Röportaj
07 Haz 2020 15:58 Son Güncelleme: 07 Haz 2020 18:18

Ünlü profesör sebebini de açıkladı: “65 yaş üstünün evde kalması risk taşıyor"

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektör Yardımcısı Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Profesör Doktor Kemalettin Aydın. 65 yaş ve üstündeki vatandaşların artık sokağa çıkması gerektiğini , uzun süre evde hareketsiz kalmanın risk taşıdığını belirtti.

Dünya henüz korona virüs ile mücadelesini tamamlamadı. Tedavi ve aşı konusunda araştırmalar ve çalışmalar devam ederken yeni bir gelişme oldu Astrazeneca adlı ilaç firması aşının kesin sonuçları gelmeden seri üretime geçtiğini açıkladı. Bu gelişmeyi sormak için işin uzmanı 35 yılını enfeksiyon çalışmalarına vermiş bir hocamı aradım. Bu hafta konuğum benim TRT’de uzun yıllar hazırlayıp sunduğum sağlık programları dolayısı ile tanıdığım Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektör Yardımcısı Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Profesör Doktor Kemalettin Aydın. Kemalattin Hoca’nın en önemli özelliği tıp ve bilim söz konusu olduğunda katiyen popülist, siyasi bir söylem içinde olmamasıdır bu çok önemli bir haslet hakikaten.  Aşıyı konuşmak için başlayan röportajımız da haberin manşeti oluştu aslında. Kemalettin Hoca işin uzmanı olarak 65 yaş ve üstündeki vatandaşların artık sokağa çıkması gerektiğini söyledi. Uzun süre evde hareketsiz kalmanın ileri yaştaki vatandaşların sağlığını çok daha kötü etkileyeceğine dikkat çeken Prof. Dr. Kemalattin Aydın bakın neler neler anlattı…

RÖPORTAJ: FİGEN BALCI

“TÜRKİYE AŞI ÇALIŞMALARINDA RUSYA İLE İŞBİRLİĞİ YAPIYOR”

1. FB:  Dünyada aşı çalışması yapan pek çok ülke ve firma var ama Astrazeneca atak yaptı, hızlı davrandı. Firma COVID-19 ile ilgili geliştirdikleri aşının kesin sonuçlarının gelmesini beklemeden üretimine geçeceklerini açıkladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz aşıdan ümit bekleyelim mi?

KA: Tek bir aşı üzerinden değil de benzer aşılar devam ediyor. Çin’in de yine insan çalışmalarına gelen aşısı var. 7-8 aşı insan çalışması düzeyine geldi. İnsan çalışmalarında da etap etap şöyle 500 ler civarında 10 binler civarında daha sonra da bütün topluma yayılabilecek şekilde sayılarda çalışılması lazım. 100’e yakın aşı çalışmasından 8’i laboratuar, arkasından hayvan, arkasından da insan çalışmasına geldi. Türkiye’nin de bu tarz çalışmaları var. Önceki gün ( 4 Haziran Perşembe) İngiltere merkezli video konferansa Cumhurbaşkanımız da katıldı, orada taahhütlerde bulundu dünyada yapılacak aşı çalışmalarında Türkiye’ye düşecek ne varsa. Sağlık Bakanlığı Rusya ile birlikte yaptığı ön görüşmeler var. Orda da mesel şöyledir: Siz aşıyı yaptınız, çalıştınız, Diyelim ki tek başına Türkiye’de Ankara, Konya, Kayseri civarındaki bir topluluğa çalışamazsınız bu, hem farklı yaşlarda hem farklı topluluklarda hem de dünyada da farklı ülkelerde çalışılması gerekir çünkü dünyaya yönelik bir aşı bulacaksınız. Aşıya olan cevap bazen genetik yapıyla bölgesel durumlarla ilgili farklı sonuçlar doğabilir. Türkiye ile Rusya’nın arasındaki ön görüşmelerden birisi de bu diyelim ki; Türkiye’de insan çalışmalarını da yaptınız, ikinci faza geçeceksiniz, başka ülkeler de lazım o zaman Rusya da ortak kendi ülkesinde Rusya’nın yaptığı aşıyı Türkiye’de uygulamak gibi. Şimdi elimizdeki son gündemin konusu olan Oxford’un baştan beri sürdürdüğü aşı bulundu bulunuyor Eylül ayında hazır diye süreç yönetildiği sermayesinin de bir ilaç firması olan Astrazeneca’nın yürüttüğü o fonu ABD’den aldığı uluslar arası bir süreç yönetiliyor.   Bu bildiğimiz bir solonum yolu virüsü üzerinden yapılan bir çalışma. Adenovirüs diye bildiğimiz bu korona virüs ama buna karşı bağışık hücresini insanlarda bildiğimiz başka bir virüsün üzerinden gelinecek ve biz geliştirilen aşı ile korona virüsü vücudumuz hafızasına almış olacak ve virüsle karşılaştığımızda savunma hücrelerimiz saldırıya geçecek. Aşının birinci etabında ilk gönüllülerin üzerinde yapılan çalışmada şöyle bir veri çıktı; çünkü aşının birçok faktörü var;

Bir; virüsü bulacaksınız, virüsün hangi parçası ağırlıkta hastalık yapıyor diyeceksiniz sonra bu parçaya yönelik olarak karşı vücutta bir savunma geliştireceksiniz. Bu savunma da yeterli düzeyde olacak bir de bütün bunların yanında bu aşının da ciddi bir yan etkisinin olmaması lazım. Çünkü 7 buçuk milyar insan var dünyada yani şu ana kadar hastalığın ortaya çıkan komplikasyonlarından daha fazla bir zarar aşı ile ortaya çıkıyorsa çok çok daha tehlikeli.

“KORONA AŞISINDA SERİ ÜRETİME GEÇİLDİ”

2. FB: Şu an bunu biliyor muyuz hocam aşı ile ilgili riskler bertaraf edildi mi? Firma seri üretime geçiyor ama elinde ne var biliyor muyuz?

KA: O şu anda bilinmiyor bunun da cevabını verecek aslında ilaç firması. Çünkü aşı üretim tekniğinize bağlı, sonra onu seri üretmeniz yani tekniğine göre değişir bazı tekniklerde bir yıl boyunca belki yalnızca 300 bin doz üretilebilir. Yani aşıyı bulursunuz yüzde 100 herkeste etkilidir ve yüzde 100 de koruyordur ama onun üretim tekniği size 300 bin ya da 500 bin üretime izin verebilir bir yılda. Bazı tekniklerde ise çok hızlı üretebilirisiniz. Burada yapılan çalışmalara göre insanlar üzerinde çok yüksek düzeyde savunma hücresi oluşturmasa da solunum cihazına bağlanma riskini azaltıyor böyle bir veri çıktı çalışmada. Ortada bir aşı var, etkinliği görüldü ama bu etkinliğin tiplemesine geçilecek. 5 yaşındakinde ne etkin, kronik hastalığı olana ne etkin, 65 yaşına, 90 yaşına ne etkin olduğu çalışmalar çıkacak. Ama dünya şöyle dedi bu kadar ciddi bir konuda bu süreç için 5-6 ay gibi bir zaman ihtiyacımız var. Her ne ise onun sonucu ben bu arada üretmeye başlayayım çünkü o sonuçları beklersem o zaman üreteceğim aşı dünyada kimseye yetmez. Ben riski göze alayım diyor, parayı yatırayım diyor. Dört ay sonra insanlarda güvenilirliği var bir problemi yok, bağışıklık oluşturuyor, her yaşta her hastada kullanılır ya da aşı sağlam insanda yüzde 100 koruyucudur ya da kronik hastalığı olan hastada yüzde 50 koruyuculuğu vardır şeklinde bir sonuç çıktığı zaman eldeki aşıları hedef kitleye hemen uygulama şansı bulmak için ortaya atılan bir süreç. Çünkü aşı sonuçları beklenirse birkaç ay sonra aşı her türlü etkin, koruyucu olsa dahi üretim için geçecek süre insanların aşıdan faydalanması önünde büyük bir engel oluşturacaktır.

3.FB: Aşının kesin sonuçları, etkileri alınmadan aşı üretilmiş olsa bile kimseye uygulanmayacak yani doğru mu?

KA: Tabi tabi. Aşıların en büyük problemi güvenilirlik problemidir. Yani yan etkileri bakılmadan uygulanamaz. Çünkü bu hastalıktaki klinik tablo ve ölüm oranları belli. Ama burada diyelim ki 10 milyonda 1 yan etkisi var ama o yan etkiyi ortaya çıkarmadan kullanılamaz. Şimdi sanıyorum 10 bin kişiyi içeren bir insan çalışmasına geçecekler. Bütün dünyada uygulanacağı için dünyanın her bölgesinden belirli bir sayıyı çalışmaları lazım her yaş  grubu, her hastalık grubu, tüm bu aklınızdaki soruların bilimsel çalışmalarının yapılması lazım.

Firmanın bu aşamaları beklemeden aşıyı üretip stoklaması çok sorun değil. Mesele şu; insan sağlığını ilgilendiren bir konuda maddi kayıp, para kaybını göze alıyorlar, son derece ahlaki bir şey.

“COVID-19 VİRÜSÜ BİYOLOJİK SİLAH MI?”

4.FB: Böyle bakınca çok iyi niyetli görünüyor fakat ben size gazeteci olarak, uzun yıllar sağlık haberciliği ve programcılığı da yapmış biri olarak şunu sormak isterim; dünyada bazı hekimler içinde Türkiye’den de bilim insanlarının yer aldığı bir grup COVID-19’un bir biyolojik silah olduğunu iddia ediyor. Bu pandeminin nihai hedefinin zaten dünyanın tamamının aşılanması olduğu, aşı firmalarının da bu işin içinde olabileceği iddia edildi. COVID-19 bir biyolojik silah mıdır?

KA: Sizin uzun yıllardır medyaya verdiğiniz emeği ve duruşunuzu biliyorum. Ben bu süreçte medyayı takdirle anmak isterim bu korona sürecinde. Salgının başlangıcında böyle bir hikâye oldu. Medya buna müsaade etmedi ya da konunun uzmanlarının ekranı doldurmasıyla onlara yer kalmadı. Bekliyorlar şu anda inkübasyon (kuluçka) döneminde o insanlar. Şimdi iki grup var inkübasyon (kuluçka) döneminde birisi tüm sağlık sistemi iyi gitti derken içinden iyi gittiğini düşünmeyen, siyasal duruşlu bir kadro var, biraz bu alarm durumu geçsin hele bizim söyleyeceklerimiz var diyen araştırmacı, gazeteci yazar siyasal duruşlu insanlar bekliyor. Bir de bu şekilde genetikti, beslenmeydi, kiloydu, paça çorbasıydı diyen bir grup da piyasada bekliyor. Bu söylenenlere hayır deme şansımız yok. Neden yok; çünkü olağan bir durum içerisinde olabilir. Ancak başka bir şeyi göz önünde bulundurmak lazım. Dünya tarihi içinde virüsler böyle zaten. Bunlar kendileri mutasyona uğruyorlar, hastalık yapıyorlar, insanoğlu bu hastalıkla mücadele ediyor, aşı buluyor, ilaç buluyor ve sonra bunu tedavi ediyor. Bu dünkü tarihte var; tifüsten, çiçekten, kızamıktan geliyor. Bunu söylemek aykırı değil, karşılık bulur. Kızamık için de söylenebilir.  Böyle komplo teorileri ile uğraşan bir grup var. Biyolojik silah olması için yapanın aptal olması lazım. Biyolojik silahın dört temeli var; hızlı etki edecek, hızlı öldürecek, kontrol altına alabileceksin, sana geldiğinde ise savunman hazır olacak.  Herhangi bir ülke bir biyolojik silah buluyorsa onu bir alanda uygulayacak, bu biyolojik silah yüzde 100’e yakın öldürecek . Burada yüzde 3-5 diyoruz da tüm vakaları koyarsak on binde bilmem ne ölüm oranı var bu hastalıkta.

“BU TÜR SALGINLARIN TARİHİ DAHA SONRA YAZILIR “

5. FB: Peki hocam Çin’den gelen o ilk görüntüler neydi insanların yollarda düşüp aniden öldüğü ile ilgili videolar yayıldı sosyal medyada?

KA: Onun açıklaması şöyle; Çin ilk başta inanılmaz bir performans sergiledi. O bölgede insanlar bir hafta görev yerlerinden ayrılmadan çalıştı. Daha sonra o bölgeye 40 bin doktor 130 bin ambulans ve sağlık ekibi götürdü Çin Wuhan’a. O aşamadaki insanların aşırı çalışmaları sonucu tükenmelerinin görüntüleriydi sosyal medyada dolaşan görüntüler. Onlar ölüm görüntüsü değildi insanların aşırı çalışma ve yorgunluk sonucu vücutlarının tükenmesiydi aslında. Çin buna bu şekilde bir açıklama getirdi zaten dünyanın hiçbir yerinde de bu tür ölümler görmedik.

“TÜRKİYE’DE 170 BİN VAKA VARKEN BUNA İYİ DİYEMEM”

 6.FB: Avrupa Birliği ülkesi olan ya da dünyada süper güç olarak tanımlanan ülkelerin korona salgını karşısındaki çaresizliklerine rağmen Türkiye’nin bu başarısını ve hatta söz konusu ülkelere maske ve solunum cihazı gönderecek kadar güçlü duruşunu nasıl açıklarsınız?

KA: Bu tür salgınların tarihleri daha sonra yazılır. Bu sebeple matematiksel bir yorum yaparak bu salgınla alakalı bir dipnot düşerek kendimi bağlamak istemiyorum. Bu süreci artıları ve eksileri ile konuşmak isterim çünkü ben 35 yılını bu alana vermiş, mesleğini Türkiye’nin Güneydoğusunda bakteri ve viral salgınlarla, Kuzey ve Doğu Karadeniz’de Kırım Kongo gibi, AIDS gibi cinsel yolla bulaşan vakalarla uğraşan sonra da Ankara merkezinde olan birisiyim yani şöyle değerlendirmek isterim bir; Türkiye’nin enfeksiyon hastalıkları ile mücadelesinde hafıza kodları dolu, çok başarılı bir tarihi var çünkü bizim hocalarımız da bize tüm bunları öğreterek geldi. Biz gelişmiş batı toplumları, Avrupa Birliği, Amerika belki de son 50 yıldır bulaşıcı hastalıkları kendi gündemlerinden çıkarmışken onlar konfirmist yaşamın getirdiği tansiyon, şeker, nörolojik hastalıklar ve psikiyatrik hastalıklarla uğraşıyorlar. Oysa Türkiye’nin bulaşıcı hastalıklarla uğraşan bir sağlık kadrosu var. Bizim hem Osmanlı hem de Türkiye geçmişindeki salgın hastalıklarla mücadelesinde çok büyük bir backgroundu (arka planı) olan bir ülkeyiz. Doğal olarak biz bu hastaları, bu yoğun bakım hastalarını tedavi etmede sağlık çalışanları olarak yüksek bir beceriye sahibiz.

Ayrıca son 20 yıla yakın bir süre içersinde çok güçlü bir sağlık alt yapısı yapıldı. Fiziksel ve mekânsal bir sağlık alt yapısı oluşturuldu. Üçüncüsü yüzde 99 oranında herkesin sosyal güvencesinin ve herkesin sağlığa erişimin olması çok kıymetli. Bunu bir açmamız lazım düşünün tansiyonu ya da şekeri olan bir hasta ABD’de hastanenin kapısından geçemez. Oysa Türkiye’de kronik hastalığı olan herkes sosyal güvence kapsamında düzenli tedavi aldığı ve hastalıkları kontrol altında tutulduğu için hastalar daha güvenli koşullarda bu virüsle karşılaştı. Bir de Türkİye işi ciddiye aldı. Bir çok gelişmiş ülkenin yaşadığı sıkıntının arkasında bu salgını ilk başta ciddiye almamaları yatıyor. İtalya ile İspanya arasında maç yapıldı, o maçlara gidenler kendi ülkelerinde virüsü yaydılar. İspanya 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde hiç kısıtlama yapmayıp bütün festivallere izin verdi. Milano’nun ışıkları sönmeyecek denildi, ABD Bizi çok bağlamayacak dedi, İngiltere sürü bağışıklığı dedi. Bu nedenlerle bizden kötü durumda oldular, bir de İtalya’nın yüzde 23’ü 60 milyonun yüzde 23’ü 13-14 milyon 65 yaş üstünde iken bizde 65 yaş üstü vatandaş yüzde 9 yani 7 milyon civarında. Türkiye’de sağlık sisteminin alt yapısının iyi olmasından dolayı sistem arıza vermedi. Türkiye salgının tedavi kısmını çok iyi yönetti. Ama ben diğer taraftan 170 bin kişiye ulaşmış bir vaka varsa bu ülkede bunun çok iyi olduğunu söyleyemem.

“SALGIN BAŞLADIĞINDA VAKA SAYISI 17 BİN OLACAK DESEK VATAN HAİNİ İLAN EDİLİRDİK, ŞİMDİ 170 BİNE YAKLAŞTI”

7.FB: Yani biz salgının tedavi kısmını çok iyi yönettik ama virüsün bulaşma ve yayılması konusunu çok iyi yönetemedik mi demek istiyorsunuz hocam?

KA: Evet.Sosyolojik olarak toplumda devlet üstüne düşenleri yaptı, yasaklamalar oldu, okullar tatil edildi, Ama devletle milletin uyumunda ben 170 bin hastayı eğer Mart başında Türkiye’de çıksaydım bir enfeksiyoncu olarak vakalar 17 bini geçecek deseydim herkes beni taşlardı herhalde. Salgın başladığında hastalık Türkiye’de ilk görüldüğünde İtalya ve İspanya’da vaka sayısı 40 binlerde idi. O zaman biz çıkıp İtalya İspanya gibi oluruz deseydik “olur mu sen vatan haini misin “denirdi. Ama biz şimdi 170 bine yaklaştık.  Bu durumu iyi analiz etmemiz lazım çünkü normalleşirken vatandaşların bundan sonraki süreci iyi yönetmesi lazım. Salgın yönetimi açısından devlet tüm imkânlarını seferber etmişken şu anda Türkiye’deki vaka sayısı çok fazla.

“TÜRKİYE’DE 250 BİN KİŞİ VİRÜS TAŞIYOR”

8.FB: Hocam yani vatandaş üzerine düşeni yapmadı mı? Virüsün bulaşmamsı için gereken özeni toplum gösteremedi mi?

KA: Tabi tabi o daha iyi olabilirdi ama hasta olanları hastaneye almak, ulaşmak, tedavi etmek, yoğun bakım sürecini yönetmek konusunda Türkiye takdire şayan ama tümünde iyiyiz diyemiyorum. Bulaştırma hala çok yüksek dün ( 5 Haziran Cuma) hala bin yeni vakadan söz ediliyor. Figen Hanım bakın bin yeni vakadan söz edince herkes zannediyor ki herkes bin kişi var Türkiye’de. Oysa öyle değil yapılan analizler ve testler gösteriyor ki hastalığın görülme oranı yaklaşık binde 3 yani bu oranı 83 milyon nüfusla çarparsanız 250 bin kişi eder. Biz her akşam bin rakamını duyuyoruz ama hayır Türkiye’de şu an binde 3 oranı üzerinden giderseniz 250 bin kişi virüs taşıyor. 

Bu sayı çok önemli normalleşme sürecinde dikkat edelim yeni vaka sayılarını yüksek görmemek için.

“VİRÜSÜN HASTALIK YAPMA YETENEĞİ AZALDI DİYENLER BU İŞİ BİLMEYENLER”

9.FB: Her ne kadar toplumun büyük çoğunluğu virüsün bulaştırılmaması ile ilgili uyulması gereken tedbirlere dikkat etse de bu işi çok ciddiye almayanlar da olabiliyor. Normalleşme sürecinde bizi daha yüksek vaka sayıları bekler mi?

KA: Şöyle; biz İstanbul’da 5 bin rakamlarını Türkiye’de 5138’i gördüğümüzde aynı zamanda o sıralarda bunların yüzde 60’ı hep İstanbul’da idi ve İstanbul’un da hemen hemen tüm yoğun bakım yatakları doluydu. Yani bardağın dolu olduğu, üstüne gelebilecek her damlanın bardağı taşıracağı biz zaman diliminden döndük. O dönemlerde ben televizyonlardan “yalvarıyorum” kelimesini kullanıyordum hatta bakın diyordum ki ; “ tarihe not düşüyorum yarın beni bir profesör millete yalvarır mı diye caps yapıp tiye alırsınız ama ben bunu hissediyorum. Bir ay sonra Bakan dedi ki ; “ İstanbul Wuhan’ımızdı”  Ben görüyordum çünkü bütün çocuklar ya benim asistanım ya meslektaşımdı bütün alanlarla konuşuyordum. İstanbul o dönem biraz daha vaka gelseydi bunu kaldıramazdı. Biz onu atlattık, Türkiye tepe seviyesini atlattı.

Şimdi belirli bir oranda bağışık insan sayısı var. Evet dikkat etmeyen bir grup var ama toplumun yüzde 50’sinden fazlası evde kalıyor, maske takıyor, sosyal mesafeye dikkat ediyor. Bunların sonucu vaka sayıları azalıyor.

Bazı bilim kurulu üyesi arkadaşlar bile tweet atıyorlar artık onlara tek tek cevap vermiyoruz ama “virüsün hastalık yapma yeteneği azaldı”  diye açıklamalar yapıyorlar.

10. FB: Bu açıklamaların bilimsel bir temeli var mı hocam?

KA: Şimdi eğer virüsle uğraşmadıysanız, yani kalp cerrahısınızdır, bir şeysinizdir bu arada da televizyon sizi çağırırsa o arada da son makaleleri okuyayım da biraz geleyim derseniz böyle cümleler sarf edersiniz. Hastanenizde enfeksiyonda çalışmayan bir kişisiniz televizyona gelmeden arıyorsunuz COVID Polikliniğini; “nedir durum” diyorsunuz, “ hocam işte geçen hafta 150 geliyordu şimdi 70 geliyor” dediklerinde akşam televizyona çıkıp “ virüsün hastalık yapma etkisi azaldı” dersiniz tabi konuyu bu kadar bilirseniz. Şu anda hiçbir makale virüsün hastalık yapma ve bulaşma yeteneğinde azalma olduğunu gösteren bir bilimsel makale yok. Vakalar azaldı evet çünkü biz bulaşmayı azaltacak önlemler alıyoruz. Örneğin sizinle röportajımızı buradan yapıyoruz bir araya gelip bir cafede karşılıklı kahve içerek yapmıyoruz röportajımızı. Okulları tatil etmişiz, maske takıyoruz. Şimdi bu bulaşmayı yüzde 50 azaltan hal ve davranışların sonucu doğal olarak vaka sayısı azalıyor. “Virüsün hastalık yapma yeteneği azaldı demek doğru değil”

Biz virüsün başka başka insanları hasta etme yollarını azalttık.

“SONBAHARDA HASTALIK BU YOĞUNLUKTA KALMAZ”

11.FB. Salgın geri gelir mi peki hocam?

KA: Ben bu kadar tedbirlere uyulduğu bir ortamda baharla beraber mesafeleri açarak, daha çok açık havada bir arada olarak, evleri daha çok havalandırarak yaz dönemini daha rahat atlatacağımızı, büyük salgının geri gelmeyeceğini hatta ikinci salgın olursa da kuzey yarım kürede bu dönemde olduğu gibi 6 milyon vakanın olmayacağına inanıyorum. Çünkü virüsle mücadele konusunda bir beceri kazanıldı, kurallara uyuluyor bir de toplumun belli bir oranda bu oran düşük bile olsa bunu geçiriyor ve savunma hücresi gelişen insanlar var. Bakın Figen Hanım biliyoruz ki virüs taşıyan bir kişi 3,3 kişiye bulaştırıyor. Ama savunma hücresi olan insanlar hasta olmadıkları gibi hastalığı başkasına da bulaştırmıyor.

 Dolayısı ile güz döneminde hastalığın bu yoğunlukta olmayacağını en fazla her ülke penceresi içersinde bu yoğunluğun yüzde 30 civarında olacağını söyleyebilirim.

“COVID’DEN ÖLENLERİN YÜZDE 93’Ü 65 YAŞ ÜSTÜ”

12. FB: Hocam Sağlık Bakanı Sayın Koca dün ( 5 Haziran Cuma) yaptığı açıklamasında Salgın döneminde ölenlerin yüzde 93’ünün 65 yaş ve üstünde olduğunu söyledi. 65 yaş ve üstündeki vatandaşlar zaten evden çıkmıyor nasıl oluyor da ölenlerin yüzde 93’ü 65 yaş ve üstü grupta yer alıyor.

KA: Sağlık Bakanının açıklamalarını hepimiz ayrı pencereden fal usulü bakıyoruz bu açıklamayı ben de okudum ama bu COVID ile ilgili bir açıklama değil anladığım kadarıyla Türkiye’de bu dönemde toplam ölümlerin sayısını söyledi.

13.FB: Ben öyle anlamadım hocam eğer öyle ise zaten bir haber değeri yok tabi olağan bir tablo olur.

( NOT: Röportaj sonrası tabi ki bu kafamı kurcalayan detayı Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca’nın basın danışmanına bizzat sorarak öğrendim ve bu oranın covid ile ilgili ölümler için açıklandığını bana iletti. Ben de Kemalettin Hocayı arayarak soruyu yeniden sordum işte yanıtı)

KA: Tamam doğrudur. Normali öyle zaten 49 yaşın altında ölüm oranı binde 8 dünyada, 50 yaşın altında binde 1,4.

14.FB: Hocam 65 yaş üstü dışarı çıkmadı bu dönemde nasıl oldu da tüm ölümlerin yüzde 93’ü 65 yaş üstü oldu?

KA: Bu ölümlerin büyük kısmı başta, sokağa çıkma yasağı ve diğer tedbirler alınmadan önce ölenler. Ayrıca evde de eş, dost, çocuklardan virüsle temas edenler olmuştur. Anormal bir durum yok yani, ben de öğrenmiş oldum böylece açıklamanın ayrıntısını teşekkür ederim.

15.FB: Rica ederim hocam aklıma takıldı bir teyit etmek istedim, özellikle sordum ve teyit edildi Sağlık Bakanlığı Basın müşaviri tarafından ve COVID’den ölenlerin oranı olarak açıklamış Sayın Bakan.

KA: 65 yaş üstünde bir hastalığı varsa yüzde 20, iki hastalığı varsa yüzde 33. üç hastalığı olanlar yüzde 50 civarında kaybediliyor. 84 yaş üstünde hiçbir hastalığı yoksa bile yüzde 15 ölümcül oluyor.

Burada diyelim ki 4 bin 600 hastanın 3 bin 600’ü 65 yaş üstünde evde tutmasaydık 7 bin olurdu o. İtalya İspanya gibi olurduk o zaman. 65 yaşın üstünde ölümler yüzde 50, 50-60 yaş arasında yüzde 1,5 bakın yüzde 50’den yüzde 1,5’a düşüyor, 50 yaş altında ise ölümler binde 8’e düşüyor.

“65 YAŞ ÜSTÜ İNSANLARIN SOKAĞA ÇIKMASI GEREKİYOR. BAKANLAR KURULU’NDAN KARAR ÇIKMASINI ÇOK ARZU EDİYORUM”

16.FB: Hocam 65 yaş üstündeki vatandaşlar için ticari faaliyeti olanlar hariç sokağa çıkma yasağı haftada bir gün dışarı çıkmaları dışında devam ediyor.  65 yaş üstü vatandaşlar bu duruma içerliyorlar evde kalmalarının sağlıklarını daha kötü etkileyeceğinden endişe ediyorlar siz nasıl yorumlarsınız?

KA: Şöyle Figen Hanım bu haftanın bir günü sokağa çıkmaları sürecinden önce bütün ekranlarda dolana dolan ben bu yaş grubunun sokak haklarının olması gerektiğini iddia ederek konuşan birisiydim. Çünkü artık bu aşamada, kas eklem ve diğer düzenlenmiş hastalıklarının bozulma aşamasına geldik. Bu insanların sokağa çıkmaları gerekiyor. Bu yaş grubu dışarı çıkarken onları enfekte edecek diğer insanlar bedel ödesinler, fedakârlık etsinler, sokağa çıkmasınlar. Şunu dipnot olarak belirtelim; Bu sokağa çıkma yasağı kapsamındakiler sanki başkalarını koruyormuş gibi bir algı var, oysa sokağa çıkma yasağı ile biz yüksek risk altında bulunan 65 yaş ve üzeri vatandaşlarımızı korumaya çalışıyoruz.

Ben şimdi şu noktadayım; hatta önümdeki hafta Bakanlar Kurulundan çıkmasını da çok arzu ediyorum;

65 yaş üstünde olup herhangi kronik hastalığı olmayanların sokağa çıkabilmesini öneriyorum. Yani 65 yaş üzerinde ve herhangi bir kronik hastalığı yoksa illa esnaf olması vs gerekmiyor bunlar sokağa çıkabilmeli. Bunu sağlayamıyor isek gelecek hafta bence şu olmalı şehirler belli mekânları bu 65 yaş üstüne ayırabilir.

“KAMUSAL ENGELLEMENİN ANLAMI YOK”

17. FB: Bunu belediyeler mi yapabilir mesela ?

KA: Tabi tabi. Kamu gücüyle ve belediyeler ancak yapabilir bunu. Belediyeler günün şu saatini ya da haftanın şu gününü 65 yaş üstüne mesela alışveriş merkezlerini açalım diyebilir.

FB: Bu çok güzel ve umut veren bir öneri 65 yaş üstü böyle bir haber bekliyor çünkü.

KA: Figen Hanım bir de ben şöyle bakanlardan birisiyim baştan beri de ; 65 yaş üstünde 3 ay geçti, tüm Türkiye 3 aydır bu konuyu konuşuyor. O insana diyorsunuz ki “sende kalp, şeker, tansiyon var yaşın da şöyle, dışarı çıkarsan virüsü alırsın, alırsan ölüm tehliken var”. Bu aşamadan sonra çıkmasını kamusal engellemenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum.

“EVDE KALMAK 65 YAŞ ÜSTÜ İNSANLARIN SAĞLIĞI İÇİN RİSK YARATIYOR”

18.FB: Yani bu bireysel bir tercih mi oluyor artık?

KA: Yani zabıta koyup tuz, şeker, vücuda sağlıklı maddeler alması gibi obezite gibi pek çok sağlık sorununu nasıl tek tek kontrolle engellemek mümkün değilse, bir çok insan var obez olduğu için, şeker hastalığına dikkat etmediği için devlete yük olan pek çok insan var bunu yönetemiyorsun. Bunda da bence böyle denebilir. Bence demeli gelecek hafta. Salgının başında kısıtlarken çok doğruydu şunun için; o günün şartlarındaki sağlık alt yapısı yüksek riske sahipler ve yüzde 50 oranında kayba kadar çıkabilen bir yaş grubu ve hastalık grubu. Sağlık alt yapısı sistemi yönetemeyip bütün sistemi çökertebilirdi.  Ben bunu başta milli güvenlik meselesi olarak tanımladım bu konuyu. Ama bugün artık yönetiliyor, Hastanede yoğun bakıma yatan 600 vaka var, 30 bin de en az bunları yapabilecek yoğun bakım yatağı olduğunu söylüyorsun vatandaşa da izah ediyorsun artık biliyor, tedbirleri de almışsın. Ondan sonrası milletin tercihi. İngiltere şunu gördü; bu süreçte diğer kronik hastalıkları covid dışı nedenlerden semptomlar bulgular, ölümler yüzde 30’lara yakın oranda yükselmiş. Yani evde kalmak nedeniyle hastaneye gidememek, ilacını düzenli alamamak, fiziksel aktivitesini yapamamak, psiko-sosyal durumunun çökmesine bağlı hastalığının alevlenmesi bunlar evde kalan 65 yaş üstü hastalar için risk yaratıyor.

Biz bu 8 günlük serbestliğin ardından Pazartesi, Salı günü gelen rakamlara bakacağız eğer 1500-2000 vaka gelirse kısıtlamalar devam eder. Ama 1000-800- 1100 arasında gelirse o zaman bana göre tüm kısıtlamalar kaldırılmalı.

Vatandaşlar öz kontrolleri ile yaşamını sürdürmeli.

 “HİÇ KİMSE BANA MASKESİZ İKİ METREDEN FAZLA YAKLAŞAMAZ”

19.FB: Yeni normal sürece siz adapte oldunuz mu? Berbere gidiyor musunuz? Dışarıda yemek yer misiniz?

KA: Bu konuda ben annemi örnek veriyorum. Annem bu kış bende 93 yaşında 4 tane kronik hastalığı var, Ben bayramda da dahil, bayram sabahı da dahil annemle 2 buçuk metre mesafede maske ile gönülden bayramlaştım. İki metre mesafe benim güvenlik zone’um ( güvenlik alanım). Oraya maskesiz hiç kimseyi yaklaştırmıyorum, ben de maskesiz yaklaşmıyorum. El hijyenime dikkat ediyorum ve son derece kurallara uyuyorum.

Sorduğunuz sorunun cevabı evet dışarıda restorana giderim. Kuaföre de giderim, gittim de ( saçını gösteriyor) bu saçlar 3 aylık değil. Ama maske yok abi dedi kalktım koltuktan, maskeni takacaksın, tıraş boyunca hiç konuşmayacağız, tıraş ederken benim başımı sürekli bir taraf çevirip, sen diğer tarafa solunum, nefes açılarımız bile kesişmeyecek.

Girerim restauranta, milletin milletin öğretmeni olması gerektiğini düşünüyorum. Benim alın terimle kazandığım param da, sağlığım da kıymetli, millete de bunu öğretiyorum; git mesafe ve kurallar uymayan bir yer varsa alma. Pazara git, maske takmadan bağırıyor, ucuz da olsa bedava virüs alıyorsun oradan. Bunu yapmam. Örneğin dün Cumaydı Allah herkesin niyetini kabul etsin Ankara’da vakaların en fazla olduğu Keçiören bölgesinde, Etlik’de olduğu için rektörlük binası oradaki Emrah Mahallesinde Emrah Camisine gittim. Tedbirlerimiz yanımızdaydı, seccademiz yanımızdaydı. Caminin bahçesinde de kılındı içinde de kılındı. Bir kere dezenfektanı girerken veriyorlar, herkes maskeli, çimi de çizmişler, betonu da çizmişler kıbleye doğru beyaz kireçle çizmişler inanın o kalabalık semtteki camiden mesafeyi bozan, maskesiz olan, el hijyeni yapmayan hiç kimse yoktu. Bana göre dün öğlen o camide bir kişi dahi bir kişiye bulaştırmamıştır. Ama oraya gelirken 8 kişilik dolmuşta 18 kişi geldiysen ayrı mesele. Ben maskeye, el hijyenine ve sosyal mesafeye dikkat edilen yerlerde bulaşma riskinin çok düşük olduğuna inanıyorum. Ama kapalı alanlarda, maskesiz ya da sosyal mesafeye uymaksızın temasta bulunmak riski çok artırır bunlara çok dikkat etmemiz gerekir.

FB: Hocam çok teşekkür ederim, çok bilgilendirici bir röportaj oldu.

KA: Ben teşekkür ederim. Sizinle geçmiş yayınlarımız oldu, çok başarılı televizyon programlarınız vardı başarılar dilerim.