Televizyon
17 Kas 2013 11:08 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:45

Zaman yazarından reyting şampiyonu diziye öneriler!

Samanyolu TV’de yayınlanan Küçük Gelin adlı dizinin, 10’uncu bölümüyle reyting yarışında öne çıkması Zaman gazetesi yazarı Nuriye Akman'ın ilgisini çekti.

Samanyolu TV’de yayınlanan Küçük Gelin adlı dizinin, 10’uncu bölümüyle reyting yarışında öne çıkması Zaman gazetesi yazarı Nuriye Akman'ın ilgisini çekti.
Oturup bir günde dizinin bütün bölümlerini izleyen Akman, "Yönetmenine ve oyuncularına tebrikten başka bir sözüm yok. Ancak  senarist Erkan Çıplak’ın dikkatine sunmak istediğim bazı hususlar var." dedi.
İşte Akman'ın önerileri:
"Dizinin yönetmenine ve oyuncularına tebrikten başka bir sözüm yok. Bir sosyal sorumluluk projesi olarak bütün kalbimle destekliyor ve alkışlıyorum. Ancak  senarist Erkan Çıplak’ın dikkatine sunmak istediğim bazı hususlar var. Dizinin yakaladığı başarıyı ileri bölümlerde kaybetmemesi ve AB grubunun da gözdesi olabilmesi için bana göre olumlu ve olumsuz noktalarını değerlendirdim. STV yapımı diye kayıtsız şartsız övme tuzağına düşmeden, tamamen özgür bir bakış açısıyla eleştirilerimde yapıcı olmaya gayret ettim. Dizi, eylül ayından beri yayında olduğu için ağaların gazabına uğrayan töre kurbanı Zehra, çevresinde gelişen olayları özetlemeye gerek duymuyor, doğrudan aldığım notlara geçiyorum: 
ARTILARI:
1- On üç yaşındaki bir kızın evlendirilmesini pedofil bir tutkuya bağlamaması.Çocuğu, güzelliğiyle arzulanan taze bir et olarak sunmak yerine, yetişkin ağa kızının cezası ölüm olan “bir yanaşmaya sevdalanıp evden kaçma” suçuna karşılık, can bağışlayan bir yöntem olarak berdelin yani gelin değiştokuşunun yapılması her türlü takdirin ötesinde. Küçük Zehra’nın zorla verildiği erkeğin dedesi yaşında olmaması, tekerlekli sandalyeye bağlı bir genç olarak düşünülüp onun da bu evliliğe karşı durması gayet zekice bulunmuş çözümler. Böylece Mahsun Kırmızıgül’ün Hayat Devam Ediyor’undaki gibi vahşi ve utanç verici gerdek gecesi sahnelerine gerek kalmamış. Bravo.
2- Töre ile dini ayırması.Gayet yerinde bir seçimle Halil İbrahim adı verilen hocanın dilinden törenin din dışı bir cahiliye âdeti olduğunu vurgulaması çok önemli. Yalnız hoca karakteri zayıf kalmış. Onu sadece konuşan adam olmaktan çıkarıp daha aktif hale getirmek lazım. Ben olsam, hocayı bir yan karakter olarak çizmez, kendi hikâyesiyle birlikte işleyip ana kahramanlardan biri yapardım. Zehra’nın boğulmaktan kurtulduktan sonra hocanın evinde saklanması iyi bir fikir, olayları buradan ilerletebilirler. Hocanın bir kızı olsa mesela, töre cinayetlerini durdurmak için bir STK bünyesinde çaba gösterse...
3- Kanuni boşlukları göstermesi. Evet, küçük kızlar yaşları büyütülerek evlendiriliyor. Yalnız, bunu yapan da bir hakim olduğuna göre, hakimin hangi şartlar altında böyle cinai bir karara imza attığını bilmemiz lazım. Rüşvet mi alıyor, ölümle mi tehdit ediliyor, kendi kızının yaşının büyütülmesine de rıza gösterir miydi? Onun gelgitleriyle dizi daha heyecanlı olurdu. Hem sonra kız evet demekte tereddüt edince nikâh memuru “kaldır kızım şu örtünü, bakayım yüzüne” diyemez mi?  Diyemeyişi bile başlı başına bir gerilim olurdu. Bunu da vurgulamalıydı. Memurun “ne yapıyorsunuz, bu daha çocuk, ben kıyamam bu nikahı “diye masayı terk etmesini beklemiyoruz ama hiç değilse sonradan bunun vicdan azabını duysa ya. Ayrıca polislerin eli kolu bu kadar bağlıysa, mağdura değil de zalime inanıyorlar ve bir şey yapamıyorlarsa, bu durumun yasal ve psikolojik zeminini daha kalıcı bir şekilde vurgulamak gerekmez mi?
Deneme
EKSİLERİ:
1- İnanma ihtiyacımızı zorlaması.Törenin kıskacında büyüyüp sosyalleşmemiş hangi İstanbullu baba, kızlarını (Melek) sırf yanlış bir evlilikten doğdu diye evladından mahrum bırakır, “bebeğin öldü” deyip de öz torunlarını başka yer yokmuş gibi tam da töre hakimiyetinin zirvede olduğu bir yere götürüp ne idüğü belirsiz bir adama verir? Bir zamanlar orada görev yapması bu seçimin inandırıcılığını sağlar mı? Üstelik bunu yapan baba bir kanun adamı, bir savcı. Baba bunu yaptı diyelim, hemşire annenin suskun kalmasına ne demeli?
Hadi bu çift 13 yıl boyunca sustu, torunlarının töre cinayetine kurban gideceğini gördüklerinde hatalarından dönüp onu kurtarmaları beklenmez mi? Nedir savcı beyin bu dinmeyen öfkesi? O damadın suçunu neden öğrenemedik? Hemşire hanımın zavallı pasifliğinin sebebi ne? Değerli senaristim, istediğini yaz ama altını doldur. Bizi inandır, sonra canımızı ye. Melek’in anasını babasını ne olur böyle karikatür gibi bırakma.
2- Ağaların kötücüllüğü ve töreseverliğinin yüzeysel işlenmesi.Acaba muktedirler böylesine kara mıdır, gri noktaları yok mudur? Açmazları, psikolojik ve sosyolojik temelleriyle daha iyi işlenemez miydi?
3- Aceleye getirilmiş noktalar:Melek’in daha ilk görüşte kızı olduğunu bilmediği Zehra’ya ilgi duyup hemen bağlanması fazla Yeşilçam kokuyor. “Ama canım kan çekiyor işte” kolaycılığına düşülmeseydi de, biraz daha işlenseydi keşke... Törenin baş uygulayıcısı aşiretin reisi Nojin Ana’nın tek bir rüya ile (vaktiyle infaz edilen ablasını görmesi) hidayete erip Küçük Gelin’in infazından vazgeçmesi de hikâyeyi ucuzlatmış. Tamam, insanlar pişman olabilir, karar değiştirebilir ama bunu zamana yayarak ince ince vermek gerekmez miydi?
4- Ağa kızı Berfin ile yanaşma Öküz Raşit’in oğlu Ferman aşkının zayıflığı.Kızın ölüp bittiği gençle evlenince, gittiği eve kendini yakıştıramaması, kaynanasını küçümsemesi çok gerçekçi de, aşkının hatırına istemese de biraz daha politik davranması beklenmez miydi? Anasının parasını çalıp da suç Küçük Gelin’in üzerine atılınca susmasıyla, ağaların sadece kendileri değil kızları da kötüdür gibi bir mesaj çıkıyor. Aşkın hiç mi insanı terbiye den bir yanı yok Allah aşkına?
5- Çocuğun büyük gibi davranması.İlk on bölüm için tamam da bundan sonrası için Küçük Gelin Zehra, bu kadar savunmada kalmasa, biraz daha aktif, yaramaz, cabbar hale getirilse keşke. 13 yaşındaki bir çocuğun kendisini öldürmesi için zorlandığında durumu tevekkülle karşılayıp, namaz kılıp dua edip ölüme hazırlanması, annesini “Ben cennete gidiyorum.” diye teselli etmesi, “Biraz sonra derin bir uykuya dalacağım, ölmek uyumak gibi değil mi, arkamdan ağlamayın.” gibi cümleler kurması inandırıcı olmadığı gibi,  aynı durumu yaşama ihtimali olan kızlar için tehlikeli de. Kızın yaşına uygun bir şekilde korkup isyan etmesi beklenirdi. Hele de öylesine travmatik bir ortamda yüzünde gülücükler, en cıvıltılı sesiyle yakınlarına veda mektubu yazması. Ağlatmak yerine güldürdü beni...
Kızın elleri ayakları bağlanıp, bir bidonun ağırlığıyla hemen dibe çöküp boğulsun diye suya atılmasına hiç itirazım yok. Fakat iplerin suda hemen çözülmekle kalmayıp, yüzme bilmeyen kızcağızın canlı olarak kıyıya vurması işin kolaycılığına kaçmak olmuş. Halbuki kızcağız Azad yerine o yörede gezen deli Mercan’ın suya atlamasıyla kurtarılabilirdi.
6- Şehrin delisi Mercan’a da bir yan hikâye yazmak lazım.Sürmeli gözlerini süze süze gezinmesi yetmez. Çok havada kalmış. Ne olmuş da böyle meczuplaşmış, neden Melek’in hikâyesine müdahil oluyor? Lütfen büyütünüz bu kadını...
7- Aksiyon eksiği.Dizinin temposu yavaş, o uzun ve tekrarlanan konuşmalar yerine daha fazla aksiyon, daha yakıcı düğümler olsa da gerim gerim gerilip tırnaklarımızı yesek. Diyaloglar, zaman zaman o yöre insanına pek uymayan entelektüel seviyede, hiç kullanamayacakları kelime ve cümlelerle, zaman zaman fazla şairane ilerliyor. 
8- Senaristi değil belki yönetmeni ilgilendiren bir başka eleştirim, kadınların giyimi üzerine. Kadınların örtülerini bağlama biçimi fazla stilize, o parlak, gözalıcı renklerdeki, yarım çarşaf büyüklüğündeki örtüleri başlarının arka kısmına usulen tokalarla tutturup  dalgalandıra dalgandıra yürümeleri görsel olarak çekici de, gerçekte hangi yöremizde kadınlar böyle artistler, mankenler gibi giyiniyor? Öğretmen Melek’in giysileri ise tam aksine bir İstanbullu genç kadın olarak fazla demode, hatta babaanne işi olmuş. O boyundan fiyonklu gömlekler, o kloş etekler, hırkalarla rüküş duruyor güzelim kadın. Benden söylemesi.