Gündem
13 Nis 2022 23:52 Son Güncelleme: 13 Nis 2022 23:55

TBMM'de 'Cemal Kaşıkçı' tartışması! "Abdulhamit Gül'den böyle bir talepte bulundunuz mu?"

TBMM Genel Kurulu'nda, CHP'nin Cemal Kaşıkçı cinayeti davasının Suudi Arabistan'a devredilmesiyle ilgili 'fiili gensoru önergesi' vermesi üzerine tartışma yaşandı.

CHP, TBMM Genel Kurulu'nda, Cemal Kaşıkçı cinayeti davasının Suudi Arabistan’a devredilmesiyle ilgili fiili gensoru görüşmesi açmak istedi.

CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre, “Bu olay, ne yazık ki Türkiye’nin özellikle aralık ayında yaşanan ekonomik buhran neticesi içine girdiği bu büyük dar boğazın bir sonucu gibi görünüyor. Çünkü hükümetiniz, buradan çıkışın yolunu anlaşılan Suudi sermayesinde görüyor" dedi. AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ise "Türkiye bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Bugün geldiğimiz noktada uluslararası soruşturmaların devri ve bunun hukuki altyapısı bellidir. Türkiye gereğini yapmıştır ve şu anda da ortada bir fail bulunmamakta, yargılanan bulunmamakta ve hukuk temelinde de bu dosya maksat hasıl olmuş, bütün delilleri Türkiye sağlamıştır. Bütün delilleri dünyaya Türkiye servis etmiştir” diye konuştu.

CHP, TBMM Genel Kurulu'nda uluslararası bir anlaşma üzerinde yapılacak görüşmeyi, hükümetin Cemal Kaşıkçı cinayeti davasının Suudi Arabistan’a devredilmesindeki sorumluluğu nedeniyle fiili gensoru görüşmesine çevirmek istedi. Genel Kurul’da söz alan CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre, iktidara şu eleştirilerde bulundu.

“BU VAHŞİ CİNAYETTE SUUDİ YÖNETİMİN PARMAĞI VARDIR”

“Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesi olayında çok temel bir konu vardır. Bütün uluslararası raporlara göre, Türkiye’den yapılan açıklamalara göre, Birleşmiş Milletler raportörünün raporuna göre, birçok uluslararası basın kuruluşunun hazırlığına göre, bu vahşi cinayette Suudi yönetimin parmağı vardır. Suudi yönetimin delilleri karartma girişimi vardır.

Bakın, buraya gelen, Türkiye’ye, İstanbul’a gelen katliam çetesi diplomatik pasaportlarla gelmiştir. Suudi Arabistan yönetiminin bu türden girişimlerinin ilk örneği de İstanbul’da olmamıştır. Geçmişte Fransa’dan, Hollanda’dan insanlar kaçırılmıştır; Mısır üzerinden Suudi Arabistan’a götürülmüştür. Ama Türkiye’deki olayın kötülüğü; çok vahşi şekilde bir insan Türkiye’de öldürülmüştür.

 ‘Aman Türkiye ya da başka ülkeler buradaki elçilik binasını, konsolosluk binasını, dinlerler, izlerler’ diye katliamdan beş gün önce arama yapılıyor, Suudi yönetimi tarafından konsolosluk binasında. Ve o aramayla orada, adı ‘böcek’ diye tarif edilen dinleme cihazları tespit ediliyor; uluslararası raporlar bunu gösteriyor. Bunun üzerine Suudi yöneticiler ve oradaki katliam çetesi, son derece fütursuz şekilde bütün detayları konuşarak bu katliamı ortaya koyuyorlar. Bakın, örneklerle belirteceğim, niye bunun içinde Suudi yönetimin etkisinin olduğunu. Aralarında şunu konuşuyorlar katliamdan önce: bakın, ‘Çantaya sığar mı’ diye soruyor. ‘1,80 boyunda bir adam bu, çantaya sığmaz’ diyor. Bu ifadeyi bağışlayın ama kayıtlarda olduğu için söylüyorum; ‘Kalçası at kalçası gibi’ diyor. ‘Kalçası at kalçası gibi, çantaya sığamaz, parçalamamız lazım’ diyorlar ve bununla ilgili çok özel bir uzman getiriliyor. İskoçya'da eğitim almış, sonra Avustralya'da bu işin ihtisasını yapmış, yani insan bedeninin parçalanmasının ihtisasını yapmış bir kişi özel görevli olarak İstanbul'a bu kapsamda getiriliyor arkadaşlar. Arkasından, biliyoruz ki gelen ekibin içerisinde Suudi Veliaht Prensi’nin koruma ekibinden 6-7 insan bulunuyor. Daha size ne örnek verecek, bunun Suudi yönetiminin işinin olduğuyla ilgili?

CIA'in raporunda el-Kahtani'nin -ve bu haber Reuters gibi çok saygın bir basın kuruluşunda geçmiştir- ‘O köpeğin kafasını getirin’ ifadesini kullandığı kayıtlarda bulunuyor. Daha ne kanıt istiyorsunuz Allah aşkına?”

 “HÜKÜMETİNİZ BURADAN ÇIKIŞIN YOLUNU ANLAŞILAN SUUDİ SERMAYESİNDE GÖRÜYOR”

“Bakın, Birleşmiş Milletler bu konuyla ilgili bir raportör görevlendiriyor. Çok kapsamlı iki rapor var. Ben tamamını okudum, ilgili arkadaşlarıma da verebilirim. Raportör bir Fransız, insan hakları konusunda çok uzman bir kimse, ‘Agnes Callamard’ isimli bir hanımefendi, çok kapsamlı iki rapor ortaya koyuyor. Callamard diyor ki; ‘Bulgular net, Kaşıkçı cinayeti bir devlet cinayeti ve şu ana kadar Suudi Arabistan bu cinayet için bir bedel ödemedi’. Ya bu kayıtta dururken, Birleşmiş Milletler raportörünün bu ifadesi dururken Allah aşkına bu dosyayı Suudi Arabistan'a nasıl gönderirsiniz ya, bunu nasıl yaparsınız?

Birleşmiş milletler raporunu yazan madam Callamard; başına ne geldi biliyor musunuz? Hanımefendi Suudi yönetimi tarafından tehdit ediliyor. Bu insanlara, Birleşmiş Milletler raportörünü ölümle tehdit eden, Cemal Kaşıkçı dosyasını teslim ediyorsunuz, hiç vicdanınız sızlamıyor mu?

Bu olay, ne yazık ki Türkiye’nin özellikle aralık ayında yaşana ekonomik buhran neticesi içine girdiği bu büyük dar boğazın bir sonucu gibi görünüyor ne yazık ki. Çünkü hükümetiniz, buradan çıkışın yolunu anlaşılan Suudi sermayesinde görüyor. Ocak ayının başında durup dururken Arap basınında yazılar çıkmaya başladı. ‘Türkiye’nin ekonomik durumu çok kötü, böyle bir durumda Suudilerin Türkiye’ye yardım etmesi için Kaşıkçı dosyası bir engeldir’ diye yazılar çıkmaya başladı. Böylelikle yönetiminize bütün mesaj açıklıkla ulaştırılmış oldu aslında. Kapalı kapılar ardında söylenenler uluslararası basında yer aldı. Peki bundan sonra ne yaptınız? Adalet Bakanı üzerinde baskı kurdunuz. Adalet Bakanı Sayın Albdulhamit Gül, vicdanlı bir insan olduğu için, bunu vicdanına yediremediği için, böyle bir kepazeliğin parçası olmak istemediği için görevinden ayrıldı. Arkasından Sayın Bozdağ’ın görevi başladı.”

 “ADALET BAKANLARININ TÜRKİYE’DE AYNI GÜN AÇIKLAMA YAPTIĞI KAÇ OLAY OLDU”

“31 Mart günü savcılık, dosyanın Suudi Arabistan’a gönderilmesiyle ilgili bir karar açıkladı. Aynı gün Sayın Adalet Bakanı, ‘Evet, bizim görüşümüz olumludur’ dedi. Ben merak ediyorum, Adalet Bakanlarının Türkiye’de aynı gün açıklama yaptığı kaç olay oldu? 7 Nisan günü mahkemede dosyanın Suudi Arabistan’a devri kararı çıktı. Bu acele niye?

İşin aslına, özüne geliyoruz. İşin özünde şu var: Dünyada, mantığı sadece menfaat olanlar böyle şeyler yapıyorlar. Bakın, az önce, başlangıçta söylemiştim, Hollanda'dan, Fransa'dan adam kaçırma girişimlerinin Suudi makamları tarafından olduğunu söylemiştim. Sonra bunların üzerine neyi gördük biliyor musunuz? Yargılamalara Fransız makamları, Hollanda makamları taraf olmuyorlar arkadaşlar, müdahillik talebinde bulunmuyorlar. Bunu inceleyen uzmanlar ne sonuca ulaşıyor biliyor musunuz? Birtakım Fransız ve Hollanda şirketlerinin Suudi Arabistan'da kapsamlı işler aldıkları sonuçlarına ulaşıyor, özellikle şu anda kuzeyde yapılmakta olan şehrin inşaatında çok kapsamlı işler aldıkları sonucuna ulaşıyor ya da Selman'a ‘Senin arkanı ben topladım’ diyen Trump'ın damadı Kushner'in Suudi sermayesiyle, Suudi finansıyla bir fon işlettiği sonucuna ulaşıyor. Şimdi, bunun üzerine, bu bilgiler üzerine Türkiye'de alınan bu kararın anlamının ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Bir de size bir örnek vereyim mi, 2020 yılından? Eskiden bu sıralarda oturan bir Genel Başkan Yardımcısı arkadaşınız, Yasin Aktay diyor ki 2020'de; ‘Niye Türkiye'de bu cinayeti işlemeye cüret ettiler’ diye soruyor. Arkasında da şunu söylüyor; ‘Ortaya çıkarsa en kötü ihtimalle belki bunu parayla satın alırız diye düşündüler’. Ne zaman söylüyor bunu? 2020 yılında söylüyor. Siz bugün yaptığınızdan çok farklı bir tutum içindeyken Yasin Aktay diyor ki; ‘Biz bunu Türkiye'de yaparız diye düşündüler, en kötü ihtimalle de Türkiye satılık bir ülkedir, biz buna parayı veririz, kapatırız diye düşündüler’ diyor.

 GENEL KURUL’DA GERGİNLİK

Emre’nin konuşması sık sık AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın laf atması ile bölündü.

Ünal, “Kapatamadılar işte. Tehdit ettiler de kapatamadılar. Türkiye bu konudaki değerlendirmelerini fazlasıyla yaptı. Bütün dünya susarken Türkiye konuştu bu konuda” dedi. CHP’li Emre de “Bu raporların hepsi burada duruyor. Haksızlıktan sesin yükseliyor, ben bunun çok iyi farkındayım. Haksızlıktan sesin yükseliyor, bırak bunları, bırak” tepkisini gösterdi. İkili arasındaki tartışmanın ardından CHP’li Emre konuşmasına devam etti.

EMRE: TARİHİMİZE BU KARA LEKEYİ SÜRMEYİN

“Sonuç olarak gelin, yol yakınken dönelim. Bakın, Türkiye'de devir değişir, bu dosyalar tekrar açılır, mahcup olursunuz. Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Sayın Cumhurbaşkanı bu olaydan sorumlu olurlar, bu dosyalar açılır. Türkiye'ye bu kötülüğü yapmayın, lütfen Türkiye'ye bu kötülüğü yapmayın. Türkiye'nin şanlı bir tarihi var, gurur duyduğumuz bir tarihi var; tarihimize bu kara lekeyi sürmeyin.”

ÜNAL: TÜRKİYE BU KONUDA ÜZERİNE DÜŞENİ FAZLASIYLA YAPMIŞTIR

Emre’nin konuşmasını ardından AKP’li Ünal söz alarak şunları söyledi:

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu konuya ilgisini açıkçası böyle tebessümle izliyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti Kaşıkçı olayında üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı çıkıp ‘Benim Suudi Arabistan'la 100 milyar dolarlık anlaşmam var, bunu tehlikeye atamam’ derken Türkiye Cumhuriyeti devleti Kaşıkçı meselesini bütün dünyanın gündemine taşımıştır. Burada konuşan hatip neden bir kere olsun ABD'yle ilgili, Fransa'yla ilgili, İtalya'yla ilgili, ‘özgür dünya’ ile ilgili tek bir eleştiri getirmeyip bu konuyu dünyanın gündemine taşıyan Türkiye'yi eleştiriyor?

Türkiye bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Bugün geldiğimiz noktada uluslararası soruşturmaların devri ve bunun hukuki altyapısı bellidir. Türkiye gereğini yapmıştır ve şu anda da ortada bir fail bulunmamakta, yargılanan bulunmamakta ve hukuk temelinde de bu dosya maksat hasıl olmuş ve dünyanın gündeminde bu konu gerektiği gibi bütün delilleriyle konuşulmuş, bütün delilleri Türkiye sağlamıştır. Bütün delilleri dünyaya Türkiye servis etmiştir. Fakat siz iç hukuk ile uluslararası hukuku birbirine karıştırıyorsunuz, devletin aldığı pozisyon ile siyasi pozisyonları birbirine karıştırıyorsunuz. Devletinize bunu yapmayın, devletinizi uluslararası alanda bu duruma düşürmeyin, yazıktır. Bizimle hesabınız bizimledir, hesabınızı bizimle görün. Uluslararası alanda Türkiye Cumhuriyeti devletini bu hâle getirmeyin.

Ünal’ın konuşması sırasında ve sonrasında da gerginlik devam etti. Gerginlik AKP ve CHP’li vekiller arasında sözlü tartışma olarak sürdü.

EMRE: BU YAPTIĞI İŞLE SUUDİ GİZLİ SERVİSİ DE SUUDİ DEVLETİ DE TÜRKİYE'YE BÜYÜK BİR HASIMLIK YAPMIŞTIR

Ünal’ın konuşmasının ardından tekrar söz alan CHP’li Emre, şunları söyledi:

“Hollanda'nın, Fransa'nın tutumuyla ilgili eleştirileri ben gündeme getirdim; yapmayın. Trump'ın kendisiyle, damadıyla ilgili olayları ben söyledim bu kürsüde. Bana bunu nasıl söyleyebilirsiniz Sayın Ünal? Bana bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Aynen iade ediyorum. Ayrıca arkadaşlar ‘Devlete bunu yapmayın’ dediniz. Bakın, biz şunu kayıtlara geçirmek istiyoruz: Devlet ayrı, şu anda Türkiye'de yönetimde bulunanlar ayrı. Bunların hepsinin devlette kaydı vardır, bunu bilin. Ben az önce boşuna söylemedim o istihbarat görevlilerinin, o polis arkadaşlarımızın, o adliye görevlilerinin alnından öpüyorum diye... Türkiye'de kamu görevlileri, -az önce ifade ettim- üzerlerine düşeni yapmıştır; doğru. Problem sizin şu anda yapmakta olduğunuzdadır, bunun altını çizmek istiyorum, şu anda yapılandadır. Ve yine şunu da belirtmek istiyorum: Ya bu dosyayı baştan biz bilmiyor muyduk zaten, bütün katillerin kaçmış olduğunu…. Komik duruma düşmeyin. Ciddiyetle meseleleri biz ele alalım. Meclis’in saygınlığına gölge düşürmeyelim. Bu yaptığı işle Türkiye'de Suudi gizli servisi de Suudi devleti de Türkiye'ye büyük bir hasımlık yapmıştır. Türkiye'de devleti tanıyan, bilen insanlar da bu hasımlığın kapsamının ne olduğunu bilir, bunlar bu kayıtlarda vardır. Bu iktidar değişecektir. Emin olun iktidar değişecek ilk seçimlerde ama Türkiye’ye karşı yapılan bu hasımlığın hesabı sorulacak. Sizin yapmanız gereken dosyayı iade etmek değildi, Suudi yöneticiler hakkında yaptırım kararları çıkartmaktı. Bunu yapsaydınız işte, ben bu kürsüden sizi tebrik ederdim arkadaşlar.”

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır ise şöyle konuştu:

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ ACİZ BİR ÜLKE DEĞİL AMA SİZ BİZİ BU DURUMA DÜŞÜRÜYORSUNUZ”

Peki şimdi soruyorum: Enayi miyiz biz? 84 milyon enayi mi? İşte biz, Türkiye Cumhuriyeti bu duruma düşmesin diye burada konuşuyoruz, bu mücadeleyi veriyoruz. İstanbul’un göbeğinde bir gazeteci lokma lokma doğranıyor. Bir ekip geliyor. Kim bu ekip? Adli tıp uzmanı var, yarbay var, tuğgeneral var, prensin koruması var. İki otele gece yerleşiyorlar ve öğlene doğru olay gerçekleşiyor. Şimdi, akıl tutulması yaşıyorum çünkü konsolos 14 gün sonra serbest bırakıldı. Viyana Sözleşmesi’nin 41 ve 43’üncü maddeleri net. ‘Eğer suçüstü bir durum varsa ve göreviyle ilgili suç yoksa derhal alacaksınız ve yargılayacaksınız’ diyor. 14 gün sonra bu konsolos ve Suudi yetkililer, ‘Kaşıkçı 2 saat sonra gitti’ dedi. Çünkü bir tuğgenerali, sakal yaptılar, Kaşıkçı’ya benzettiler ve bir algı yarattılar. Bu konsolosun fiili ve fikri bir şekilde bu suça iştirak ettiği bir gerçektir; beraberce yapıyorlar bunu. Ya neden yolluyorsunuz? Türkiye Cumhuriyeti aciz bir ülke değil ama siz bizi bu duruma düşürüyorsunuz.

“ABDULHAMİT GÜL’DEN BÖYLE BİR TALEPTE BULUNDUNUZ MU”

6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu’nun 24. maddesine ne der? Delillere bakar, suçlar işlenmiş ve genellikle yüzde 95 dünyada böyledir. Suçun işlendiği yer dosyayı talep eder. Biz ne yapmışız? Suudiler talep etmiş ve vermişiz. Bu olacak şey mi? Diğer bir durum, Abdulhamit Gül’den böyle bir talepte bulundunuz mu? Abdulhamit Gül ‘olmaz’ dedi mi? Çünkü İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı verdiğinde şimdiki Adalet Bakanı olumlu görüş verdi. Abdulhamit Gül ne dedi, ben buradan size soruyorum. ‘Hayır’ dedi, ‘olmaz’ dedi, ‘rezil oluruz’ ve ‘bunu anlatamayız dünyaya’ dedi.