Medya
31 Eki 2011 12:25 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:57

VAN DEPREMİNDE ''SUNİ DEPREM TEKNOLOJİSİ” Mİ KULLANILDI? AMAÇ KUZEY IRAK'A GİRMEMİZİ ENGELLEMEK Mİ?

Medyaradar analisti Atilla Akar deprem sonrası tartışılmaya başlanan “komplo teorileri”ni değerlendirdi. Ayrıca olaya dair çok çarpıcı, müthiş bir “senaryo” ileri sürdü&...

Van Depreminde "Suni Deprem Teknolojisi" mi Kullanıldı? (Deprem Kuzey Irak’a Girmemizi Engellemek İçin mi Yapıldı?)

Biliyorum; gene “komplo teorisi” yapmakla suçlanacağım. (Zaten kimileri gibi hem komplo teorisi yapıp hemde utangaçça “Ben komplo teorisi yapmıyorum” demiyorum ki. Ya da aslında “komplo teorisi” kategorisine girecek düşünceleri “ispatlanmış vakalar” yahut “ilahi hakikat” gibi sunmuyorum ki. Adı üstünde bu “teori” diyorum. Daha iyisini yapabiliyorsanız siz yapın!) Kimileri “atmışsın” diyecekler. Olsun! Bunu bir tür “kaderim” kabul edeli çok oluyor. O yüzden kim ne dersin. Onlara kalırsa hiçbir konuda soru sormamak, şüphe duymamak gerekir. Bu “güllük gülistanlık” dünyada böylesi “kaka ihtimaller”i akla dahi getirmemek lâzım. Getirenler olursa da onları biraz “tuhaf”, “uçuk kaçık”, “sözü değersiz” (Kendileri “acayip değerli”dirler bu zatların. Ağızlarını her açtıklarında hep “doğru”yu yumurtlarlar!) adamlar olarak damgalarsınız olur biter! 

Aslında herhangi bir konuda ortaya atılan iddiaların hemen “kesinleşmiş”, “kanıtlanmış”  bir “gerçek” gibi benimsenmesinden bende yana değilim. Tersine, böylesi noktalarda çok “dikkatli” olunmasından yanayım. Aksi taktirde yalan-yanlış bir sürü laf ortalarda dolaşabilir. Ancak artık “olmaz olmaz”lar dünyasında yaşıyoruz. Hele de iyice çıldırmış, her şeyin bir “savaş silahı” olarak kullanıldığı ve teknolojinin akıl sınırlarını zorladığı (Zaten ilk anda garip karşılanıyorsa bu “akıl sınırlarını zorlama” durumundan dolayıdır.) günümüz koşullarında bu tarz iddialar öyle bir çırpıda elimizin tersiyle itilecek türden değildir. En azından üzerinde düşünülmeli, araştırılmalıdır.

Zaten “ciddi bir devlet”in daha ilk elde yapması gerekenlerden biride budur. (Tabii bizde böylesi bir “devlet refleksi” olmadığı, kafalar böyle çalışmadığı, altyapı böyle kurulmadığı ve istihbarat faaliyetleri de oldum olası “muhalif avlama” olarak algılandığı için başka türlüsünü beklemiyoruz!) Ancak saf kimseler ve nasıl bir dünyada yaşadığının farkında olmayanlar aksini düşünür. Ne diyeyim; sinek küçük ama mide bulandırır derler!..

NE “HAYALET FAY”MIŞ BU KARDEŞİM! 

Yakın geçmişte -1999 Gölcük Depremi dahil- dünyanın muhtelif yerlerinde oluşturulmuş suni deprem ve tsunami iddiaları bir kenara koyuyorum. Benim dikkatimi bizzat “bizden birileri”nin yaptığı açıklama çekti. VATAN Gazetesi’nde yer alan habere göre Deprem Dairesi Başkanlığı Deprem Risk Yönetimi Çalışma Grubu Başkanı Demir Akın, Van depreminin Türkiye’nin şu ana kadar yaşadığı depremlere benzemediğini belirterek, “Bu deprem bizi şaşırttı. Burada yeryüzünde iz bırakmayan kör bir fay var. Öyle bir cinayet düşünün ki yani cinayet mahalinde çok az bir iz bulabiliyorsunuz. Arkadaşlar bölgede santim santim dolaştılar ama bu fayın kırılmasıyla ilgili izleri doğrudan doğruya bulamadılar. O yüzden bir gariplik var” demekteydi. Aynı şekilde Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik başkanlığındaki bir ekip de aynı yönde kanaat bildiriyorlar ve bu durumu “Türkiye’de bir ilk” olarak tanımlayıp “Ters faylanma” olarak adlandırıyorlardı. Ayrıca bunun dünyada örnekleri olduğunu söylüyorlardı. Ancak buradaki tuhaflık söz konusu bölgede şu ana kadar saptanmış ya da bilinen bir “magma okyanusu” ya da “uygun levhalanma” olmadığıdır. Sırf bu “boşluk” bile üzerine soru sorulmaya değer!

Elbette ki bilimsel verileri baz alacağız, bilimsel verilere göre konuşmaya çalışacağız. (Üstelik bu depreme ilişkin elde henüz etraflı bir “bilimsel bilgi” kimsede yoktur herhalde!) Ancak bilim adamları “garipliğe” kendileri de dikkat çekiyorlar. O yüzden onlar kendi cephelerinden araştıra dursunlar bizde kendi cephemizden sorularımızı derinleştirelim ve bunun herhangi bir yolla “uyarılmış/kışkırtılmış bir deprem” ya da yeni-tip “tektonik savaş” modeli olup olamayacağına yoğunlaşalım. Unutmayın bir takım “şeytani elitler”in “tanrı rolü” oynamaya soyunduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Özellikle HAARP Teknolojisi (High Frequency Active Auroral Research Program/Yüksek Frekenslı Aktif Auroral Araştırma Programı) üzerinde dönen tartışma ve iddialar bu noktada çok “ufuk açıcı”dır. Temeli Nikola Tesla’nın prensiplerine dayanır. Ancak bu arada yeri gelmişken belirteyim; HAARP doğrudan “deprem silahı” değildir. Daha çok “İklim Değişiklikleri” ve “Olağanüstü meteorolojik koşullar” yaratmada kullanılan esas olarak atmosfere yönelik bir teknolojidir. Ancak HAARP’ı bir “Paket Proje” gibi düşünmekte yarar var. Bu tarz faaliyetlerin kaçınılmaz türevi “suni deprem teknolojisi”dir ve bunun varlığından kuşku duyulmamaktadır. (Aynı şekilde “Volkanik tetiklemeler”) Proje çok kapsamlı olduğu için burada özetini dahi veremiyorum. (Buna en yeni olarak  “Uzaydan Sismik Değişim Yaratma” modellemeleri de eklenmiştir.) Ancak çok geniş bir literatür mevcuttur. (Bizim pek anlı şanlı “Deprem Bilimciler”imiz hiç değilse merak edip bir göz atsalar iyi olur!) İsteyen okurlar bu konuda internette ayrıntılı bilgi bulabilirler. Ayrıca Aydoğan Vatandaş arkadaşımızın  “HAARP/Kıyamet Teknolojisi” (Timaş. 2000) isimli kitabını okumalarını şiddetle tavsiye ederim.

Unutmadan hatırlatalım; Bu konu gerçek bir “Milli güvenlik” meselesidir ve öyle tırışkadan “aydın avcılığı”na benzemez. Ufuk, cesaret, bilgi, vizyon ve misyon yoksunu kimi aymazların artık kendi prangaları haline gelen şartlanmışlıklarıyla altından kalkılamaz.

DEPREM KUZEY IRAK’A GİRMEMİZİ ENGELLEMEK İÇİN Mİ YAPILDI?

Şimdi gelelim sadede…Bu illâ ki böyledir diyen yok. Sadece bir “ihtimal” olarak öne sürüyorum. Bana göre bunun “siyasi” gerekçeleri ve “konjonktür”ü mevcut. İşte tam bu noktada senaryomuzu geliştirelim;

1) Devlet bir süredir “açılım”dan vazgeçti, “kapanım”a karar verdi. “Kısasa kısas” kararı alındı. Örgütle tekrar “anladığı dilden” konuşulmasına karar verildi. Örgüt iyice ezilmeden “müzakere”ye oturulamayacağı, oturulmasının örgütü “şımarttığı” ve bunun bir “hata” olduğu sonucuna varıldı. Bu anlamda muhtemelen “açılım” iptal edilmedi aslında. Ertelendi veya donduruldu.

2) Cumhurbaşkanı (Yani devletin manevi ve “tüzel kişiliği” ) kısa bir süre önce bir “mesaj ziyareti” olarak bölgedeydi. Bu Türk devletinin kendisine dayatılan teröre artık daha fazla katlanamayacağı anlamına geliyordu. İş ciddiye bindi. Dün “İyi şeyler olacak” diyen Cumhurbaşkanının ilk kez ağzından “intikam” gibi bir sözcük çıktı. 

3) Türk ordusu nihai darbeyi vuracak “son saldırı”ya hazırlanıyordu. Bu konuda ne gibi “gizli plan”lara ya da hazırlıklara sahip olunduğunu bilemeyiz ama varsayabiliriz.

4) Bu bölgeye ilişkin planları olan güçleri tedirgin etti ve harekete geçirdi. Öyle bir şey yapılmalıydı ki bu çok “sarsıcı” olsun ve gündemi değiştirip “operasyon”u engellesin.
5) Eylemin Cumhurbaşkanının kısa süre önce bulunduğu birliğimize yönelik yapılması  “Niyetinizi değiştirin” mesajıydı.

6) Ancak eylem devletin bu yöndeki kararlılığını ve yeni “kapanım” politikasının haklılığını bir kere daha gösterdi. Biraz geç olsa bile anlaşıldı ki, örgüt “tatlılık”tan anlamıyordu!

7) Birlikler sınıra doğru kaydırıldı. Ancak basının göstermek istediğinin aksine sınırı geçmediler ya da “keşif, temizleme, istihbarat” araçlı çok küçük bir bölümü geçti. Asıl “büyük operasyon” için geri sayım başladı.

8) Bunu zaten izleyen güçler Türk devletini zorda bırakacak bir “suni deprem” planladılar. Bu aynı zamanda “bize zıt giderseniz bizde sizin başınıza öyle bir çorap öreriz ki” demenin lisan-ı münasip “gözdağı” olacaktı.

9) Böylelikle depremin şokuyla gündem değişmiş olacak ve devlet bütün enerjisini, dikkatini oraya yoğunlaştıracaktı.

10)  Ayrıca Türk devleti ve hükümeti depremin yaratacağı “kaos konjonktürü”nden dolayı bölge halkıyla sürtüşecekti.

11) Buradaki uzantıları tarafından PKK/KCK’nın yardımları engellemesi/geciktirmesi için harekete geçirildi. Bölge insanının devletle olan/kalan son “psikolojik bağları”da bu şekilde kesilecek veya iyice zedelenecekti.

12) Türk ordusunun Kuzey Irak’a değil, Suriye ve İran gibi ülkelere girmesini ve buna hazırlanmasını isteyen/istemeyen güçlerin ellerinde “doğal afet” görüntüsü verdirtecek, suni meteorolojik ya da jeolojik felaketlere sebep olacak son teknoloji silahlar vardı. (Bunlar ABD/İsrail, AB ve Rusya’dır. Dolayısıyla hepsinden de şüpheleniyorum. Artık hangisi çıkarsa?) Bu seçeneği kullanmaya karar verdiler.   

Bu anlamda deprem ve benzeri felaketlere toplumda yarattığı kaos ve şoklar itibariyle “doğal” olduğu kadar artık bir “siyasal-sosyal proje”yi gerçekleştirme “aracı” olarak bakmakta da yarar var. Bu gibi arayışlar “Jeo-Politik Savaş”ın bir argümanıdır. Kendini dünyanın “Olimpos Tanrıları” sanan birtakım adamlar kendi “ulvi hedefleri” için binlerce ya da milyonlarca insanın ölmesini umursamamakta hatta bir tür “nüfus düzenlemesi” olarak bile görmektedirler.

O yüzden bu gibi “aykırı” yorum ve iddialar karşısında gülenler veya küçümseyenlere gülünüp, küçümseneceği bir sürece/dünyaya hızla adım atıyoruz. Onlar bizi istedikleri kadar “saçmalayan adamlar” kategorisine sokmaya çalışırsa çalışsın bizler “saçmalamaya” devam edeceğiz. Çünkü onlar sadece doğa olaylarını, depremleri değil aynı zamanda zihinlerimizi de kontrol etmeye, yönlendirmeye çalışıyorlar. Bu yüzden “saçmalama”mız elimizde kalan tek silahımızdır!..

Atilla AKAR

atillaakar@gmail.com