Gündem
22 Oca 2012 10:49 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:15

SABAHTAN AKŞAMA AĞLIYORUZ!

İlginç olan durum çocukların gözünde bu kadar öne çıkan bir karakteri neden illa ağlatmak istediğimiz?

Çocuklar tarafından çok sevilen ve hayranlıkla izlenen çizgi film karakteri Pepee, son günlerde ağlaması ve ağlatmasıyla büyüklerin de dikkatini çekti.

"Bu durum aslında Türk halkı olarak izleyerek ağlamayı, ağlayarak izlemeyi ne kadar çok sevdiğimizi bir kez daha gözler önüne seriyor" diyen Akşam'dan Pınar Hiçdurmaz sordu: "Peki, çoluk çocuk neden ağlıyoruz?"

"İlk Türk çizgi kahramanımız Pepee; 'Pepee Pepeeee çok üzülüyor/ Önemli olan oyun oynamak/ Kendini üzmene gerek yok/ Eğlencene bak' şarkısıyla ne kadar üzgün olduğunu anlatıyordu bir bölümde. Henüz ilkokul çağına bile gelmemiş bir çocuk neye üzülüyor neyi dert ediyor olabilir, diye düşünmeden edemiyor insan. Ayşe Şule Bilgiç'in seslendirdiği Şuşu da şarkıyı öyle içli söylüyor ki, çocuklar da çaresiz Pepee ile birlikte ağlıyor. Hatta bazı anneler, çocuklarının Pepee'yi izlerken onunla birlikte ağlamasını video'ya kaydetmişler ve internet üzerinden yayınlıyorlar. Çünkü gündüz Pepee'ye ağlayan çocuğun annesi akşam olunca da kendi izlediği dizisinde ağlama seromonisini kaldığı yerden devam ettirecek de ondan. Aslında Pepee sürekli ağlayan zırlayan bir çocuk değil. Bu çizgi film 3,5 senedir yayınlanıyor ancak ağladığı bölümler bir elin beş parmağını geçmez. Pepee, çocukların dünyasında bir fenomen, hatta yemeyen çocuklar bile onu izleyerek yemek yiyor. Böylece Pepee annelerin işini de kolaylaştırmış oluyor. Henüz konuşmayı sökememiş çocuklar Pepe gibi maymuna 'maymuş' diyor ve çocuklar için de artık maymunun adı bundan sonra maymuş olarak küçük hafızalara kazınıyor. Aslında bir yere kadar her şey normal görünüyor ancak kafaları karıştıran durum çocukların gözünde bu kadar fenomen olmuş bir karakteri neden illa ağlatmak istediğimiz? Galiba 7'den 70'e ekrana gözyaşlarımızla bağlanıyoruz.

ZENGİNLER DE AĞLAR
Televizyon kanallarının sayısının bu kadar fazla olmadığı ve sayıca birkaç dizinin yayınlandığı yıllarda bizi ekranlara kilitleyen, 'Zenginler de Ağlar, Manuella, Marimar ve Yalan Rüzgarı' ağlayarak reyting toplama felsefesinin tohumlarını ta o zamandan attılar. Aradan geçen zaman, kanal sayısının artması, Türk yapım şirketlerinin yerli dizilerimizi bu formata uygun devam ettirmesi ağlama temelimizi iyice güçlendirdi. Artık bizi ağlatmayan ve içine entrikalar serpiştirilmeyen dizilere dizi demez olduk. Bir dizi bizi ne kadar çok ağlatıyorsa o dizinin reytingi o kadar yüksek oluyor. Öyle ki komşu sohbetlerinde bile söz dönüp dolaşıp bir gece önce İffet için ne kadar gözyaşı döktüğümüze geliyor. Türklerin ağlatan dizileri sevmesinin altında yatan nedenleri anlamaya çalışan, psilojikdestek.com'un danışmanlarından Kerem Özbilgiç 'Ağlatan Diziler' adlı yazısında; 'Peki neden böyle? sorunun cevabını, toplumsal duygu-durumumuzun karmaşıklığında aramak gerekiyor. Yaşamın sahiciliğinden çekinen insanlarımız (belki de 'çekinen' yerine 'bıkan' demek daha doğru olur) teselliyi duygularına sığınmakta arıyor. Gerçeklerin acı veren dünyasından kaçmak için duygularını kimi zaman ağlatan kimi zaman yoran ama önünde sonunda rahatlatan dünyasını tercih ediyor' şeklinde bir açıklamada bulunuyor. Aslında rahatlamak için güldüren dizileri izlememiz gerekirken biz ağlatan dizileri seçerek psikolojiyi bile şaşırtıyoruz. 'Yalan Dünya', 'Avrupa Yakası'ndan sonra sabırsızlıkla beklediğimiz bir diziydi. Fakat ilk bölümün ardından gelen yorumlar; 'Hiç komik değil', 'Avrupa Yakası daha komikti' şeklinde oldu. Çünkü Gülse Birsel arayı çok açtı. Bu bekleyiş süresi uzayınca da doğal olarak yüz kaslarımız ağlamaya iyice alıştı. Hal böyle olunca 'Yalan Dünya'ya gülmemiz biraz zaman alacak gibi görünüyor. Gülse Birsel'in 'Yalan Dünya' dizisinde yönetmen karakterine dedirttiği gibi bizde bir dizinin tutabilmesi için sihirli formül: Acıtasyon, Acıtasyon, Acıtasyon...

SEN AĞLAMA DAYANAMAM
Hemen her dizide karakterler ağladıkça bizler de gözyaşı döküyoruz. Sezen Aksu'nun sevilen şarkısı 'Sen Ağlama'nın sözlerine inat hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. 'Öyle Bir Geçer Zamanki' dizisinin küçük kahramanı Osman yüzünü asmaya görsün hele bir damla gözyaşı dökülsün, içimizden bir şeyler kopup gitmiyor mu? Daha dizi devam ederken sosyal medyada hemen duygularımızı paylaşıveriyoruz. Zaten felaket bulutlarının hiç eksilmediği bu ailede bir de ufacık ve dünyalar tatlısı çocuk da kaderin cilvesine yenik düşmüyor mu? İşte o zaman çıldırmamak elde değil. Bir yandan gözyaşlarına boğulurken bir yandan da hep bir beklenti içindeyiz. 'Bir gün gelecek ve mutlu olacaklar.' İşte o gün geldiğinde biz de kendi hayatlarımızda aynı ümide tutunacağız.

O, HEP KIYMETLİMİZ
Dizilerdeki karakterleri ikiye ayırıyoruz. Bir; bizi sinir edenler ve sevdiğimiz karakterlere acı çektirenler. İkincisi; bağrımıza bastığımız, derdini derdimiz yaptığımız karakterler. İlki saç baş yolduruyor sonra ikincisi ağlatıp rahatlatıyor. Ama bazı özel oyuncular var ki onlar hangi rolde olursa olsun onların saçının teline zarar gelse mahvoluruz. Örneğin Kıvanç Tatlıtuğ, bu sezon 'Kuzey ve Güney'de izlediğimiz yakışıklı oyuncu bu ayrıcalığa sahip oyunculardan. 'Aşk-ı Memnu' dizisinde kötü bir karakteri canlandırmasına rağmen hiçbir zaman kendisine kötü diyemedik. Diğer kötü karakterlere yaptığımız gibi sokakta gördüğümüzde küfretmedik. Bu yüzden 'Kuzey'in başına ne gelecekse bizim başımıza gelseydi de ona bir şey olmasaydı' demeye devam ediyoruz.

ÖNCE KIZDIK, ŞİMDİ ÇOK SEVİYORUZ
Başka bir felaketler ailesi olan 'Yaprak Dökümü' dizisinin kötü karakteri, kızdığımız, nefret ettiğimiz Ferhunde şimdi İffet olarak çıktı karşımıza. Yaşadığı haksızlıklar, sevdiğine kavuşamaması onu bize yakınlaştırdı. Bir anda unutuldu gitti yaptığı kötülükler. Artık bizim için haksızlığa uğrayan İffet var. Mahallemizin mağdur kızını üzenler bizi de üzer oldu. O ağladıkça biz de ağlıyoruz.

TÖRELER DEVAM EDİYOR
Töre cinayetini, töre evliliğini konu alan dizilerin yeri her zaman bir başka oluyor. Ya sebepsiz yere ölen gencecik insanların ya da sevip de kavuşamayanların hikayesinin gerçek hayatta da olduğunu bilmek, çifte üzüntü yaratıyor. Galiba bu yüzden bu tarz konular içeren diziler her zaman izleniyor. Yayın hayatına yeni başlayan 'Hayat Devam Ediyor' daha başlamadan fragmanlarıyla bile ağlatmayı başardı. Gencecik, güzelim Hayat'ın o yaşlı ve göbekli adamla evlendirilmesini kabul etmek imkansızdı. O adam karşımıza çıksa bir kaşık suda boğardık sanırım. Aynı zamanda bu özelliğimizi de yeri gelmişken unutmayalım. Bu kadar ağladığımız dizilerin karakterleriyle öyle bütünleşiyoruz ki sanki onlar bizler için oyuncu değil gerçek hatta akrabamızdan biri gibi oluyor. Öyle ki sinir olduğumuz karakterlerden birini sokakta görürsek küfrederiz, sevdiğimizi görürsek boynuna atılır, sarılır, öperiz.

YAŞLARI KÜÇÜK AMA DERTLERİ BÜYÜK
Lise çağında gencecik insanlar ama başlarına gelmeyen yok. Tecavüz, kaçırılma, uyuşturucu, kin, nefret, öfke, şiddet... 'Arka Sıradakiler' şimdi bu diziyi izleyen gençler nasıl geleceğe ümitle bakacak ya da lise çağında çocukları olan ebeveynler bu diziyi izledikten sonra nasıl gönül rahatlığıyla çocuklarını okula gönderecekler. Ama nasılsa çok izlenen dizilerimizden biri olmasından dolayı yayın hayatına devam ediyor. 'Beterin de beteri var'ı görmek bizi üzmekten çok rahatlatan bir duygu durumu olduğu için, oradaki gençlere ağlayıp kendi halimize şükrediyoruz.

İYİ Mİ KÖTÜ MÜ ANLAYAMADIK
Kapıcının kızı Feriha, iyi biri mi kötü mü bunu kestirebilmek çok zor. 'Adını Feriha Koydum' dizisini özellikle gençler yakından takip ediyor. Zengin ve yakışıklı çocukla fakir ama gururlu genç kızın hikayesi merak uyandırmaya devam ediyor. Fakir ama gururlu halleriyle 'harbi' kız dediğimiz Feriha, ailesini küçük görüp annesini üzdüğündeyse 'iyi biri mi kötü biri mi' kararsız kalıyoruz.