Medya
10 Eki 2010 12:20 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:42

ZENGİN VE MÜKEMMEL BİR ERKEK ARANIYOR! NATAŞA'DAN HAKAN AKSAY'A YENİ MEKTUP!

BirGün Pazar ekinde yayınlanan Nataşa Mektupları sürüyor.Bu hafta Nataşa'nın ele aldığı konu, Rus kadınlarının zengin bir işadamında aşkı bulma isteği.

 Türkiye’de yaşayan Rusya vatandaşı Nataşa, Hakan Aksay’a yazdığı mektupta, Rus kadınların neden "beyaz atlı prensi beklediklerini", Rusya’daki "zengin koca bulma kurslarını" ve Külkedisi masalları anlatan filmlerin etkisini anlattı.

Zengin ve mükemmel bir erkek aranıyor
 
 
Sevgili Hakan,
 
Bilmem son zamanlarda senin sinemayla aran nasıl. Ama ben elimden geldiğince yeni filmleri izlemeye gayret ediyorum. Özellikle de yeni Türk ve Rus filmlerini.
 
Moskova’ya son gidişimde bir Rus filmi gördüm. Adı “Aşk hakkında”. Öğretmen bir kız ile bir işadamı arasındaki ilişkiyi anlatıyor.
 
Yine işadamı!..
 
Yine hem akıllı, hem zengin, hem yakışıklı (gerçi başroldeki Fyodor Bondarçuk saçsız!!! Bu bakımdan senin hoşuna gidebilir J), hem hassas!.. En azından filmin önemli bölümünde böyle. Allahtan filmin sonu, benzerlerinden biraz daha farklı.
 
Biliyor musun, artık filmlerin başrolünde işadamı-ideal insan görmekten fena halde bıktım. Kadın öyle bir erkeğe aşık oluyor ki… Bütün sorunları çözülüyor… Yalnızca aşkla ilgili beklentileri değil, ekonomiyle ilgili hayalleri de gerçekleşiveriyor. Bir taşla iki kuş yani. Ya da belki daha fazla kuş…
 
Benim böyle sıradan bir dille aktardığım sıkıntımı bazı film eleştirmenleri daha tumturaklı bir şekilde dile getiriyorlar. Yapımcılardan aldıkları cevap: “Halk böyle istiyor!” Yani en azından Rusya’daki kadın izleyiciler, filmlerde hem akıllı, hem zengin, hem yakışıklı, hem hassas (Rusça deyişiyle “hepsi bir şişe içinde”) erkek kahramanlar olmasına bayılıyor.
 
Neden mi?
 
Çünkü onlar, hayatları boyunca böyle bir kurtarıcı bekliyorlar.
 
Öyle bir erkekle tanışacaklar ki… Hemen hayatları değişecek… Yalnızca aşık değil, aynı zamanda zengin de olacaklar…
 
*       *       *
 
Hatırlıyor musun,  1990’da epeyce sükse yapan bir Amerikan filmi gösterime girmişti: “Pretty Woman” (“Özel Bir Kadın”). Başrollerinde Julia Roberts ve ve Richard Gere’in oynadığı film, Oscar da dahil pek çok ödül almıştı.

Başrolde yine yakışıklı ve başarılı bir işadamı vardı (Edward). Ve onun New York caddelerinden birinde tanışıp kiraladığı bir fahişe (Vivian).
Filmin bir yerinde (kahramanlar tiyatroya gittiklerinde) Giuseppe Verdi’nin bestelediği “La Traviata” operasından bir bölümün duyulması sembolikti. Alexandre Dumas’nın “Kamelyalı Kadın” romandan esinlenen bu yapıta isim olan “La Traviata”, kötü yola düşmüş kadın anlamına geliyordu.
Paralı seks ilişkisi giderek derin bir aşka dönüşüyor, “el alem ne der?” kaygısı duyguların gücüyle aşılarak mutlu sona erişiliyordu. (Böyle tek bir cümleyle anlatılınca, ne kadar da banal bir Külkedisi masalına benzeyiverdi.)
Bütün dünyada beğenilen bu film, Rusya’da neredeyse putlaştırılacak kadar sevildi. Yıllarca televizyonlarda tekrar tekrar izlendi. Sözleri pek anlaşılmasa da müziği hepimizin diline dolandı:

Pretty woman, walking down the street
Pretty woman, the kind I like to meet
Pretty woman
I don’t believe you, you’re not the truth
No one could look as good as you
Mercy!

Bu film bizi neden bu kadar sarstı?
Çünkü Rus kadınları genellikle güzel (bence bir çoğu en az Julia Roberts kadar güzel) ve fakirdi. Ve “beyaz atlı prenslerini” bekliyorlardı (hâlâ da bekliyorlar). (Bence, kendilerine bile itiraf etmeseler de, dünyanın hemen her yerinde bekâr kadınların çoğu bu beklenti içindedir. Hatta belki evlilerin bir kısmı da.)
Filmin bizi böylesine etkilemesinde, ana kahramanı oynayan Julia Roberts’ın da yoksulluk ve trajedilerle dolu bir çocukluk yaşadığı, ama sonradan kazandığı başarılarla Hollywood’un en zengin aktrisi haline geldiği bilgilerinin de sanki tamamlayıcı bir rolü oldu.
Film bizi öylesine büyüledi ki, Rusya’da pek çok fahişenin ve “bir gecelik” ilişkiye giren kadınların bir kısmının filmdeki Vivian’ı taklit ettiği, örneğin, “seks yapabiliriz, ama arada ciddi ilişki yoksa öpüşmeyiz” tavrını sergilediği üzerine çok şey yazıldı ve konuşuldu.
*       *       *
Daha sonra Rus sinemasının pek sevdiği bir konu oldu bu. Birbiri peşi sıra başrolde yakışıklı işadamı kahramanların olduğu, filmin sonunda yoksul kızı aşkıyla ve servetiyle büyülediği öyküler ekrana yansıtıldı durdu.
Yapımcılar haklıydı. Halk (en başta da Rus kadınlar), bu modern Külkedisi uyarlamalarından asla bıkmıyordu.
Benim Moskova’da izlediğim son film olan “Aşk hakkında”  yoksul öğretmen ile zengin ve evli bir işadamının aşkını konu alıyor, ama finalde adamın aslında ne dürüst ne de aşık olduğu ortaya çıkıyordu. Acaba bu film, zengin adam-yoksul kızı edebiyatının hep aynı tarzda ele alınmasına Rusya’da konmak istenen bir son nokta mı, diye düşündüm. Emin değilim…
 
Sinema bir yana, gerçek hayatta neler oluyor?
 
Elbette masal, genellikle masal olarak kalıyor.
 
Gerçi şunu da eklemeliyim. 90’lı yıllarda ortaya çıkan ve kendilerine “yeni Rus” denilen çiçeği burnunda ve çoğunlukla görgüsüz işadamlarının ilk yaptıkları işlerden biri, eşlerini boşamak ve yerine – bir Rus gazetecinin harika buluşuyla söylersek – “sus ve güzel ol tipinde” genç ve mükemmel fiziğe sahip kızlarla evlenmekti. Bu kızların fazla söz hakkı olmasa da, maddi durumları bir anda değişebiliyordu. Yani Vivian’in hayalinin ancak bir kısmı gerçekleşebiliyordu. Ama pek çoklarına göre o da azımsanmayacak bir şeydi…
 
*     *     *
 
Zaman geçti. Yeni yetme zenginlere ulaşmanın da pek kolay olmadığı anlaşıldı. Ama umut fakirin ekmeğiydi yine de (Rusça deyişiyle, “en son ölen umuttu”).
 
Rus gazeteleri yaraya tuz ekerek zaman zaman “ülkenin en zengin bekâr işadamları” listelerini yayımlıyordu. “Pretty woman” olmaya çalışan binlerce kadının heyecanı, çoğu kez en fazla bir gecelik bir macera ila bitiyordu.
 
Sonra piyasa ekonomisi “kafayı çalıştırdı” ve her şeyden olduğu gibi, mutluluk hayallerinden de para kazanılabileceğini keşfetti. Yoksul değil, ama “orta halli kızlar” için “zengin erkek tavlama kursları” düzenlenmeye başladı. Rus işadamlarıyla nerede ve nasıl “tesadüfen” tanışılabilir? Onların bir gecelik eğlencesi değil, bir hayat boyu eşi olabilmek için hangi taktikler uygulanmalıdır? Hangi giysiler giyilmeli, hangi kokular sürülmelidir? Nasıl yürünmeli, nasıl bakılmalı, nasıl konuşulmalıdır?
 
Parayı bastırana “her şeyin sırrı” anlatılıyor, bazen bu kursları düzenleyenler başarı halinde (yani hedeflenen işadamıyla ilişki kurulması durumunda) öğrencisinden ek ücret bile talep edebiliyordu.
 
Ama sonra bu pahalı kursların modası da geçti.
 
Geriye her zamanki gibi hayaller kaldı… Başlangıçta insanı diri tutan, ama bir türlü gerçekleşmediği için sık sık hayal kırıklığına dönüşen o imkânsız istekler…
 
*       *       *
 
Sevgili Hakan,
 
Zengin erkek-yoksul kız veya tersi durumlar üzerine, ünlü ya da ünsüz isimlerin yazdığı öyküler, romanlar, şiirler, operalar, şarkılar yüzyıllar önce de vardı; herhalde yüzyıllar sonra da olacak.
 
Belki de benim bu mektupta yazdığıma benzer satırlar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de tekrarlanacak.
 
Ancak kelimeler, çoğu zaman olduğu gibi, hayatı değiştirmeye değil, sadece anlatmaya yarayacak. Ve her şey bildiği gibi akıp gidecek.
 
Acımasız tarih, bir büyük aşkın yaşanması için binlerce başarısız ilişkiyi kurban edecek.
 
Neyse. Sözü fazla uzattım. Biliyorsun, bu konular yaz yaz bitmez.
 
İstersen biz bir sonraki mektupla tekrar Türkiye’ye dönelim. Ve yeniden bu güzel memleket “Rus gözüyle” nasıl görünüyor, Ruslar ile Türkler arasındaki bazı farklar neler, o konulara dalalım.
 
Haftaya görüşmek üzere.
 
Hoşça kal.
 
Nataşa