Röportaj
02 Ağu 2011 11:37 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:38

TRT'NİN ABSÜRD DİZİSİNİN SENARİSTİNDEN İLGİNÇ AÇIKLAMALAR! ÇOK SAÇMALIYORUZ!

TRT'nin absürd dizisi 'Leyla ile Mecnun'un senaristi Aksak, dizide çok saçmalaladıklarnı söyledi.

Çok saçmalıyoruz ama hayatımız öyle

Kısa sürede fenomene dönüşen TRT’nin absürd dizisi ’Leyla ile Mecnun’un 25 yaşındaki senaristi Burak Aksak, "Dizide çok saçmalıyoruz ama hepimizin hayatı gibi komik, hüzünlü ve saçma. En azından benimki öyle" diyor


Geçen yıl TRT’de yayımlanan ‘Ramazan Güzeldir’ dizisi, şimdi ise yine TRT’de bir fenomene dönüşen ‘Leyla ile Mecnun’... Henüz 25 yaşındasınız... Bildiğim kadarıyla sinema okumadınız, nasıl girdiniz bu dizi, sinema işlerine?
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi’ni kazandım 2005’te, okulla çok alakasızdım, orada yarım dönem okuduktan sonra bıraktım, şimdi dizideki Mecnun misali Açıköğretim’de Kamu Yönetimi okuyorum. Okulu bıraktıktan sonra tamamen kısa filme yöneldim. Festivallerde biraz tanınmaya başlamıştım. Plato Film’den burs verdiler. Bursun amacı eğitimin sonunda kısa film çekmekti. Ben zaten kısa film çekiyordum. Onlar da beni Ayla Algan’a yönlendirdiler, üç sene onunla beraber devam ettim. 

Peki televizyoncuları nasıl ikna ettiniz? Kolay değildir ilk başta...
TRT’de Bülent Ata diye benim çok sevdiğim biri var, bu mizahı o çok iyi anlıyor, ‘Ramazan Güzeldir’i o da çok sevmişti. TRT’nin kurulunda da çok sevmişlerdi. ‘Ramazan Güzeldir’ çok konsept bir işti, ramazana özgü bir durumdu. Ama oradaki o dili, o mizahı gördüler ve başka bir şey daha yapmak istemişlerdi. Kafamda bazı absürd denilebilecek saçma şeyler vardı. Bu fantastik dünyayı yakalayabilecek adam da Onur Ünlü diye düşündük. Bundan çok mutluyum gerçekten. Bu işi onun yapıyor olması, işe çok büyük bir artı kattı. 

Onur Ünlü’yle daha önceden tanışıyor muydunuz?
Filmlerinden biliyordum. Şiirlerini de seviyordum. Çok istiyordum bu projeyi onun yapmasını. Senaryo ona gitmiş. Bir sabah beni aradı, ‘Ben Onur Ünlü ve biz bu işi yapacağız’ dedi. Bu kadar hızlı gelişeceğini hiç tahmin etmiyordum. Senaryoyu beğenir mi beğenmez mi bilmiyordum. 

Böyle absürd bir ‘Leyla ile Mecnun’ fikrinin nasıl ortaya çıktığını merak ediyorum.
Başlarken bu dizi belli saçmalıklar içersin, çok absürd olsun diye başlamadım. Çok sıkıntılı bir dönemdi aslında benim için. İşimi bırakmıştım, evdeydim ve bir şey yapmam lazımdı. Ne yapacağım ben diye düşünüyordum. Böyle bir durumda size, şunu yap senin için iyisi bu diyebilen birine ihtiyaç duyuyorsunuz. Ak sakallı dede figürü canlandı gözümde. Peki bu bir âşığa yardım ederse ne olur diye düşünürken Leyla ile Mecnun geldi aklıma. Aslında biz insan hayatının hikayelerini anlatıyoruz ‘Leyla ile Mecnun’da. En temel şey bu. Çok saçmalıyoruz ama özünde hepimizin hayatı gibi komik, hüzünlü ve saçma. En azından benim hayatım öyle. Ne yaşamışım diye baktığım zaman geri, kendimi komik, hüzülü ve saçma buluyorum. 

Aslında böyle bıçak sırtı bir proje ya fenomene dönüşür ya da kimse anlamaz ve rezil olunur. Peki siz böyle fenomene dönüşeceğini düşünmüş müydünüz?
Başta kötü bir düşüncemiz vardı daha sonra dedik ki boşverelim hiçbir şeyle kıyaslamayalım. Biz iyi bir iş yapıyoruz. Farklı bir şey olacağı kesindi. Bu kadar büyük iş yapacağını bilmiyorduk ama. Bu bir kimya işi. Kadro çok güzel. Onur ağabey ilk defa başına böyle bir şey geldiğini söyledi. Benim için de öyle. 

Dizi ilk bölümünden itibaren özellikle de sosyal medyada, sözlüklerde patladı. O noktada ‘Tamam oldu bu iş’ dediniz mi?
Dün 22’nci bölümü yazdım daha hâlâ diyemiyorum. Başarılı bir iş için ‘olmuş’ demek biraz riskli. Çünkü aynı başarıyı diğer bölümlerde devam ettirebileceğinizi bilmiyorsunuz. 

Sözlüklerden anladığımız kadarıyla çok dikkatli bir izleyici kitleniz var. Her şeyin altında bir şey arıyorlar. Sizin gönderme yapmadığınız ama onların bulduğu bir şeyler var mı?
Tabii, yabancı bir diziye çok güzel bir gönderme yapılmış demişler geçenlerde. Oturup göndermeler yapalım diye başlamıyoruz işe. Bu hikayeyi yazarken ben masa başında geliyor göndermeler. Bilinçaltından çıkıyorlar. 

Dizide ‘Tatar Ramazan’dan ‘Matrix’e, ‘127 Saat’e birçok filme de gönderme oluyor. Facebook sayfanızda da ‘Ne de güzeldi beraber izleyemediğimiz filmler’ diye onlarca filmin fotoğrafları var.
Orada kişisel olarak beğendiğim filmler var. Biriyle bir film izlersiniz ve o film onunla izlediğiniz için güzel olur, tekrar izleyince aynı olmaz dersiniz. Ama sonra filmi tek izlersiniz ve o film gene de güzeldir. 

Attila İlhan’dan, Cemal Süreya’ya edebi metinlerden alıntılar bolca. Bu tür edebi alıntıları popüler kültür örneği bir diziye yedirme amacı nedir? Hatırlatma, ilgi çekmek, izleyenin bu ne deyip araştırması... Hangisi?
Başta öyle bir misyon üstlenmedim. Ben bunu da senaryoya koyayım, insanlar bilsin diye değil, bunlar zaten bilinen edebiyatçıların bilinen şiirleridir. Ben bu edebiyatçıları çok seviyorum. Yaptığınız bir işte, kurduğunuz bir cümlede sevdiğiniz şairlerden ya da mesela Sait Faik’ten bir şeyler olması sizi mutlu ediyor. Sadece hatırlatmak değil, onların oradaki varlığı beni mutlu ediyor. 

Çok gençsiniz ama dizide 80’ler, 90’lar kuşağının çocukluğuna ait pek çok şey var. Bu nasıl oluyor?
Aslında 90’lar kuşağı dediğimiz şey 80’ler kuşağıyla neredeyse aynı şey. Mahalle kültürü dediğimiz şey var biraz da. Mahalle durumu 70’lerden beri aynıdır. Babalarınız ve sizin o çevrede yaşadığınız şeyler birbirine yakındır. Böyle bir gidiş var. Bazı temel şeyler hiç değişmiyor. İskender ve Mecnun’un durumu gibi. En zengininden en fakirine aynıdır, baba sever ama sevdiğini söyleyemez durumu... 

Siz nasıl bir ortamda büyüdünüz? Şehirde mi kasabada mı?
Ben şehirde, İstanbul’da büyüdüm. İlkokul 5’e kadar sokaktaydım. O mahalle dediğimiz şeyin içindeydim. Daha sonra taşındık ve o yeni mahalleye adapte olamadım. Ondan sonraki bütün hayatım evde geçti. Kitap okumaya başladım. Filmler falan derken, yedik kafayı! 

Dizide yönetmenlerin (Onur Ünlü ve Murat Onbul) müdahaleleri, oyuncuların doğaçlamaları beklentini karşılıyor mu? Bazı senaristler her şeyin yazdıklarıyla bire bir olmasını ister.
Başta bir korkum vardı. Ben bir hikâye anlatıyorum. Oturup bir sezon boyunca ne işleyeceğiz diye konuşmadık. Benim ruh halim nasılsa ona göre yazıyorum. Kişisel acılar, kişisel yaşantılar olduğu için başta bir çekince oldu. Ne yaparlar acaba diye. O kritik noktaları çok iyi biliyorlar. Birbirimizi çok iyi tanımaya başladık. Aynı şeylere gülüyoruz, aynı şeylerden hoşlanıyoruz. Çok güzel bir iş çıkarıyorlar doğaçlama yaptıklarında. Doğaçlama yapmasalar bile bana öyle gelen sahneler var. En çok onlar hoşuma gidiyor. O kadar güzel oynamışlar ki doğaçlama zannediyorum. 

Evet, oyuncular kendileri bulmuş gibi coştukça coşuyorlar dizide.
Dizideki oyunculardan başkasını bu dizide düşünemiyorum. Mecnun’u Ali Atay, İsmail Abi’yi Serkan Keskin, İskender’i Ahmet Mümtaz Taylan, Erdal Bakkal’ı Cengiz Bozkurt’tan başkası oynayamazmış gibi geliyor. Dizinin hayranı olduğum için belki de başka oyuncuları onların yerinde düşünemiyorum. Onların doğaçlamaları benim bir sonraki bölümümde malzeme olabiliyor. Farkında olmadan paslaşıyoruz, böyle bir durumumuz var. 

Örnek verebilir misin? Mesela İsmail abinin (Serkan Keskin) ‘Ağzının dediğini kulağın duysun’ deyimini bir türlü söyleyememesi gibi...
Evet, böyle saçmalar oldu, daha sonra biz onu her bölümde farklılaştırarak devam ettirmeye çalıştık. Daha önemli bir şey var mesela... Bir sahnede nişanı basar Mecnun. Leyla gittikten sonra Mecnun’la Arda’nın iki kelimelik bir repliği vardı. Çekimde “Hakikaten atla mı geldin?” diye başladılar, uzattıkça uzattılar. O sahneden sonra anladık ki, aslında arada Leyla olmasa Arda ile Mecnun çok iyi arkadaş olabilirler. Sadece bir doğaçtan çıkan bir şeydi. Çok da güzel oldu. 

Oyuncular ortamla ilgili ‘Tiyatro kumpanyasında gibiyiz’ diyorlar, siz de öyle hissediyor musunuz?
Geçenlerde diziye konuk oyuncu olarak gelen arkadaşlardan biri ‘Dizi çekerken, açı ayarlanır, belli bir kadraj yapılır, bu kadrajın dışına çıkmamak gerekir. Sizin dizide oyuncular önce genel planda oynuyorlar, sonra onların oyununa göre kadraj yapılıyor” dedi. Bence o kumpanya havasını veren de bu. Ben de yazarken çok keyif alıyorum. 

Espriler çok zekice, yerli yerinde, dozunda... Bunun bir formülü var mı?
Hiç yok. Hiç bilmiyorum bunun dozu nedir. Bazen çok mu kaçırdım acaba dediğim yerler oluyor. Bir dizi senaryosu yazmak, yazarlığın esnaflık hali gibi bir şey. Hep yazıyorsunuz. Bozuk mal satmayan bir esnaf olmaya çalışıyoruz. 

Dizide komedi, hikaye erkek karakterler üstünden yürüyor. Kadın karakterler geri planda kalıyor. Dizi hakkındaki tek eleştiri bu.
Benim hikâyemde erkekler kadınlara âşık olur. O nedenle Yavuz da İsmail de Mecnun da böyle adamlar, kadınlara âşık oluyorlar. Bir kadın dünyasına girip oradan bir şeyler anlatmak benim açımdan zor. Bilmediğim şeye temkinli yaklaşıyorum. Yapmayacağız diye bir şey yok. 

Dizinin şarkıları da fenomen oluyor. Sözlerini siz mi yazıyorsunuz?
Hayır. Ali Atay ve Osman Sonat ve müzisyenler yazıyor. Onlar kafa kafaya veriyorlar ve bir şeyler yapmak istiyorlar. Yeni sezonda da Leyla’nın dönüşüyle ilgili bir şarkı hazırlayacaklar. Ben de katılacağım onlara. Ben sadece bölüm şarkılarını seçiyorum. 

Ne zaman bir Burak Aksak filmi izleyeceğiz?
Para bulduğum an film çekmek istiyorum. Buradan yapımcılara sesleniyorum. Senaryom hazır. Ama dizi gibi komik değil. Sponsor bulamasam da, kendi kazandıklarımla bir şeyler yapmak isterim. Para almadan oynayacak oyuncular var, onları oynatabiliriz. 

‘Leyla ile Mecnun’ film olacak mı?
Dizi kısa bir süre içinde biterse filmini çekebiliriz. Onur abinin de benim de kafamda bir hikaye var ama ikimiz de üzerinde hiç konuşmuyoruz ki sonra elimizde malzeme kalsın. Uzarsa diziye de yedirilebilecek bir hikaye.
‘Leyla ile Mecnun’un yeni sezon bölümleri 8 Ağustos Pazartesi gününden itibaren TRT 1’de.

İçki yasak öyleyse üzüm yesinler...
Genelde RTÜK’ün, özelde de TRT’nin içki ve sigara yasaklarını dizide çok güzel ti’ye alıyorsunuz. İçki yerine üzüm, erik, incir... Sigara yerine sakız filan. Bu konuda uyarı geliyor mu size?
Şu ana kadar gelmedi. İnşallah bu röportajı okuduktan sonra da gelmez! RTÜK’ün ekranlarda belli yasakları var. Bu belli şeyleri yapamamak insanı kısıtlıyor gibi gözükür. Ama aslında sizin yaratıcılığınızı da artırır. Benim alanım bu, ben bunları yaparım, seyirci sıkılmış olur ama ben gene de paramı alırım. Bir bu mantık vardır bir de bundan sıkılma durumu vardır. Açıkçası her tür yasak beni sıkar. Sansür bana çok saçma gelir. Nasıl atlatabilirim, ne yaparım da bana dokunamazlar? Günlük hayatta sigara, içki kullanan insanlar var. Bunların olmadığı bir dünya yaratacaksak bu gerçeküstü bir dünya olur.