Medya
20 Nis 2011 09:16 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:15

ERTUĞRUL ÖZKÖK ''GÖNÜL OYU''NU HANGİ PARTİYE ATACAK?

Herkesin biri mantık oyu, öteki gönül oyu olmak üzere ikinci bir oy hakkının olması gerektiğini yazan Özkök gönül oyunu kime atacak?

Cinayet mahallinden bildiriyorum


ÇOK tuhaf...

Beyin denen o olağanüstü organizmanın, sinirleriniz vasıtasıyla kaslarınıza hangi emri vereceğini asla bilemezsiniz.

Korku, panik denen en insani duygunun, ses tellerinize, hançerenize vereceği talimatı asla tahmin edemezsiniz.
Çünkü ölüm korkusunun provası yoktur.
Yaşamak, tatmak, o kızılcık şerbetini içmek lazım.
O korku sizi bazen bir sokak ortasında, bütün dünyanın önünde çırılçıplak bırakıverir.
Bazen de bir arabanın içinde, kendinizden geçmiş bir halde, camlar balyozlarla kırılırken...
Bazen Çetin Emeç olursunuz. Yaşarken 40 derecede bile düğmelerini açmadığınız kruvaze Prince de Gale takımınız üzerinizden sıyrılır, gömlek kravat sökülür atılır.

Üstü çıplak bedeniniz, üzerinde iki kör kurşun deliği ile sonsuza kadar teşhir olur.
Yarım asrı geçen hayatınızın her gününüzde façanıza, estetiğe gösterdiğiniz ihtimam üç beş saniyede berhava olur, sizden geriye imha etmek isteyeceğiniz kötü bir ikona kalır.
Bazen Hrant Dink olursunuz; ölüm sizi ayakkabınızın altındaki iki delikle basar. Hafızalar sonsuza kadar o fotoğrafı tab eder durur.

* * *
Kahpe feleğin kahpeliğinin haddi hududu yoktur.
Önceki akşam Bedri Baykam’ın, sokakta o çaresiz çığlıklarını seyrederken çok fena oldum.
Bir insanın, bir sanatçının, sokak ortasındaki çaresiz çığlıklarını seyretmeye mahkûm edilmeme kahroldum.
O çaresiz... Haykırıyor, canının derdinde.
Ben çaresizim, büyük bir sanatçının sokak ortasındaki ıstırabını, ölüm korkusunu seyrediyorum.
Hangisi mi daha ıstırap verici?
İnanın onunki kadar benimki de...
İçerde heykeli yıktırılan büyük bir sanatçının çaresizliği; dışarıda yaşama savaşı veren büyük bir sanatçının çaresizliği.
Buna bir de utancı ekleyin.
Kendi adınıza, onu arabasına almayanlar adına utanmanın da angaryasını.

* * *
Elinde bıçağı ile teslim olan kişi, “Ona gıcık oluyordum” demiş.
Burası Türkiye...
Yakında onu “gizli tanık” olarak görebiliriz.
Veya “Beni manşetler azmettirdi, şu köşe yazarı tahrik etti” demeçleriyle bu defa başka bazılarımızı ikna bile edebilir.
Oysa ders, gerçek insanlık bilgisi dersi ortada, apaçık duruyor.
Artık herkes kendi “ucubesini” kendi imal edecek noktaya gelmiş.
“Ucube” böyle bir şeydir.
Muktedir, kendi meşrebine uygun bir “ucube” yaratır.
Muktedirdir, kaşını hafifçe kaldırıp, “Yıkın” der. Cümleyi tamamlamasına gerek kalmaz, mahiyetindeki kepçe kürek girişir.
Bir ötekisi o “ucubeleri” yapan kendi “ucubesini” yaratır, vur emri verir;
Bir kalleş pusu kâfi, kör bir bıçak yeterlidir.
İsimlerden bahsetmiyorum, gözümün önünde “gıcık” olduğum şu veya bu isim yok.
Karşımda hepimizin zihniyet fotoğrafı duruyor.

Edirne’den Kars’a kadar uçsuz bucaksız bir panoramadan söz ediyorum.
Şehvet belagatleriyle, gerilmiş hançerelerle, kavgayla, rövanş duygularıyla, şirazesinden çıkarılmış sabah baskınları ve yargılamalarıyla ikiye, üçe bölünmüş bir toplumu anlatıyorum.
Bir tarafıyla “Hepimiz Hrant’ız” diye haykıran, insanlık onurundan bu kadar nasibini almış, yürekli, medeni bir duruş.

Öte yanıyla, hayatı boyunca bu ülkeye hizmet etmiş kanserli insanlara, gururu yüzünden kafasına sıkıp gitmiş subaylarına yapılanlar karşısında “Fransız kalan”, “poker face” bir ruhsuzluk...

* * *
O zaman gelin boğazımıza takılan, takılması gereken son sözleri de söyleyelim.
Derin devlet artık Silivri’de.
Ergenekon denilen üç beş kanserli hücreyi alma bahanesiyle, toplumun yarısı kesilip atılmış.
Öyleyse Bedri Baykam’ı kim öldürmeye, öldürtmeye kalktı...

GÖNÜL OYUM BDP’YE

“GÖNÜL oyu da ne” diye soracaksınız?
O benim oyum. Açık oy, açık tasnif.
Yüksek Seçim Kurulu’nun BDP’li 12 milletvekili adayı için verdiği kararı okuyunca eski fikrim yeniden depreşti.
“Herkesin ikinci oy hakkı olmalı...”
Biri mantık oyu, öteki gönül oyu.
Bugün gönül oyum BDP’ye.
İnadına ona.
Leyla Zana’ya, Ertuğrul Kürkçü’ye, Şerafettin Elçi’ye, Hatip Dicle’ye, ötekilere...
Önceki gün verilen “18 Nisan muhtırasına” tepkimi ancak böyle ifade edebiliyorum.

Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET