“Tek Adam” Rejiminden “Çok Adam” Rejimine!..

Medyaradar siyasi analisti Atilla Akar mevcut rejim tartışmasına farklı bir pencereden baktı ve uyarılarını sıraladı…

Türkiye siyasi partileri olsun, insanları olsun her zaman uçlarda gezinmeyi sever. Bu siyasi, ideolojik, psikolojik, vb her anlamda geçerlidir. Aynı eğilim son dönemlerde siyasetin ve toplumun “makuliyet”ini tedricen yitirmesiyle birlikte daha da artmışa benziyor. Hele de bir toplum nasıl yaşayacağına, hangi kurallara bağlı yaşayacağına her düzeyde bir türlü karar verememiş ve bocalayıp bunun “geleneğini” oluşturamamışsa durum daha zorlaşır. Tabii herkesin kafasına, o anki hesabına, işine gelene göre davrandığı bir “kimlik havuzu”nda bu alışkanlık boğucu bir hal alabilir.

Bunun kaçınılmaz sonucu “perspektif yoksunluğu”dur. Hemen beraberinde  “Deneme-Yanılma” alışkanlığı gelir. “Kervan yolda dizilir” anlayışı hakim olur. “Hele bir başlayalım sonrasına bakarız” cari davranış olur. “Bu olmadı, bir de şunu deneyelim” denir. Ta ki şapa oturana kadar!

Burada “hatalardan ders çıkarmak” tavrı değil “Ötekine tepki” geçerlidir. Bir “Yanlış”ın yerine başka bir yanlışı ikame etme ihtimali doğar. Ama “Zorunluluk”tan ama “Keyfiyet”ten kimse nereye doğru sürüklendiğinin farkına bile varamaz. Hele de iş bir durumdan değil de “Bir kişiden kurtulmak” noktasında düğümlenmişse!

Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak Riski!

Neyse, geçiyorum. Bugünkü “Sıkıntı” neydi? Muhalefetin iddiasına göre fiilen uygulanmakta olan “Başkanlık Sistemi”  bir “Tek Adam Rejimi”ne yol açmıştı. Her şey bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak sözlere kalmıştı. Ayrıca idari açıdan bir kişi devletin tüm işlerine yetişemezdi. Alt kademeler yetki ve inisiyatif alabilmek için yukarıdan gelecek “talimatlar”a bağlı kalmak zorundaydılar. Üstelik talimatların üzerinde ayrıntılı düşünülmüş konular değil “keyfi” olması ihtimali yüksekti. “İşleri hızlandırmak” adına bütün ara mekanizmalar ve devlet gelenekleri devreden çıkartılıyordu. Özetle eleştiriler ağırlıkla bu yöndeydi.

İşte buna karşılık muhalefet “Güçlendirilmiş parlamenter sistem”i hedefleyerek kendisine bir “yol haritası” çizmişti. Önce seçimlerde kazanılırsa eski parlamenter sisteme dönüş yolunda bir “Çaba” harcanacak, tek tek saptanan sorunlar çözülmeye girişilecekti. Bunu yaparken de “Altılı Masa”yı oluşturan partilerin, liderlerinin ve iki Büyükşehir başkanının olduğu (Artık sadece “vitrin” kalamazlar) bir yeni “model” denenecekti.

Burada dikkat çeken durum şuydu. Cumhurbaşkanının mevcut sistem içinde yetkileri halen olsa bile davranışları daha baştan bir tür güçlendirilmiş “Cumhurbaşkanı Yardımcıları” eliyle sınırlandırılacak, böylelikle “Tek adam” eğiliminin önüne geçilecek ve kararların “ortak onay”dan geçmesi sağlanacaktı. Bir fren tertibatı gibi düşünülen yapı Cumhurbaşkanının bir tür “kuşatılması”nı da beraberinde getirecekti. Burada Cumhurbaşkanı “Temsili”, “sınırlandırılmış” hatta “karar alamaz” duruma gelebilir miydi? Tartışma veya itirazlar kilitlenir ve aşılamazsa ne olurdu? Ayrıca sıkıntı ve sürtüşmeler bir çatlağa dönüşebilir miydi? Sistem arayışı fiilen “işlemez” hale gelebilir miydi? Kısaca “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” söz konusu olabilir miydi?

Bir “Liderokrasi” mi oluşuyor?

Tarih toplumuna ve dönemine göre muhtelif yönetim biçimleri yaratmıştır. Bundan sonra da yaratacaktır. Platon’un “Devlet” teorisinden bu yana pek çok model gündeme gelmiştir. Durağan, her koşulda geçerli bir yönetim tarzı aslında yoktur. Bu anlamda söz konusu  model de geçerli olabilir belki. Yeter ki olayı bir “Yap-Boz”a, “Oyuncağa” çevirmeyelim. “Kaş yapayım derken göz yarma” riski oluşmasın.

O yüzden ben buna siyasal terminolojide olmayan, patenti bana ait bir “uydurma tabir” bile buldum: “Liderokrasi”, yani liderler yönetimi. (Bir tür “Ara Rejim” gibi sanki) Uydu mu uymadı mı bilmem. Aslında Habertürk’ten Çetiner Çetin’de durumu çağrıştıran bir tabir bulmuş. O da “Başkanlık Konseyi” demişti. (“Liderler Konseyi” de denebilir)Tanımlar değişebilir ama işin özü buna benziyor. Bununda kendine göre handikapları var.

Bu anlamda “vaatler”le “realite” arasındaki açı daha da açılabilir. Mutabık kalındığı sanılan kavramlar revize edilebilir. Bunun için taraflar –siyasi ve özel gelişmelere bağlı olarak- yeni pozisyonlar, tavırlar almak zorunda kalabilirler. Hele de araya girmesi muhtemel iç-dış başka dizayn edici odak ve güçlerin müdahalesi oluşursa işlerin rengi değişebilir.  

Öyle ki benim tahminim –şayet kazanırlarsa- sistemin en azından başlangıçta formüle edilen biçiminden farklı tonlar kazanabileceği, hatta belki de süreçte parlamenter sistem arayışından bile vazgeçilip, bazı revizyonlarla mevcut sistemin sürdürülebileceği yönündedir. Bunu zaman gösterecek. Bu tahminimi not alın.

Lütfen yanlış anlaşılmasın. Ben herhangi bir sisteme karşı ya da yandaş değilim. Bir “Yönetsel fetişizm” saplantım yoktur. Sistemler nihayetinde insanların ve toplumların daha iyi yönetilmesi içindir. Ancak zamanında yapılmayan “uyarılar”da uyarı değildir. Kaygı ve sorular (haklı veya haksız) serbestçe dillendirilmelidir. Kimin yaptığı önemli değil, umarım ülkemiz esenliğe çıkar. Bütün manasız ve işlevsiz tartışmalar, vakit ve enerji kayıpları son bulur. Bu anlamda çok fazla karamsar da olmak istemem. Ama erken iyimserlerden de değilim.  

Ne olacak ya da olmayacaksa memlekete hayırlı, uğurlu olsun!..

Not: Bu arada Uğur Dündar’ın belirttiği bir nokta ilgimi çekti. Dündar,  pragmatik nedenlerle olsa dahi “Kılıçdaroğlu’nun güçlü bir cumhurbaşkanı iradesi sergilemesi” gerektiğini söylüyordu. O da “Sembolik bir cumhurbaşkanı” durumuna düşürülme riskine dikkat çekiyordu. Gerçi söz konusu güçlülüğü “geçiş süreci” ile sınırlasa da kendisi modelin bünyesindeki çelişkinin farkında görünüyordu.

09. 03. 2023.