Medya
30 Eyl 2012 11:00 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:12

HINCAL ULUÇ'TAN SABAH ÇALIŞANLARINA ELEŞTİRİ; ''HERKESTE MAHKEME DUVARI BİR SURAT''

Sabah yazarı Hıncal Uluç, kendi gazetesi çalışanlarını çok kızdıracak bir yazıya imza koydu!

Gülümsemenin mucizeleri.. Ahh!..

Geçen gün birikmiş dosyaları elden geçirecek vaktim oldu.. Mehveş Aydın’ın mailini ayırmışım.. Geçen sene mi ne, göndermiş..
"Yıllar önceydi.. Sabah işe gitmek için bindiğim otobüs şoförüne ’Günaydın’ derdim, beni yok sayardı. Günlerce inatla ’Günaydın’ demeye devam ettim.
Birkaç hafta sonra işe geç kalmıştım koşarak çıkıyordum siteden ve orada durakta otobüs duruyordu ve beni bekliyordu.
Şöförün yüzü kocaman gülüyordu. ’Günaydın’ dedi, ben binerken..
Hiç vazgeçmiyorum ’Günaydın’ demekten.. Hiçbir şey yapamazsam gülümsemeye devam ediyorum.
Gözlerimin etrafındaki kırışıklıklar çok güldüğümden, dudağımın etrafındaki çizgilerse kahkahalarımın izi.. Daha ne isterim hayattan değil mi?."

Yıllardır güne gülümseyerek "Merhaba" diyerek başlamanın nasıl ruhsal mucizeler yaratacağını, bunu yaşama nasıl yansıyacağını anlatmaya çalışıyorum.. Ama dinleyen o kadar az ki..
Sabah asansörü paylaştıklarım gülümser, insanın gözünün içine bakarak "Günaydın" der, iki çift laf, bir minik şaka yaparsa, o günüm aydın oluyor gerçekten. Bilgisayarın başına neşeyle oturunca yazılar da neşeli oluyor tabii..

Amma velakin bizim gazetede bunlar yüzde on falan.. Gerisi doğduğuna pişman bir suratla giriyor asansöre. Ya siz orda yoksunuz, ya da kafası başka yerde.. Fısıldar gibi bir "Günaydın.. Çıkarken de "Lanet olsun" edasında "İyi çalışmalar.."
Sende bu surat varken, nasıl iyi çalışırım ki ben..
Ama sorun sadece bizim gazetede değil..

Mehveş’in yazısını "Bunu kullanmalıyım" diye ayırdığım günün akşamı Cevahir’e gittik Ünal’la.. Sinemaya.. Erken gitmişiz.. Dolaşıyoruz.. Bir katta bir mum standı gördüm.. Nasıl güzel, nasıl rengarenk mumlar yapmışlar.. Kokulu olanları da ayrı.. Böyle bir mumcuya yıllar önce St. Tropez rıhtımında girmiş, nerdeyse bir saat kalmıştım. Dönüşte bavulum mum doluydu.. Hemen yaklaştık.. Ama standın gerisinde bir kız var.. Surat tam Selanik.. "Yaklaşanı vururum" der gibi bakıyor.. Yahu o lanet ifade ile tezgahtarlık olur mu?. Müşteri kendi ayağıyla geliyor.. Tatlı dil, güler yüz, dükkanın yarısını satarsın..

"Aman Ünal, bura bize göre değil" dedim.. Arkamıza bakmadan uzaklaştık..
Çıkarken, Oyun Parkı diye bir bölüm var, ordan geçiyoruz.. Her yaştan çocuklar için eğlenceler var.. Çocukluğum tuttu. "Şurdan bir kaç jeton alalım" dedim.. Gişeye yaklaştık.. Aa... Kan davalımızın kızı oturuyor orda.. Ben gülümseyerek yaklaşıyorum, o nefretle bakıyor.. Anında geri döndüm..
Niye böyleyiz?.. Niye?.. Niye?..
Hadi özel yaşamında abussun ama tezgahtarlığın birinci maddesi güler yüz.. Bunlara kimse öğretmiyor mu?..

Yıllar önce Almanya’da yaşayan arkadaşım Taş Kafa Vural’la Londra’da buluşmuştuk. Eşine hediye almak istiyordu. Vitrinde hoş bir kazak gördük, bakmak için içeri girdik.. Eşi "Small" giyiyormuş. Yoktu.. Çıktık.. Ellerimizde ikişer gömlek paketiyle.. Tezgahtar kızın tüm şirinliğiyle, aklımızda bile olmayan o gömlekleri bize nasıl sattığını yıllardır konuşuruz Taş’la.

Hıncal ULUÇ / SABAH