Medya
15 Ağu 2011 09:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:40

TARAF YAZARI CİHAN AKTAŞ, HAYRETTİN KARAMAN'DAN "TEBESSÜM" BEKLİYOR!

Tahran Üniversitesi'nde hocalık yapan Taraf yazarı Cihan Aktaş, Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman ile ilgili ne yazdı?

Taraf yazarı Cihan Aktaş’ın yazısı


Vakur ya da kasıntı Müslüman...  
 
 
Cumhuriyet’in yetmiş yılı Müslümanlar için surat asmanın hak sayıldığı yıllardı. Efendilerin ve paryaların varlığı esasında bir vatandaş tanımı geliştiren ideolojinin yüzlerin gülücükler saçtığı bir hayat tarzı dilemesi ve sunması da beklenemez. Müslüman kitlelere öz yurdunda parya olduğunu duyurtarak modernleşme sorunsalını aşacağı zehabına kapılan bir siyasal sistemin yaşattığı medeniyet travmasının en sıradan sonuçlarından biri, imanı koruma kaygısının yol açtığı bir tür agorafobi.

Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz tipi Yeşil Kuşak Projesi yıllarında Taliban formatında Olivier Roy’un “hınçlı Müslüman” kelamıyla allanıp pullanarak yeniden piyasaya sürüldü ya... Bu kez de kimi Müslümanlar, o formattan kendilerini uzak tutmak için kırk yama bir hoşgörü söylemiyle eğreti bir sevimlilik üretmeye çalıştılar. Belki burada vakar kaybından söz etmek gerekir. Vakar ki asla somurtmakla, kasıntı tavırlarla edinilemez bir nitelik. Dolayısıyla, Hayrettin Karaman Hoca’nın geçen hafta tartışılan “Tahammül mü hoş görmek mi?” başlıklı Yeni Şafak yazısında yer alan, Ayşe Sözen’in HerTaraf yazısında dile getirdiği ve Balçiçek Pamir’in de yazılarına konu ettiği “hayat tarzını onaylamadığın komşuyla tebessümümü esirgeyerek ayrışma” tasavvuruna dönük ifade, akla söz konusu vakar kaybıyla ilgili bir endişeyi de getiriyor.

Hayat tarzını onaylamadığı komşusundan esirgediği tebessümün Müslüman’ın kimliğini korumasına nasıl olumlu bir katkısı olur, emin değilim. Bana kalırsa Müslüman kimliği de pratiğin tecrübeleriyle azalan ve çoğalan bir kimlik, tıpkı iman gibi. Vakar ise surat asmakla, gülememe haliyle aynı şey değil kesinlikle, olsa olsa değerlerini yalpalamadan, pratikle bütünlük içinde ve net açıklamalarla taşımanın adı. Yoksa müminin taşıması gereken zarafet ve merhamet hele mübarek günlerde en çok komşuya tebessümde somutlaşmaz mı? Hayrettin Hoca’nın pratikteki yaklaşımı da sanmıyorum ki daha farklı olsun. Buna karşın saygıdeğer hocamın yazısında yer alan kimliğin esirgenen tebessümle korunmasına dair cümlenin, agorafobili yılların Müslümanlarda oluşturduğu “öz yurdunda gariplik” hissiyatıyla alakalı, retoriksel bir ifade olduğunu sanıyorum.

Müslüman’ın farkının farkındalığı karşılaşmalarda esirgenen tebessümlerde değil, ötekini zorlu hikâyesini paylaşırken bir hâl çaresi aramaya yüreklendiren vakarda somutlaşacaktır, ne de olsa. Hakikatin ve sonsuz hayatın bilgisine sahip olduğuna inanan müminin o üstün bilgiyle daha emin, rahat, cömert ve güvenli, kısacası vakur olması beklenir.

Hikâyeleri paylaşmaktan söz ettim ya... Komşunuz pekâlâ hayat tarzını onaylamadığınız biri, mesela hidayete ermeden önce Harlem sokaklarında her türlü kötülüğe bulaşarak dolaştığını anlatan (henüz X soyadını almamış) genç Malcolm olabilir. Sabah akşam karşılaştığınızda tebessümü esirgemek için yüzünüzü asarsanız, vakarlı Müslüman döner kasıntı Müslüman’a Malcolm’un gözünde...

Hayat tarzı farklı komşumuz ıstırap çekerken veya sadece, koridorda yürürken karşımıza çıktığında nazik bir selam için duraklarken biz Müslümanlar tebessümümüzü sadece birbirimize mi yönlendireceğiz? Bizi vakur kılması gereken kurtarıcı mesajı muhtaç olanlara iletmenin yolu tebessüm yoksunluğuyla birlikte aşılabilir bir yol değil.

“Gül, ey saf çelişki,nice gözkapağının altında hiç kimsenin uykusu olmamanın sevinci” şeklindeki Rilke mısralarının okuttuğu, mesela kul hakkına girmeme gibi sebeplerle “azade” bir hayat sürdürmenin getirdiği sevincin ışıması ne saklanabilir yüzlerden, ne de esirgenebilir muhatabından.

Agorafobiye yol açan baskı yıllarında Turhan Selçuk’un hoyrat Abdülcanbaz tipinin ya da nihayet Yeşil Kuşak militanının nebevi Mücahit yerine ikâmesinin bizi getirdiği yerde bazen boş, bomboş hatta yardakçı gülüşler, bazen de “İslam’ın Güler Yüzü” tarzında mistik kitaplarla ifadesini bulan tek yanlı yeniden okuma, örme çabaları öne çıkıyor.

Giddens’ın eleştirdiği İngilizvari uygar kayıtsızlığın bir tahammül eksikliğiyle gelen (volkanik patlamalara açık) duygusal çökmelere sebep olduğu, olacağı muhakkak. Bu nedenle de Hayrettin Hoca ötekine tahammülden söz ederken “hem öyle hem böyle” demenin oluşturduğu post-modern karmaşanın her insanı aynı kazanda kaynatarak kimliksizleştiren akışından duyduğu kaygıyı dile getirme ihtiyacı duyuyor sanırım.

Tebessümünü esirgeme konusunda bizi şaşırtan Hayrettin Hoca, tahammül konusunda anlaşılır şeyler yazıyor aslında. Bu kavrama ille de olumsuz bir anlam yüklememiz gerekmez. Herkes birbirine tahammül etmiyor mu haddizatında... Aile ilişkileri ihtimam ve sabır, aşk ve sevgi, şefkat ve merhamet yanında, tahammülle de yürümüyor mu? Farklı olana dönük açıklığın, anlama dinleme çabasının ondaki farkın özüne ve tezahürlerine onay vermekle aynı şey olarak anlaşılmaması gerektiği gibi.

Öte yandan, elbet, plastik gülüşler asrında herkesin sahici tebessümlere ihtiyacı var, Müslümanların da... Bana hamam böceği gibiymişim gibi davrandılar, diye şikâyet eden başörtülü öğrenci toplumun itilip kakılan insanlarından tebessümünü esirgediğinde, yaşadıklarından bir ders almış sayılmaz tabii ki... Hem Müslüman nüfus sadece nüfus cüzdanı verileriyle belirli ve asla değişmeyen bir içeriğe mi sahip ki saf bir varlığın muhafazası adına gettolaşıp ötekilere kapılarını kapatsın! Tebessümle açılır sohbetin kapısı ve bildiklerini paylaşırsın. Müslüman getto yaşantılarına yönelmeye tevessül etmeyecek kadar yeryüzü insanı; yeryüzünün Doğu’su da Batı’sı da Allah’ın değil mi...