Gündem
01 Ağu 2010 16:24 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:30

FİLM SEKTÖRÜNÜN DAHA CİDDİ RAPORLARA İHTİYACI VAR!

Sinema Emekçileri Sendikası Yönetim Kurulu TV dizi sektörü ile ilgili olarak yayınlanan raporlara itiraz etti.

İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Müşavirler Meslek Odası, İSMMMO, birkaç yıl önce TV yapımcıları ile kurmuş olduğu ilişkilerden sonra TV dizi sektörü ile ilgili olarak kapsamlı bir rapor yayınlandı (2008). Bu konuda haber yapmak için ciddi araştırmalara ihtiyacı olan medyamız, zamanında bu raporu kısaltarak bol bol kullandı. Medyanın rapora gösterdiği duyarlılığa İSMMMO da şaşmış olmalı ki, geçenlerde 2010 yılı için de yeni bir rapor daha yayınlandı. Yöntem olarak, birincisine göre ciddi eksikler ve yanlışlar barındıran ve dili birincisine göre oldukça magazinleşmiş bu rapor da birçok medya kuruluşu tarafından neredeyse aynen yayınlandı.
 
Rapor, "Ekranlar canlı, ilgi büyük ama her üç diziden biri krize kurban gitti ve sektör yüzde 30 küçüldü. 2008 yılında 1 milyar TL’lik büyüklük konuşulurken 2010 Mayıs’ın da değer 700 milyon TL’ye geriledi ve 50 bin kişi işini kaybetti." diyor. Rakamlara bakarak yapılmış bu çıkarsama doğru gibi dursa da yapısal sorunları atlayıp, sorunları bütünden kopuk ve krize bağlı sunmak eksik bir bilgilendirmedir. Çünkü TV dizi sektörü, ekonomik krize bağlı olarak kriz yaşayan bir sektör değil, aslında yapısal olarak sürekli kriz halindeki bir sektördür. Çünkü ülkemizde büyük medya sermayesi,  başka alanlara yatırım yapabilmekte, reklamdan gelen sıcak para da medya kuruluşunun diğer yatırım alanlarına kaydırılmaktadır. Temel sorun budur.
 
Kendi kazancı kendine dönmeyen bir alan birçok suiistimale açıktır. Nitekim TV dizi sektörümüz oldukça yasadışı ve kayıt dışı bir alandır. Çalışanların sigortasız ve uzun saatler çalıştırılması, ücretlerini alınamaması, yüksek bir oranda sosyal güvenliği olmayan bir ortam olması, telif vb. hakların zaten alınamadığı, bu haklar alınmadığı için de devletin yasal gelirlerinden olduğu, kara paranın ve naylon faturalandırmanın cirit attığı, vb. bir yerdir.
 
Herkes bilir ki, sinema ve dizi sektörü alanında uzman (ve pahalı) insanların çalıştığı bir alandır. Fakat artık cangıl olmuş bir sektör bilgi ve deneyim birikimine gerek bile duymamaktadır. Çalışandan çok köle ruhu isteyen, uzmanlarını çoktan yitirmiş bu sektör, alana doluşmuş niteliksiz çalışanlarını zaten öğütmektedir.
 
İstatistik veriler açısından, kriz yüzünden sektörün küçüldüğünü söylemek doğru olabilir. Raporda, bir yıl içinde 63 diziye başlandığı ama 42 dizinin sürdüğü yazılmıştır. Yani 21 dizi yayından kalkmış. Bu yüzden mi 50 bin kişi işsiz kalmıştır? Bu rakamı verenler en basit hesapla, yayından kalkmayanlarla birlikte, her dizide 100 kişi çalışsa, toplamda 6300 kişi edeceğini hesaplayamıyorlar mı? Kimse net sayıyı bilmese de, sektörde, sektörün zaten  20 bin kişilik bir sektör olduğu konuşulur. "Rapor" 50 bin kişini işsiz kaldığını nereden bulmuştur? Medya bu rapora inanarak bunu nasıl haber yapabilmektedir? "50 bin" işsiz rakamı belki başka bir anlamda kullanılabilir. O da özel TV kanalları açıldığından beri, yani yaklaşık 20 yıldır, yaratılan orman düzeni içinde, yaklaşık 50 bin kişi bu sistemin dişlilerinden geçmiştir, diyebiliriz!
 
Dizi erozyonu zaten TV kanalları ve yapımcıların ürettiği yapısal bir işleyiştir. Mikrofonu onlara uzatınca, onların sorunu dışarı havale edeceği açıktır. Bu işleyişte, yapımcılar (ki onlar aslında "taşeron yapımcı"dır!) kriz var diye çalışanlarına aylarca para ödemeyip reklam gelirlerini başka alanlara kaydıran kanal sahiplerinin sadece birer uzantısıdırlar. Hiçbir mali denetimin olmadığı bu alanda, ücret ödeme ahlakını çoktan kaybetmiş yapımcılar, sıkışınca "valla kanal paramızı vermiyor" diye suçu kanala atmaktadır. Bu yapımcılar alacak ücretleri birikmiş ve çaresiz kalan çalışanlarına, "gelin yarısını toptan verip uzlaşalım" demekte ama ertesi gün yeni aldıkları villa ve yatlarda magazin basına pozlar da verebilmektedirler. Bugün en çok reyting yapan dizi yapımcıları bile çalışanlarına 5-10, diğerleri 10-15 bölüm ücreti borçludur. Sine-Sen tarafından yapımcılara açılan 30 dava bunun kanıtıdır. Geç da olsa birkaç dava sonuçlanmak üzerededir ve sonuçlar görülecektir. Maliye ve Çalışma Bakanlığı’nın hangi müfettişi acaba gidip bir yapımcının yaptığı dizinin arka jeneriğinde çalışan herhangi bir kişinin sigortalı olup olmadığı, bu dizilerin devlete ne kadar vergi geliri sağladığını sormaktadır?
 
Geçen yıl ülkemizde 100’e yakın sinema filmi çevrildi. Geçen yıl, bu sayıyı yurt dışında aldığımız birkaç ödülün peşine takıp ülkecek sinemamızı kurtarmıştık! Ama bu filmlerin kaçının kendini ekonomik olarak kurtardığını sormayı unuttuk. Devlet, ülkemizin reklamı oluyor diye TV dizilerimizin dışarı açılışını bir satış efsanesi haline getirdi. Ama gerçek acaba öyle mi?
 
1990 yılların sonlarında bir Arap sinema ve dizi film alımcısı/dağıtımcısı ülkemize gelmiş ama TV kanallarımızdan o güne kadar yaptıkları ürünlerin listesini bile edinememişti. Çünkü o zamana kadar TV kanallarımız yurt dışına dizi satmayı akıllarına bile getirmemişti. Ama üç yıl önce, Ankara’da okuyup neredeyse 20 yıl ülkemizde yaşayan bir başka adam, Middle East Broadcasting Company’nin Arap film alıcısı (Daniel Abdülfattah) bu işi TV kanal yöneticilerimize -adeta zorla- öğretti.  (Çünkü o dizilerin Arapça dublajını yapmak istiyordu ama hiçbir dizinin diyalog, müzik ve efekt kanalları ayrı değildi!) Çoğu dizilerin bölümünü de adeta zorla arşivlerden çıkarttırıp ve "kilo ile satın" alıp, (ortalama 1500-2000 dolara) gitti. Yani bu parlak başarı (!) TV sektörünün eksik,  yanlış, hatta direnen alışkanlıklarına rağmen gerçekleşti. Bu başarı(!) bu kadar konuşuluyor ama hala kimse bunca dizinin satışı sonucu, bırakın çalışanların haklarını, TV kanallarımızın bu işten ne kadar kazandığını, bir bölümüm yurt dışına ortalama kaç lira/dolara satıldığını raporuna koyamıyor, haberini yapamıyor?
 
Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanlığı, kısa vadeli ve pragmatist amaçlarla TV dizilerine "ürün/marka yerleştirme" için (yurt içinde yasal olmayan!) yapılmasını ve ihracat teşviki verileceğini söylüyor. Her şey iyi güzel de, acaba 1980’li yıllarda, ipin ucu kaçtığı zaman, filmlerin birer mamul yığını haline geldiğini ve bunun sinemaya (Hollywood’a) nasıl zarar verdiğini kimse neden Bakan’a söylemiyor? Üstelik Bakanlık, oturup Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan, bir an önce, birlikte, doğru dürüst bir Fikir/Sanat Eserleri Kanunu yapmasını isteyeceğine, bu dizilerden maddi ve manevi telif haklarını alamayan yapımcı ve sanatçılarımızın haklarını (bir sorun olarak) da yurt dışına ihraç etmektedir! Dolayısıyla Bakanlık; aslında altına devletin imza attığı uluslararası telif hakları uygulamalarına ters düşmektedir. Çünkü standart dışı çekilen uzun dizilerimiz dış alımcılar tarafından yapımcı, senarist, yönetmen ve müzik bestelerinden izin alınmadan kesilip biçilmektedir. Devletin, bu
uygulamalar yüzünden yakın bir zamanda uluslararası düzeyde de başı ağrıyacağı kesindir. Her şey bir pamuk ipliğine ve becerikli bir avukatın açacağı davaya bağlıdır.
 
Rapor, TV kanallarının kriz yüzünden küçük bütçeli projelere yöneldiğini yazıyor. Küçük bütçeli yapımlar zaten emek-yoğun yapımlardır. Nitelikli çalışanlarını kaybetmiş bir sektör küçük bütçeli projeler yapsa ne olacak? Sonuç şimdiden belli değil mi?
 
Dizilerin rakamlarla şu veya bu kanallarda dağılımını vermek gerçekleri çarpıtmanın bir başka biçimi veya iktidarın koyduğu ahlak sansürünü atlamanın bir nedeni de olabilir. Bazı dizilerin, vergi borcu yüzünden iktidara yandaş medyaya geçmek zorunda kaldığını sağır sultanlar duydu. Bu arada reytingi açık ara önde bazı diziler de yayından kaldırıldı. Geçen yıl acaba kaç bakan, kaç kez bazı dizilerin toplumun ahlakını bozduğunu açıkladı? Yoksa reytingi yüksek bir dizi yayından neden kalksın?
 
Eski sinema filmlerimizde taşradaki evlerinden kaçan genç kız ve erkekler Yeşilçam’a gelirlerdi. Şimdiki televizyon dizilerinde bu boşluğu cast ajansları dolduruyor. Bu kuruluşların çok azı yasal, çoğu ise bir cep telefonu ile çalışan ayaküstü kuruluşlar!  Oyuncu veya figüran olarak, konu-komşusuna bir dizide gözükmenin prestiji(!) veya aile bütçesine az da olsa ekonomik bir katkı yapmanın umudu birçok istismara da açıktır.  Günde 20-30 lira almanın umuduyla bütün gün sette beklemenin ne olduğu sosyo-psikolojik nedenleri bir tarafa, bu kurumların çoğunun vergi ve sigorta gibi yasal sorumlulukların dışında, çalışanların ücretlerinin uzun vadede (veya hiç) ödenmemesi gibi ahlaki sorumsuzlukları da herkesin malumudur.
 
Raporun magazin basından derlendiği, sektörde 10-15 yıldır çalışanları sanki yeni başlamış gibi göstermesinden de belli.  Örneğin Mazlum Çimen, acaba kaç yıldır sinema ve TV dizilerine müzik yapmaktadır?  Bu yüzden Sinema ve TV dizisi için daha ciddi raporlara ihtiyaç var.
 
 
 
Sinema Emekçileri Sendikası,
Yönetim Kurulu