Medya
28 Kas 2011 11:08 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:05

“MAHŞERİN DÖRT ATLISI” YA DA ŞOVMEN GAZETECİLİK!

Medyaradar medya analisti Atilla Akar, “4 Yüz” projesinin “tarz”ını eleştiren bir yazı kaleme aldı&...


Herkes Hürriyet’teki “4 Yüz”ü konuşuyor. Kimi beğeniyor kimi beğenmiyor. Bu anlamda “başarılı”. Çünkü kendinden söz ettiriyor. Ancak Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu, Ahmet Hakan ve Sedat Ergin’den oluşan “kare” oturdukları yerden “kafalarına göre” hüküm veriyor. İnsanlar hakkında olur olmadık yargılara varıyorlar. “Etiketleme”ye hatta “kişilik infazı”na varabilecek tanımlarda bulunuyorlar. (Bunlar “haklı”, “doğru”, “isabetli” tanımlarda olabilir. Hatta içinde benimde katıldığım isimler geçebilir ama önemli değil. Önemli olan “tarz”ın kendisi.) Bir tür “damgalama” yapıyorlar.

Aslında “geyik muhabbeti” kategorisinde sayılabilecek kanaatlerini sanki “ciddi gazetecilik” veya “büyük saptamalar” edasıyla sunuyorlar. “Kendi kendilerine gelin güvey olmak” ya da “Bozacının şahidi şıracı” durumları yani. “Cins” bir vaziyet gibi adeta. Sanırsınız ki karşınızda Türkiye’de medyanın en “önemli simaları” değil,  Mehmet Ali Erbil’in “gazeteci” versiyonları var. Bu duruma “Abidik gubidik” yahut “makara kukara” işlerde diyebiliriz!



ŞOVMEN GAZETECİLİK! 

Bu tarz gazeteciliğe bir tür “şovmen gazetecilik” olarak bakabiliriz. ( Bana göre “Şovmen gazetecilik” normal gazetecilik faaliyetiyle yetinmeyen, gazeteciliğini şov unsurlarıyla “soslayıp” sunan, gazeteciliğe “atraksiyon” ögeleri ilave eden, böylelikle kendisini daha “okunur” kılmak çabası içine giren, popüler simge ve semboller katan, bunu magazinel bir şekilde sunan, aslında “dedikodu” statüsündeki lafları bir “sosyolojik analiz” ya da “profil oluşturmak” edasıyla besleyen, “ilginç” olma adına ona buna üslubunca “sataşan” türde gazeteciliğin adıdır. ) Bu “tarz” gazetecilik metotlarını şov unsurlarını ustalıkla kaynaştırmayı biliyor.

Hiç şüphesiz dünyada da Türkiye’de de bunun örnekleri var. Örneğin bu tarz “mizansen eklemeci” gazeteciliğin “röportajcı versiyonu” Ayşe Arman. Ancak ona yakışıyor, (Yatak odası fantezileri gibi!) “sakil” kaçmıyor, çok doğal. Ya da Helin Avşar (Rasim Ozan’ın göğüs kıllarını seksi bir şekilde sayarak!) bunu denedi. Başaramadı. Zaten “gazeteci kökenli” olmadığı içinde o kadar önemi yok. Şimdi bizim “4 Yüz” de oyuncak oklar, sadaklar kuşanıp yok Malkoçoğlu’ydu, Karaoğlan’dı, Giyom Tel’di takılıp duruyorlar. Ahmet Hakan’ın kendi tabiriyle “iyice maymuna çevrilmek” bu olsa gerek. Sanırsınız ki fikir belirtmeye değil Medrano Sirki’nde “bıçak atma” gösterisine (Burada “Dart” atıyorlar!) çıkıyorlar!... 



Tabii Ertuğrul Özkök performans olarak diğerlerini sollamış durumunda. Coca Cola’nın “Kozmik odası”na ya da kadınlarla birlikte “Hamama girme” gibi ( Bazıları IMF Başkanı Dominic Strauss Kahn ve “Oral seks” yazılarını da buna “örnek” gösteriyor ama ben katılmıyorum.) “Müthiş haberler”den sonra gelinen nokta “şaşırtıcı” değil. “Apolitik olsunda nasıl olursa olsun” anlayışına kapılan Özkök jüri üyeliği gibi arayışlarıyla da bu imajı pekiştiriyordu çoktandır zaten. Malum çekincelerle hem “Suya sabuna dokunmamak” hem de ortalarda olup “Arazi olmak” diye buna denir herhalde!

BU DA GAZETECİLİĞİN KIYAMETİ OLSA GEREK!

Bu “4 Yüz” bir televizyon programı formatı olsa idi arada kaynayabilirdi. “Gırgıra sarıyorlar” der, geçer giderdik. (Zaten şu an bile çok keyif aldıkları belli!) Ya da köşelerinde benzer yazılar yazsalardı gene fazla sorun yoktu. “Öznel yaklaşımlarıdır” der bakardık. İçlerinde benimseyip, alkışladıklarımız bile çıkabilirdi. (Burada ise gerçekte “öznel” olan adeta genel bir “tarz” haline getirilmiş!) “Gıcık” olduklarımız, “sinir” olduklarımız sevdiklerimiz, sevmediklerimiz hatta nefret ettiklerimiz yok mu? Var! Hepimizin var. (Ben bir liste yapmaya kalksam liste çok daha kabarık olurdu herhalde!) Bu yanıyla sorun yok yani!

Ancak bu ve bu gibi şeyleri şov unsurlarıyla bezeyip sunmak başka edebince aktarmak başka. İkisi karıştırıldığında böylesi ucube bir “bulamaç” çıkıyor ortaya. Yoksa kimleri “hedefledikleri” benim için önemli değil. Hatta aralarında onlardan daha sert düşündüklerim bile var. Bu bir “seviye” sorunu bence. Gazeteciliğin cılkını çıkartmakla eş anlamlı.

Farkındayım; “Mahşerin Dört Atlısı” tanımlamasını daha önce Fehmi Koru yaptı. (Ancak Koru’nun derdi daha farklı. Daha “ideolojik” ve daha “kişisel” bir imaj çiziyor. Özellikle de “Pop sosyolog” babında. Benimse hiçbiriyle kişisel bir meselem yok. Hatta Özkök’ün ve Hakan’ın kimi yazılarını beğenirim.) Ben ise biraz daha farklı bir anlam yüklüyorum. “Mahşerin Dört Atlısı” İncil’in Apokalips (Kıyametle ilgili vahiyler) bölümünde geçer. Bu yönüyle bir paralellik kuruyorum. 

O yüzden burada sadece bir benzetmede bulunmaya çalışıyorum. Gazeteciliğe şov unsurları bulaştırmanın, gazeteciliği bunlar üzerine inşa etmeye çalışmanın, “tele-vole” ögeler katmanın “gazeteciliğin kıyameti”nin işaretleri arasında sayıyorum. (Hoş, çok daha başka ve çok daha önemli “işaretler” belirdi ya!) Bilemiyorum belki çok “klasik” ya da “tutucu” kaldım. Fakat bir yazıyı, haberi okumak/okutmak için böylesi mizansenlere ihtiyaç olmadığını düşünüyorum. Ya da ancak “içeriği” tamamlamak, içeriği “güçlendirmek” ve gene içerikle “çelişmemek” şartıyla yapılabileceğine inanıyorum. (Yoksa bu “tarz”ın sınırı yok. Bir kez prim verildi mi yarın öbür gün karşımıza çok daha “acayip” kılıklarda çıkabilirler!) Bu noktada bir “sıkıntı” olduğunu düşünüyorum.

Bu anlamda kişilere, hatta söylediklerine değil, tarzın kendisine “gıcık” oluyorum…

Atilla AKAR

atillaakar@gmail.com