Medya
04 Mayıs 2012 11:30 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:36

TİYATRO TARTIŞMASININ ÖZÜ: NÂZIM HİKMET VAR DA NECİP FAZIL NİYE YOK?

Cumhuriyet yazarı Utku Çakırözer, tiyatroların özelleştirilmesinin tartışıldığı Bakanlar Kurulu'nda yaşanan tartışmayı kaleme aldı.

Tiyatro tartışmasının özü:
‘Nâzım Var da Necip Niye Yok?’


Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AKP Gençlik Kolları toplantısında dile getirdiği “tiyatroyu özelleştirme” konusu önceki günkü Bakanlar Kurulu’nun gündemindeydi. Nitekim, toplantı sonunda açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç sadece Şehir Tiyatroları’nın değil Devlet Tiyatroları’nın da ‘Türkiye’ye özgü’ bir model çerçevesinde özelleştirilmesine kesin kararlı olduklarını açıkladı.

‘Ucube heykel’ krizinde siyaset ile sanat arasında orta yolu bulmak isterken Başbakan’dan ters muamele gören Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bu kez toplantıya kadar bu tartışmaya girmekten kaçındı. Sadece bir gece önce Antigone oyununun galasına giderek sanatçılara ‘moral’ verdi. Bakanlar Kurulu toplantısında ise devlet-sanat ilişkisinin, işveren-işçi ilişkisi gibi görülmemesi gerektiğini anlatmaya çalışan Günay, Devlet Tiyatroları’nın (DT) son yıllarda Anadolu’da nasıl yaygınlaştığını da yıllık programlar üzerinden detaylı biçimde anlatarak kurum üzerindeki eleştiri oklarını hafifletmeye çabaladı. Ancak kabine arkadaşlarından gelen eleştiriler karşısında bu duruşunu da koruyamadı.

Yaygın kanaat
Arınç, toplantı çıkışında tam mutabakattan bahsetti. Günay ise “Memur sanatçı anlayışı yerine, aynı sinemada olduğu gibi sanatçı girişimlerinin projelerinin desteklenmesi gerektiği konusunda yaygın kanaat var” demekle yetindi. Anlaşılan o ki, Başbakan ve kabine arkadaşlarını, sanatçıları koruyacak bir ‘ara formül’ üzerinde ikna edememişti. Günay toplantıya Avrupa’da ‘ulusal tiyatro’ ya da ‘devlet tiyatrosu’ adı altında devletten destek alan tiyatrolar olduğu bilgisiyle gitmesine rağmen, muhatapları da derslerini çalışarak gelmişti. O ülkelerde böyle bir destek bulunmadığını, bulunsa bile bunun part-time olduğu karşıtezini dile getirdi.

Repertuvar sıkıntısı
Özellikle ‘repertuvar’ konusu Günay’ın yumuşak karnı oldu. Arkadaşımız Selda Güneysu, toplantı öncesinde Başbakanlık tarafından DT’nin son beş yılda sergilediği oyunların repertuvarı üzerinde bir çalışma yapıldığını duyurmuştu. Meğer eksik yazmış! AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana 10 yıllık tüm repertuvar mercek altına alınmış toplantıya girilmeden. Kabine arkadaşları da Günay’a özellikle bu noktadan, “Bir yılda beş kez Nâzım sergileniyor da neden Necip Fazıl, Peyami Safa gibi isimlerin oyunları sergilenmiyor?” diye sorarak yüklenmişler. Başbakan ve AKP yönetimini tiyatro meselesinde rahatsız eden temel faktörün, kendilerine yakın muhafazakâr-İslamcı isimlerin oyunlarının sergilenmemesi olduğu çok belli. Arınç’ın “İşveren durumunda olanların müdahalesi veya kurulacak müşterek bir yönetimle ağırlığını hissettirmeleri” ifadelerinin adresi de aynı nokta.

Sanatçı tepkisi kapıda
Başbakan o kadar kararlı ki, Maliye Bakanlığı’nın özelleştirme bürokratları daha tartışma dahi yapılmadan kabineye model sunuyor. Arınç’ın konuyu basit bir ‘işçi-patron ilişkisi’ olarak gösteren sözleri de sanat camiasını son derece rahatsız etmiş durumda. Nasıl bir tepki vereceklerini tartışıyorlar kendi aralarında. Önce Günay ve Bilgin’in atacağı resmi adım beklenecek. Günay “Bugünden yarına hemen bir şey yok. Avrupa’daki modelleri de esas alan bir çalışma yapacağız” diyerek sorunu zamana yayma eğiliminde. Sanatçılar o kadar beklemeyebilir...

ZAMAN’IN RAHATSIZLIĞI
Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimlerinden Faruk Mansur’un Ankara’da verdiği mesajlar önceki gün bu köşede yer aldı. Mansur sıradan biri değil. İsrail güçlerince Mavi Marmara’ya düzenlenen saldırı anında gemideydi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’na ‘one minute’ çıkışı; İsrail ile yaşanan koltuk krizi ve Mavi Marmara saldırısı sonrasında Türk-İsrail ilişkilerinin kesilmesi kararlarını tek tek sıralayarak “Bunlar Arap Baharı’nın kıvılcımı, bizim ilhamımızdı” diye anlatmış, mesajlarının laikler, liberaller, solcular ve spesifik olarak isim vererek Fethullah Gülen’e iletilmesini istemişti.

Müslüman Kardeşler’in saldırı anında Mavi Marmara’da bulunan üst düzey yetkilisinin, o kriz sırasında Erdoğan gibi bir gücü karşısına alma pahasına doğru bildiğini dünyaya duyurmaktan geri durmayan Gülen’e ismini vererek mesaj yollaması her gazeteci için haber değeri taşır. Bu doğrultuda yazdığım değerlendirme için Zaman’da dün ‘asılsız haber’ denmesinden üzüntü duydum. Çünkü o odada yer alan ve Zaman’daki haberde şahit gösterilen, gösterilmeyen tüm isimler, Mansur’un AKP hükümetini ‘sadece İsrail karşıtlığı’ üzerinden değerlendiren sözlerini de, sondaki özel Gülen vurgusunu da gayet iyi duydu. Onlar o sözlere farklı anlam yükleyebilir, çıkarımıma katılmayabilir ama bu, söylenenlerin ‘asılsız’ olduğu anlamına gelmez. Sanırım asıl mesele; Erdoğan’ın önemli iç ve dış politika kararlarına yakın geçmişte yaptıkları ciddi muhalefetin anımsatılmasına dahi, Gülen hareketinin bugünlerde aşırı duyarlılık göstermesinin ardında neyin yattığıdır?

Utku Çakırözer/Cumhuriyet