Röportaj
17 Eki 2011 14:41 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:54

TUNA KİREMİTÇİ'DEN TARTIŞILACAK AÇIKLAMA! CUMHURİYET 2001 KRİZİYLE FİİLEN BİTTİ!

Ulusalcı söylemlerinden ötürü muhafazakar medyanın“faşist” benzetmelerine maruz kalan Kiremitçi, edebiyatçı kimliğiyle öne çıkmaya devam ediyor

Tuna Kiremitçi son dönemde en çok tartışılan köşe yazarlarından biri. Ulusalcı söylemlerinden ötürü yandaş medyanın bazı kalemlerinin “faşist” benzetmelerine de maruz kalan Kiremitçi, diğer yandan da edebiyatçı kimliğiyle öne çıkmaya devam ediyor. Son romanı “Selanik’te Sonbahar”, raflarda yerini alalı uzun bir zaman geçmesine rağmen halen büyük bir ilgi görüyor.

Konusu özetle; bir ulusun doğmasını engelleyen suikast, o suikasta uğramasa lider olacak bir asker, gerçekleşmesi ölüme bağlı bir aşk... Etrafındaki topluma ve siyasal gelişmelere kayıtsız; yalnız kendi iç dünyasında kaybolmuş veya dünyayı ondan ibaret sayan bir romantik olmadığını gösteriyor “Selanik’te Sonbahar”. Bir bakıma, yaşadığımız ancak kabullenmekte veya ifade etmekte zorlandığımız siyasal gerçekliği, kötü bir rüyayı anlatır gibi
ortaya koyuyor bu roman ve büyük bir mesajı da okuyucuya veriyor: “Bu cumhuriyet, o kurduğumuz Cumhuriyet olmaktan çıkıyor, gözünüzü açın.”

Kiremitçi’yle hem son romanı hem de Türkiye’nin gündemi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Romanı kaleme almaya başlama sürecini biraz anlatabilir misiniz? “Selanik’te Sonbahar” politik bir roman mı ya da bir aşk romanı mı, yani eserinizi nasıl tarif ediyorsunuz?

90’ların ortalarında, Tarık Günersel’in deneysel bir kısa metnini okumuştum. Mustafa Kemal’i kimsenin hatırlamadığı bir gelecekte geçiyordu. Samsun’a giden gemiye nedense binememiş, sonra da çekilmiş sahneden. Nedenini merak etmiştim. 10 yıl sonra da aklıma “Osmanlı’nın cihanşümul rock yıldızı Atilla” karakteri geldi. Biraz Abdülcanbaz karakterleri gibi bir adam. Derken bu iki nokta arasında bir evren oluşmaya başladı, ben de mani olmadım.

‘Roman yazanlar romantik ve ironiktir’

Yazdıklarınız için “romantik ironi” tabiri kullanılıyordu. Bu tabiri kabul ediyor musunuz? Hayal, gerçek, aşk, romantizm, gerçek, kaygılar... Hepsinin bir harmanı mı bu roman?

Şahsen risk almaktan yanayım. Her romanda yeni şeyler denemeye çalışıyorum. Tutmuş bir kitabımı klonlamayı hiç düşünmedim. Bahsettiğiniz değerlendirmeyi Profesör Gürsel Aytaç vaktiyle “Yolda Üç Kişi” için yapmıştı. Bakın o sahiden romantik ve ironik bir kitaptır. Belki bütün yazdıklarım öyledir, bilemiyorum. Zaten günümüz dünyasında herhalde ancak romantik ve ironik tipler roman yazar.

Karakterlerin popüler kültürün sık rastlanan insan tiplerinden seçildiğini görüyoruz. Sizi böyle bir tercihe götüren şey nedir?

Nedense popüler kültüre çocukluğumdan beri meraklıyım. Pop ikonları toplumun hali hakkında direkt ipuçları veriyor. Romanın kahramanı futbolcu da olabilirdi ama futbolcular içeriksizdir. Bana stadyum konserlerinde mesaj verebilecek biri lazımdı. Bu yüzden onun rock yıldızı olmasını istedim.

Bir ulusun kurtuluşuna önderlik eden ve ezilen dünya uluslarının kurtuluş mücadelelerine örnek olan Mustafa Kemal’in bir suikasta uğrayıp felç kaldığını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine uzun süren bir Amerikan mandasını görüyoruz romanda. Ama ABD’lilerin çekip gitmesinin ardından yine Osmanlı devam ediyor. Bu Osmanlı hangi Osmanlı acaba? Neo-Osmanlı diyebilir miyiz buna?

Bizim Cumhuriyet aydınlanmasını yaşamamış, haliyle ulus bilinci kazanmamış halimiz. Dışarıdan bakınca halleri çok farklı değil. Yine aşık oluyorlar, kulüplere gidiyorlar, alışveriş yapıyorlar... Ama ilk bakışta görünmeyen çok önemli bir eksikleri var. Ulus bilincine sahip değiller. Bu da her şeyi değiştiriyor.

‘Derdim 1923 mirasının aktarılması’

İlk romanınız 2002 yılında yayımlandı; yani AKP’nin iktidara geldiği yılda. “Selanik’te Sonbahar”da kötü bir rüyayı ortaya koyuyorsunuz. Geride kalan 9 yılın bir kritiğini de yapıyor musunuz?

Bildiğimiz Cumhuriyet 2001 kriziyle fiilen bitti bence. 2002’de başa gelen kadrolar yeni bir Cumhuriyet’in inşasına başladılar. Derdim, 1923 mirasının bu yeni konsepte bir şekilde aktarılması. Mustafa Kemal’in ulusal solculuğu ekseninde, sahici bir muhalefete...

“Artık Atatürk Cumhuriyeti’nde yaşamıyoruz” diyorsunuz. Peki, yaşadığımız yerin adı ne?

“İkinci Cumhuriyet” ya da “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” tabirleri iyi anlatıyor bence. Küresel sistem, milenyumla beraber Türkiye’ye yeni bir misyon biçti. Bu misyonu gerçekleştirecek kadroların iktidara gelmesini destekledi. Bu da o esnada sahneye çıkan yeni sermaye sınıfı vasıtasıyla oldu. Biz şeriattan korkuyorduk, gele gele muhafazakâr soslu kapitalizm geldi. Aydınların bunun analizini iyi yapması lazım.

Roman “Ya Atatürk başaramasaydı ne olurdu?” sorusuna cevap veriyor mu?

Bu zor bir varsayım. Aynı şekilde “Kazım Karabekir destek çıkmasaydı ne olurdu?” ya da “Ya Ethem orada Ahmet Anzavur’u yenmeseydi?” gibi varsayımlar da yapılabilir. Ama en fazla zeka jimnastiği yapmış oluruz. Romanın illa bir sorusu olacaksa “Atatürk başardı da ne oldu?” olabilir belki. Bugün o mirasın kıymetini biliyor muyuz? Yoksa sistemin istediği egoist robotlara mı dönüştük?

Hem romanda hem de köşe yazılarınızda “Mustafa Kemal”, “ulusal çıkarlar”, “ulus bilinci”, “bağımsızlık” gibi kavramları oldukça yoğun bir biçimde kullanıyorsunuz. Neden?

Ulusal bilincimizi kaybedersek ayvayı yeriz. O zaman herkes kafayı birbirinin etnik kimliğine, dinine, mezhebine takar. Bu da sonun başlangıcı olur. Batılı aydınlara bakın, sağcısı da solcusu da muhafazakârı da bir şekilde ulusalcıdır. Dünyaya o pencereden bakarlar. Bu bilinç onlara okulda verilir. Bizim eğitim sistemimiz ise tam tersini yapmakla meşgul.

Alışılagelmiş bir soru yöneltmek istiyorum. Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?

Valla, birkaç roman fikri var aklımda. Muhtemelen kışa doğru içlerinden biri kendisini yazdırmaya başlar. Önümüzdeki aylarda da 5 yıldır yazdığım köşe yazılarından bir seçki, kitap halinde yayımlanacak.
 

Aydinlikgazete.com