Habertürk'te kılıçlar çekildi! Kim, kime saldırıyor?

Medyaradar'ın gizemli yazarı Keskin Kalem yine medya dünyasında ses getirecek bir yazıya imza attı.

Homo homini lupus.
Yani insan, insanın kurdudur.

İngiliz felsefeci ve düşünür Thomas Hobbes’un bu Latince sözünü, çok severim.
Çünkü insan doğasını bu kadar iyi, yalın anlatan başka bir söz yok, bana kalırsa.
Hele ki ülkemizdeki medya ortamını…

Geçen gün iki Habertürk yazarı arasındaki atışmayı görünce bu söz aklıma geldi ve bu sözü durumuna göre uyarlamaya karar verdim:
Habertürk, Habertürk’ün kurdudur!
Fatih Altaylı ve Nagehan Alçı’dan bahsediyorum sırdaşlar.

Altaylı bundan birkaç gün önce, Beyoğlu’nun küçük bir Arap ülkesine dönüştüğünü yazmış,
kendi izlenimlerine dayanarak.
Altaylı’nın bu yazısına köşe komşusu Nagehan Alçı, ‘bir süredir Beyoğlu’nda yaşıyorum, Araplaşma yok, kozmopolitleşme var’ diye yanıt verdi.
Yediği, içtiği yerleri saydı. Tayland restoranı da var, Arap restoranı da, demeye getirdi.

Altaylı altta kalır mı?
Burhan Altıntop’un ‘ben de Nişantaşı çocuğuyum’ demesi gibi, asıl ben Beyoğlu’nu bilirim deyip, başladı o da restoran, mağaza adı sıralamaya.
Ancak her zamanki gibi hızını alamamış.
Annesinin gittiği mücevherat dükkanından, aile gümüşlerini nerede parlattığına her türlü hezeyanını saymış dökmüş.
Tabii ki anlattıklarının alt metni ‘ben burjuvayım, sen eziksin.’

Keşke orada dursaymış.
Egosu patlak her eski Türkiye tortusu gibi, şöyle bir cümle kurmuş:
‘Odakule’nin orada şahane bir lokanta var, oraya gideriz, merak etmesin, Boşnak lokantası değil, Çerkes lokantası.’

Kendince, Alçı’nın eşi Rasim Ozan Kütahyalı’nın o korkunç Boşnak sözüne atıfta bulunmuş.
Şimdiiiiiii sırdaşlar ben bunları neden yazdım?
Bu bel altı seviyedeki atışma ve muhabbetten size bambaşka bir tablo çizeceğim de ondan.

Allah aşkına, dünyanın en az gelişmiş ülkelerinde bile böylesine büyük bir medya kuruluşunda bir kurumsal kültür vardır.
Her gün milyonların önüne sürülen insanlar, aynı kaptan yemek yiyip, nasıl da her gün birbirine böyle bel altı saldırır?

Nagehan Alçı’yla tek bir ortak noktam yok.
Hele ki eşinin skandal sözleri bence bin yıl geçse de unutulmayacak.
Ama zaten canımız ciğerimiz Boşnakları bu kadar üzen, ROK’un en hafif tabirle kadın düşmanlığı ettiği bu sözleri, silah gibi çevirip eşine karşı kullanmak nedir?
Hele ki aynı gazetede çalıştığın insansa bu?
Kişisel çekişmeler için Boşnakların, kadınların kullanılıyor olması midemi bulandırdı.
Çekin elinizi, dilinizi kadınlardan, Boşnaklardan, demek geliyor içimden.

İşin bir diğer rezil boyutu, halk ağır gıda enflasyonuyla boğuşurken, bu iki yazarın ben daha gurmeyim, sen daha gurmesin diye yarışa girmiş olmasıdır.
İşte medya patronlarının kurduğu düzen budur!
Bir grup lüks evlerinde yazdığı köşelerden yaşam tarzı yarışı yaparken, çarkları çeviren emekçi gazeteciler ayın sonunu nasıl getireceğini düşünüyor.

Buradaki bir diğer asıl meseleye geleyim sırdaşlar:
Sadece Altaylı-Alçı değil, medyamızın adeta skandal üssü haline gelen Habertürk’te,
adeta herkes birbirini yiyor.
Kavga, dövüş, her şey tüm medya mahallesinin gözü önünde yaşanıyor.
Yok mu hesap soracak kimse?
Yok mu bir otorite?
Yok mu bir kural?

Biraz araştırdım.
Keskin kulaklarıma gelenlere göre yukarıdaki soruların hepsinin cevabı ‘hayır’mış.
Habertürk’te adeta bir Vahşi Batı ortamı varmış.
Hiç kimsenin birbirine sözünün geçmediği, herkesin birbirine saldırdığı garip bir ortam hüküm sürüyormuş.
Birinin arkasında bir siyasetçi…
Diğerinin arkasında Altaylı kliği…
Berikinin arkasında diğerine şantaj kartı…
Bir diğerinin arkasında yönetime yakınlık…

Tüm bu grupların hepsi birbirine saldırıp, bir diğerini alt etmeye çalışıyormuş.
Medyamıza saçılan bu skandallar silsilesinin nedeni, bana söylenenlere göre tam da buymuş anlayacağınız.
Bana öyle geliyor ki, seçim öncesinde, bu kurtlar birbirini daha çooook yer.
Bize de daha çoooook malzeme çıkar.

KRİZ DALGASI MEDYAYI NE ZAMAN VURACAK?

O, onu dedi…
Bu, bunu dedi…
Biliyorum okuması ve konuşması zevkli oluyor amma…
Asıl derdimizin ne olduğunu hepimiz biliyoruz… 

Ekonomik kriz medya emekçisinin belini öyle bir büktü ki, medya kulislerinde bile bir matem havası var.
Eskisi gibi hararetli tartışmalar yok.
Herkes ekmeğinin derdinde.

Bu yılın başında, yani zam oranları belirlenirken, medya patronlarına seslenmiş, düzgün zamlar yapmazsanız ortada gazetecilik diye bir şey kalmaz demiştim.

Genel olarak medya kuruluşları resmi enflasyon rakamının ya biraz altı ya da biraz üzerinde zamlar yaptılar.
Amma herkes biliyor ki gerçek enflasyon bunun çok üzerinde.
Anlayacağınız maaşlar şu an için öldürmüyor ama emin olun güldürmüyor da…

Daha önce söyledim tekrarlayayım:
Özellikle muhabir maaşlarına bakıldığında,
GAZETECİLİK ARTIK MAVİ YAKA BİR İŞE DÖNÜŞMÜŞTÜR.
Herkes bu acı gerçekle yüzleşsin.

Gazeteler kağıda gelen zamla, ayakta durmakta zorlanıyor.
Artık müdürlük pozisyonları için asgari ücrete yakın rakamlar konuşuluyor.
Özel sektörde, gerçek enflasyona göre yılda iki üç zam yapılıyor.
Asgari ücrete bile, ikinci zam konuşulurken, bu haberleri yapan gazeteciler sessiz!
Yine terzi kendi söküğünü dikemiyor anlayacağınız.

Bu sefaletin özellikle muhalif medyada daha yaygın olduğunu herkes biliyor, ancak kimse konuşmuyor.
Yaz aylarında peak yapması beklenen enflasyon, yüzde ortalama yüzde 30 zamla yetinen emekçinin belini bükmeyecek, kıracak gibi görünüyor.

Testi kırılmadan ben çağrımı yineleyeyim.
Acilen gazetecilerin özlük haklarında iyileştirmeye gidilmesi gerek.

Hep dediğim gibi, ballı maaşları bir grubun yediği, diğerlerinin de azla yetinip tüm işi yüklendiği bu devran, daha fazla sürdürülemez.
Patronlar omuzlarındaki pahalı ekran yüzü- köşe yazarı yükünü atarlarsa, herkese yetecek kadar zam yapabilir.
Gazetecilik diye bir meslek kalsın istiyorsak, bu yaz aylarında, kriz dalgası medyayı vurmadan, önlem alınması gerek.

KESKİN KALEM DEMİRÖREN’E NEDEN TEŞEKKÜR ETTİ?

Sevgili yoldaşlarım, hep rezilliklerden bahsedecek değiliz ya…
Bu köşeyi yazmamdaki asıl amacıma dönelim isterseniz.
Şu an, bu satırları yazarken, Allah şahidim, mutluluktan havalara uçuyorum.
Sırdaşlarıma ‘izin verin sesiniz olayım’ demiştim, siz de dertlerinizi benden esirgememiştiniz, sağ olun.

Elimden geldiğince yazdıklarınızı aktardım, sesiniz olmaya çalıştım.
En son da Demirören Medya emekçilerinin yemek kartı sorununu gündeme getirmiştim.
Sizden gelen mesajları yayınlamıştım.
Hatta ‘Demirören medya bu konularda hassas davranıyor, elçiye zeval olmaz’ diye de eklemiştim.

Hep eleştiriyoruz, bir kez de teşekkür edelim.
Demirören yönetimi yemek kartının limitini iki katına çıkarmış.
Medya aleminin güzide sitesi Medyaradar da bunu haber yaptı zaten.
‘Keskin Kalem emekçinin sesi oldu’ diye.

Bir Demirören çalışanı da sağ olsun şu maili atmış:

Değerli Keskin Kalem

Biz basın emekçilerine verdiğiniz destek sayesinde hakkımızı almanın mutluluğu yaşıyoruz
Hürriyet grubunda yaşanan Sodexo sıkıntılarını paylaştığınız yazınızla birlikte kurum yeni düzenlemeye gitmiştir.

Düzeltme aşağıdaki gibidir.

Değerli çalışma arkadaşlarımız,

Evden ve/veya uzaktan çalışanlara verilen yemek kartı uygulaması (SODEXO), 01.04.2022 itibariyle İstanbul DPC, Ankara DPC, Adana DPC ve İzmir DPC tesis yemekhaneleri hariç, tüm çalışanlarımızı kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Günlük limitler de 36,50 TL’ye yükseltilmiştir. Ayrıca bundan böyle işyerlerimizdeki yemekhane kullanımlarında sadece yemek kartı uygulaması geçerli olacaktır.

Teşekkürler

Asıl ben teşekkür ederim.
Bana güvenip derdinizi emanet ettiğiniz için.
Dediğim gibi bir teşekkür de Demirören yönetimine.
Çalışanların bu kadar önemli bir sorununa bigane kalmadığı için.
Umuyorum ki, tazminatını alamayan 45 gazeteci için de benzer bir adım atılır.
Eğer tazminat meselesi çözülürse, Demirören markası üzerinden de büyük bir yükün kalkacağına inanıyorum.
En önemlisi tabii ki büyük bir haksızlık ortadan kalkacak…

Bir dert çözüldü ama malumunuz yoldaşlar, medyada dert, sıkıntı, tasa bitmez.
Sesiniz olmak boynumun borcu: Keskinkalem@medyaradar.com