ekren’le yazdığımız bir şarkı. Bu kez Zeynep Tosun imzalı bir tuvaletle New York sokaklarını yürüdüm. Onun detayları ve fotoğrafları çarşamba günü çıkacak ŞAMDAN Plus’ın altıncı yıl özel sayısında. Şimdi gelelim çekim sonrası New York’uma... Eh herkesin New York’u kendine değil mi canım.

CARRIE ŞEHRİNDE ALIŞVERİŞ OLMADAN OLMAZ!

Ben New York’a ayak bastım, modanın, şehirli kadınların ve New York’un filmi Sex and The City2’de vizyona girdi. Hal böyleyken kadınların olayı, vitrinlerin neredeyse tamamı SATC’deki kıyafetlerdi. 5. Cadde’deki Bergdorf Goodman bütün vitrinlerini filmdeki kıyafetler, ayakkabılar ve çantalarla süslemişti (Zaten filmin ilk sahnesinde bizim dört hatun Bergdorf’un kapısında buluşuyor). Yüksek topuklu ve renkli Louboutin’ler, mini ve rengarenk elbiseler, 80’ler kıvamındaki tulumlar, kocaman renkli gözlükler, vücudu saran, bele kadar çıkan daracık mini etekler pek moda.

BUYRUN İNDİRİM TAKTİKLERİ

Şansıma her yerde ’Designer Sale’ vardı. Artık şansıma mı değil mi bilemedim, yarı fiyatına diye o kadar çok şey aldım ki, ah kredi kartlarım, vah kredi kartlarım! Designer Sale; ünlü tasarımcıların ayakkabıları, elbiseleri, etekleri, çantaları indirimde demek. Barney’s, Bergdorf Goodman, Bloomingdale’s, Intermix... hepsinde kıyametler kopuyor sevgili alışveriş meraklısı okurlar! Canım Louboutin, Lanvin, Yves Saint Laurent ayakkabıları pazar yeri misali yan yana dizilmiş, avcı kadınların ellerinde uçuşurken, yerlere fırlatılmış görürken içim acıdı vallahi. Siz onlar ne kadar değerli biliyor musunuz kızlar? Biraz saygı, biraz hürmet lütfen ya. Benden söylemesi, indirimde beğendiğiniz ayakkabının numarasını bulmak istiyorsanız önce mağazadaki bir satış elemanını kafalayacaksınız. Kafalamak için ilk yapacağınız; ayakkabılara âşık olduğunuzu ve bu işten anladığınızı belli etmek. Sonra da elemanla diyalog kurmak. Amerikalı satış elemanlarını Avrupalılardan ayıran en büyük özellikleri konuşmayı sevmeleri ve iki dakikada sizinle kanka olabilmeleridir. Eh! Ne kadar satış yaparsa cebine o kadar para girecek de ondan. Misal ben Barney’s’de Jeremy’i kafaladım. Jeremy beğendiğim ayakkabıların ve kıyafetlerin ortada olmayan numaralarını depodan gizli gizli getirdi. Anladınız siz beni. İkinci el kıyafet seven erkekler için hemen bir adres vereyim: Mağazanın adını unuttum ama Soho’da Prince ve Mott’un kesiştiği köşede. Nefis kemerler, botlar ve ceketler var. Mustafa Sandal çıldırdı, kendini kaybetti haberiniz olsun. Başka alışveriş önerilerim ne olsun? Aksesuar için: 5. Cadde’deki aksesuar cenneti Henry Bendel. Tamam! Biraz pahalı ama hiçbir yerde bulamayacağız el yapımı tokalar, taçlar, saç bantları, şapkalar, küpeler, çantalar, gözlükler ve kemerler orada. Yolu düşen kaçırmamalı. Aksesuar demişken ünlü şarkıcı Gwen Stefani’nin takı koleksiyonu ’Harajuku’yu bulduğunuz yerde durun. Tabii gençler dursun. Annemi Harajuku takılarını takarken düşünemiyorum. Ama ben Harajuku’ya aklımı kaçırdım diyebilirim. Hazır Amerikalılar duruma uyanamamışken, Harajukuları toplayın. Macy’s’de. Gelelim New York ve Abercrombie& Fitch hadisesine. Bu mağaza başlı başına bir hadise sevgili okurlar. Hemen bildireyim; üzerinde damgalı eşek gibi marka yazan kıyafetleri hiç sevmem. Sponsor mu aldık kardeş? Üstelik Abercrombie’nin tasarımları hiç tarzım da değildir. Değildir de ne oldu?

ÖZERMAN KENDİ MODELLERİNİ DÖVER

Olanlar oldu bana! 5. Cadde’deki Abercrombie mağazasının önünde kıyametler kopuyordu. Sırf meraktan içeri girdim. Gördüğüm en zekice tasarlanmış ve hazırlanmış mağazalardan biri. Loş ışıklı ortamda harika müzikler çalıyor. Ve ve ve dört katlı Abercrombie’de metrekare başına dört tane yakışıklı erkek ve güzel kız düşüyor. Ama öyle böyle değil. Erkan Özerman görse oracıkta Best Model düzenler ve kendi best modellerini tek tek döver. Ben böyle güzel kızları, böyle yakışıklı erkekleri bir arada görmedim ve bir daha da görmek istemiyorum. Üstelik her biri birbirinden tatlı... Bir bakmışım elimde üç tane jean şortla kasadayım. Yani neden? Neden olacak çocuklarla cilveleşirken alıverdim işte. Size yemin ediyorum, mağazadan çıkmak istemedim. Çıkışta da yüzüme soğuk su çarptım, bir tam gün kendime gelemedim. West Village’deki Bleecker Caddesi’ni boydan boya yürürseniz hem harika kafelere ve butiklere denk gelirsiniz hem de güzel bir gün geçirirsiniz. Cadde üstünde olağanüstü arşivlere sahip plakçılar, posterciler ve nefis gitar satan dükkanlar kaçmaz. Plak meraklılarına dikkat! Dikkat!

ŞEHİRDE iPad SAVAŞLARI...

Bir diğer önemli New York olayı ise iPad’di. Apple’ın son numarası, iPhone’un büyüğü olarak tarif edebileceğimiz şey. Taksiye biniyorsunuz iPad reklamı, yolda yürüyorsunuz iPad afişleri, televizyonu açıyorsunuz iPad haberleri. Dört bir yan iPad. İKİDEN FAZLASI YASAK Bir de numara çekiyorlar size. iPad almaya gittiğinzide sözüm ona son ikisini size satıyorlar. Arkadaşınız da almak isterse "Rezervasyona adınızı yazdırın gelirse size mail atacağız," buyuruyorlar. Ve nedense siz mağazadan çıktıktan yarım saat sonra gelmiş oluyor. Ha bir de bir kişi ikiden fazla iPad alamıyor. Bas bas paraları durumu da yetmiyor, satmıyorlar işte. Adını kayda alıyorlar, istersen üç gün sonra git, yine de vermiyorlar! O zaman Türk’ün aklı devreye giriyor, iPad almayan arkadaşına bir kahve ısmarlayıp, yol üstündeki Apple mağazasına sokuyorsun, nakit paranı ona verip, onun adına alıyorsun.

BAŞLIYOR...

Bu yolda ölmek var dönmek yok! Tabii hepsi pazarlama numarası! Çünkü siz iPad bulamayınca arkadaşlarınıza anlatıyorsunuz, onlar kendi arkadaşlarına. Herkesi bir iPad’e kavuşamama telaşı sarıyor. Dedikodu dalga dalga yayılıyor ve iPad kapma yarışı başlıyor. İki ayda 2 milyon adetten fazla iPad satılması pazarlama dehası değil de ne? Bu arada iPad’imle büyük aşk yaşıyorum, o ayrııı...

İÇTİĞİMİZ BİZİM OLMASIN

İşte benim favori New York restoranlarım. Yıllardır değişmeyen adetimle başlayayım. New York’a iner inmez ilk iş Soho’da Broadway ve Spring’in kesiştiği sokaktaki Balthazar’a gider, keçi peynirli ve soğanlı tart yerim. Balthazar’ın deniz ürünleri, haftasonu brunchları ve pastanesi pek meşhurdur. Eh New York’a gitmişken Magnolia Pastanesi’nin muzlu pudingini ve cup cakelerini yemeden de dönmeyin. Bu seferki yeni keşiflerimse şöyle: West Village’da Jane Street ve 8th Avenue’nun kesiştiği yerde köşedeki mini mahalle pubı Corner Bistro. İçki dışında sadece hamburger ve patates kızartması veriyor. Bir diğer keşif; Soho’daki Mott ve Prince’in kesiştiği yerde mavi tenteleriyle sokak kafesi Cafe Gitane! Ama sadece sokak kafesi değil, müthiş kuskus yapıyorlar. Sanatçılar, yönetmenler, reklamcılar orada! Humuslu kuskusu başka nerede tadabilirsiniz bilemiyorum. Not edin! Maddison 61’deki İtalyan Serafina da öğle yemekleri için güzel bir seçim. Biraz kuyruk bekleyebilirsiniz ama trüf mantarlı spagetti için beklemeye değer. Hamburger demiştik ya şehrin en pahalı ama en leziz hamburgeri Minetta Tavern’de. Parasına kıyan gidip denesin. 113 MacDougal’da. Gelelim New York sosyetesinin favorisi Standard Hotel’e. Geçen yıl açıldığından beri şehrin en hip yeri. Otelin bulunduğu Meatpacking bölgesi zaten son yıllarda zirve yaptı.

BOOM ROOM’A BİLE GİRDİK

Uzun zamandır görmediğim ve New York’a yerleşen bir kız arkadaşımla gittim Standart Grill’e. Kız kıza sohbet içki derken dedim şu; "Boom Boom Room ne iş?". Hemen bilgi vereyim; Boom Boom Room, Standard Hotel’in en üst katında açılan gece kulübü. Şöhreti tüm dünyayı sarmış durumda, kapısında her zaman kuyruk var ve New York’un en iyi işlerinde çalışan, en zenginleri bile içeri giremiyorlar. Tanıdık yoksa, giriş yok hesabı. Ben biraz da içki içince dedim "Yürü gidiyoruz,". Dedi; "Ben teşebbüs bile etmedim, giremeyiz, burası İstanbul değil Ayşee". Dedim "Ben de onların bildiği kızlardan değilim, unutma New York’ta bütün mesele havan ve edan!". Yahu iki tane giyinmiş, süslenmiş kadın bugüne kadar nereye girememiş ki. Yeter ki kendinden emin ol, buralar seninmiş gibi davran, gözlerini kaçırma, ezik ezik durma. Kapıya gidiyoruz ki kuyruk kıyamet. Taş gibi kızlar, yakışıklı erkekler içeri girmek için yalvarıyor. Kapıda da kulaklıklı elindeki iPad’den isimleri kontrol eden bir kadın dikiliyor. Kadın asla gülmüyor! Yanıma geliyor, gülüp "Sadece ben ve kız arkadaşım," diyorum, hoop kapı açılıyor ve giriyoruz. Arkadaşım çığlık kıyamet! İşte bu!

MANZARAYA NAZIR TUVALETLER

Meşhur Boom Boom Room için 18. kata çıkıyoruz. 360 derece tepeden aşağı kadar cam kaplı, Manhattan manzarasının dibine vurmuş, somon renginde bir kulüp. Ortada bar var, barın üstünde dev bir avize ve cam kenarlarında localar. Tek kişilik oda gibi tasarlanmış tuvaletler de tavandan yere inen camla kaplı, özetle Manhattan’a nazır işinizi görüyorsunuz. Pek havalı bir deneyim. Eee? Ee’si mekânı gördükten sonrası yok! Millet kasıyor, dans eden yok, sadece birbirini kesmek var. Bir de az önce kokain çektiklerini tahmin ettiğim sağa sola sallanan sıfır beden ablalar. O kadar girmek istedik de ne oldu? Hani eğlence yok! Boyumuz da uzamadı. Bu arada New York’ta kıyamet koparan bu barda bir bardak votka en fazla 20 dolar. Yani İstanbul’un ünlü kulüpleri ’Boom Boom’u fiyat olarak sollar demek istiyorum.

Ayşe Özyılmazel/Sabah