Gündem
10 Ağu 2009 09:38 Son Güncelleme: 10 Mayıs 2021 16:03

ŞOK!.. HÜRRİYET VE MİLLİYET'E BASKIN!.. TAKIM ELBİSELİ ADAMLAR BİNADA NE ARIYOR?

Tarih 5 Ağustos 2009, Çarşamba... Rutin bir çalışma günü... Milliyet´in yer aldığı Doğan Medya Center ve Hürriyet´in yer aldığı Hürriyet Medya Towers´ta çalışanlar her zamanki gibi mesaiye başlamak için kartlarını gösteriyorlar.

Hürriyet ve Milliyet´e baskın



Tarih 5 Ağustos 2009, Çarşamba... Rutin bir çalışma günü... Milliyet´in yer aldığı Doğan Medya Center ve Hürriyet´in yer aldığı Hürriyet Medya Towers´ta çalışanlar her zamanki gibi mesaiye başlamak için kartlarını gösteriyorlar, turnikeden geçiyorlar. Sabah saat 9.00 civarı...

Ancak o gün iki binaya çalışanların dışında takım elbiseli adamlar geliyor. Ellerinde çantalarıyla, girişteki bankoya yanaşıyorlar... Kendilerini tanıtıyorlar: "Rekabet Kurulu´ndan geliyoruz, bir ihbar üzerine inceleme yapacağız." 

Kimliklerine bakılıyor, içeriye buyur ediliyorlar...

İstikamet reklam servisi... Her iki gazeteyi de basan müfettişler dosdoğru reklam servisinin belgelerini incelemeye başlıyorlar. Masalara yerleşiyorlar, dosyalar teker teker açılıyor, faaliyet raporları isteniyor... Bu arada yoğun bir fotokopi trafiği yaşanıyor.

Her iki gazetede de 600´er sayfa belgenin fotokopisi çekiliyor. Müfettişler her iki gazetede de tam gün mesai yapıyorlar, kapıdan 19.00 civarında çıkıyorlar.

Bu baskının sebebi Doğan Grubu´nun medya pazarındaki hakim korumunu kötüye kullanıp kullanmadığını araştırmak. Reklam pastasında edindiği yerin haksız olup olmadığını incelemek. 

"Başka gazeteleri de inceliyor musunuz?" diye soruluyor müfettişlere.

"Hayır" diye yanıt veriyorlar, "Biz buraya ihbar üzerine geldik, bizim için bu gazeteler önemli sadece."

Doğan Medya Center´da 2008 yılının Nisan ayından beri Maliye Bakanlığı´na bağlı müfettişler inceleme yapıyorlar. Patronların yer aldığı beşinci kata yerleşen müfettişler o gün bugündür medya grubunu gözlem altında tutuyorlar. Ayrıca Doğan Grubu´nun 12 ayrı şirketi de Maliya Bakanlığı´nca aylardır inceleniyor.

Rekabet Kurulu´nun ziyaret ettiği reklam servisi ise binanın giriş katında. Böylece Doğan Medya Center binası tepeden zemine ağır bir inceleme altında.

Reklam servisinde incelemenin başladığı tarih çok ilginç. Doğan Grubu´nun belli sektörlerde küçülmek ve çekilmek için ilk adımı attığı güne denk geliyor. O gün, Petrol Ofisi´nin Avustralyalı ortağı OMV´ye devri için görüşmelere başlanıyor.

Bu zamanlama da kafalarda bazı soru işaretleri doğuruyor.

Doğan Grubu´nun küçülme hamleleri hükümetle uzlaşma yolunu açacak mı?

Rekabet Kurulu´nun baskını gösteriyor ki, hükümet Doğan´la uzlaşmak bir yana işlerini daha da zorlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor.

Giderek, hükümetin Doğan Grubu´na karşı tutumunu kişişel bir hesaplaşma, bir rövanş andı olarak yorumlamak da kolaylaşıyor.

Gelelim bu işin bizi, gazetecileri ilgilendiren tarafına...

Medya gruplarına çeşitli baskılar yapıldığında hiçbir zaman "Rakibimiz, oh olsun onlara" diye düşünmedim... Ciner´in Sabah´ına el konmasında da, Doğan Grubu´na aşırı yüksek vergi cezası kesilmesinde de hep bu ülkede gazetecilik yapmanın giderek zorlaşacağından endişe ettim.

Hâlâ aynı şekilde endişeliyim. 

Bu gibi durumlarda sektör içi tavırların da "Bugün sana, yarın bana" olması gerektiğine inanırım. Bugün Türk Medyası´nın ödemek zorunda olduğu bedeller hep gazeteciliğinin faturası.

 

Zülfü mü Cohen mi?

 

Leonard Cohen konserinin ikinci gecesinin en unutulmaz an´ı: "Chelsea Hotel No 2"yu söyledi. Böylece ikisi farklı şehirlerde, ikisi İstanbul´da olmak üzere toplam dört konserini izlediğim Cohen´den ilk defa bu şarkıyı canlı dinleme fırsatı buldum. Nitekim, şarkı ilk başladığında da yanımdaki arkadaşımla çığlık attık heyecandan.

Arka sıramızda oturan Meral Tamer ve Osman Ulagay çiftinin Cohen hayranı olduğunu biliyordum, ama Tamer´in daha ilk notalardan hangi şarkının geldiğini çıkaracak kadar aşina olmasına şaşırdım. O da her şarkıda çok heyecanlandı...

Keşke Nuri Çolakoğlu da konserde şekerleme yapacağına bu heyecana katılsaydı...

Basında pek çok kalem Cohen´in mütevazı tavrına duydukları hayranlığı taşıdı köşelerine. Sanatçı arkadaşlarını tek tek tanıtması, vokalistler şarkı söylerken şapkasını çıkarıp onları dinlemesi. Performansı kadar Cohen´in tevazusu da ilgisini çekmişti köşe yazarlarının...

Biri hariç...

O kişi Zülfü Livaneli´ydi... Her zaman olduğu gibi Cohen konseri vesilesiyle de kendisini övmeyi ihmal etmeyen, Cohen´in üzerinden kendi reklamını yapan, Türkiye´nin en büyük megalomanı Zülfü Livaneli...

Cohen konserine gitmemiş, çünkü o giderek korkunçlaşan detone sesiyle bir gece sonra aynı yerde konseri varmış!

Provaya gitmiş ve Cohen´e Amerika´da basılan kitaplarını hediye etmiş!

Cohen´in grubundan birine hemen beraber proje yapma fikri sokuşturmuş! 

Farkında mısınız, Türkiye´ye ne zaman bir yabancı sanatçı gelse illa bir şekilde Zülfü Livaneli´yle bir proje yapacağına dair haber yayılıyor. "Türk´ün Türk´e propagandası" bu haberlerin ardı arkası gelmiyor tabii ki...

Ama Livaneli´deki "ben hastalığı"nın dozu yaşlandıkça giderek artıyor.

Zülfü Livaneli o gece konsere gelseydi sanatçı ve ozan olmak, kaliteli yaşlanmak ve omurgalı duruş adına çok şey öğrenebilirdi. Gecikmeli de olsa...

Umarım bugün telefon şebekesi reklamlarına sattığı ve bir zamanlar solcu gençlerin umut çığlığı olan o besteden kazandığı para kendisinde olmayan her şeyin yeteri kadar telafisidir.

 

İKSV´nin gülen yüzü gitti

 

Meğerse tam 10 yıldır bu görevi sürdürüyormuş İdil Kartal... İKSV´nin medya ilişkilerinin sorumlusu, doğal olarak bizim de tek muhatabımızdı... İdil her türlü soruya yanıt veren, basına her şekilde yardımcı olan, herkesi tanıyan, hepimizin o kurumdaki eli ayağıydı... Bütün istekleri imkânlar dahilinde karşılıksız bırakmamak için uğraşan, herkesle teker teker ilgilenen biriydi... Dahası basını da satır satır takip eder, hepimizle iletişimi sürdürürdü.

Haber posta kutumuza Cohen konserinden sonra düştü... Meğerse kararını çoktan vermiş, bu konserin bitmesini bekliyormuş... 10 sene az değil, yorulmuş haklı olarak. Gece gündür, festival ardına festival, biri biterken diğer başlayan bir kültür-sanat yoğunluğu.

Ama İdil sayesinde İKSV´nin etkinlikleri çok daha güzel geçti... Sayesinde Elvis Costello ve Tori Amos´la tanıştım; bu kıyaklarını unutamam. 

Her şey için çok teşekkürler. Umarım dinlenir ve en kısa zamanda yine aramıza döner... Onu e-mail´lerim, kısa mesajlarım ve telefonlarımla taciz etmeyi çok özleyeceğim... Bunca sene, bir hatamız olduysa da affola...

Ve son bir not...

İKSV, İdil´den boşalan boşluğu onu hiç aratmayacağına inandığım Ayşe Bulutgil ve Üstüngel İnanç´la dolduracak; bu da duyurulur.

Oray Eğin/Akşam