Tartışma programı değil sanki Fight Club!

Medyaradar'ın gizemli yazarı Keskin Kalem yine medya dünyasında ses getirecek bir yazıya imza attı.

Sizinle sohbetimin en sevdiğim yanı yaptığım uzuuuuun uzunnnn peşrevler, ne yalan söyleyeyim.

Klavyemin başında kendimi huzurunuza çıkmaya hazırlıyorum bir nevi, kötülere karşı boks ringine çıkar gibi.

Ama bu kez peşrevsiz dalacağım meseleye. Öyle uçurumdan çivileme denize atlar gibi.

Öfkeliyim…

Hatta açık söyleyeyim midem bulanıyor…

Neyden bu kadar tiksiniyorsun dediğinizi duyar gibiyim.

Neyden olacak sevgilim sırdaşlarım: Tartışma programlarından!

İşim gereği bile artık açıp izleyemiyorum.

Sanki televizyonumun ekranına bir şeyler bulaşıyor. Anlayın artık siz onu!

Güzel halkım, akşamları dizi izlemeyenlerin bir kısmı, yemekler yenilip koltuklara meyve ve çayla oturulduğunda, ‘yahu şu ülkede neler oluyor bir uzmanlardan dinleyelim’ diyor.

Diyor da, dediğine bin pişman oluyor.

Bir bakıyor, bazı kanallarda bir sürü erkek dizilmiş koltuklara…

Ortada bir kadın spiker…

Çoğunlukla stüdyodaki tek kadın da o oluyor…

Hatta kadın cinayetlerinin tartışıldığı programlarda bile!!!

Bu erkekler önlerinde çay, kuru pasta…

Giriyorlar Suriye’den, çıkıyorlar Koronavirüsünden.

Hepsi Allah’ın bir lütfu, Süperman gibi adamlar…

Bir koltukta 50 karpuz.

Dış politika desen, onlarda! İç politika desen onlarda! Hukuk desen onlarda! Tıp desen onlarda! Astrofizik desen onlarda!

Spiker daldan dala atlıyor, onlar da ‘ya kardeşim bu benim konum değil yorum yapmayayım’ demiyor. Alıyor sazı eline.

Sadece bu olsa iyi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, bu konuklar o kadar çok saat o stüdyoda oturmuş oluyorlar ki bir rahatlıyorlar.

Sanki evlerinde gibiler. Beyinlerinde ne kadar süzgeç varsa kalkıyor.

Başlıyorlar agresifleşmeye. Ağızlarına geleni söylemeye.

Tarafı oldukları kesime yamanmak için çirkinleştikçe çirkinleşiyorlar.

Amigolar gibi slogan atıyorlar. Bir yandan da elleri telefonlarında. Sosyal medyada kendi isimlerini aratıp, hashtaglere bakıp nabız ölçüyor ona göre şerbet veriyorlar.

Kimi de stüdyodaki küçük ekranlardan kendini izliyor.

Ne yalan söyleyeyim, en çok onlara bayılıyorum.

Ne korkunç bir performans, ne dehşet bir hal, ne hicap verici bir nümayiş.

Ekranı ucuza kapatmanın yolunu tutturan medya yöneticileri

Akşam 8’de başlıyor bu dehşetengiz nümayiş. Gece 1’lere kadar sürüyor.

4-5 saat yani…

Bu iş neden bu kadar yaygın diye soracaksınız Keskin’iniz Kaleminiz’e…

Yanıtı basit yoldaşlarım.

Bir spikeriniz var. Zaten ona maaş veriyorsunuz. Sonra ekran delisi ne kadar ‘uzman’ varsa arıyorsunuz. Bedavaya koşuyorlar, ekrana çıkıyorlar.

Basıyorsunuz düğmelerine, 5 saat ekranda konuşuyorlar. Böylece günün büyük bir kısmını sıfır maliyetle doldurmuş oluyorsunuz. Bir de tekrarını yayınladınız mı, ohhh ekran 8 saat doldu demeeeeeekkkkk.

Tamam cebiniz boşalmadı, ekran da doldu. Ama haberciliğin seyircisine, topluma karşı bir sorumluluğunuz yok mu?

Ve siz bu sorumluluğa ihanet ederken neler oluyor biliyor musunuz?

Acı listeyi sıralayayım:

Haberciliği öldürüyorsunuz

Biiiirrrrrrrrrrrrrr, haberciliğin canına okuyorsunuz. Ekranda habercilik yerine, anlamsız, çapsız tartışmalara yer verdiğiniz her saniye hem haberciliğe hem de izleyiciye ihanet!

Bir sürü aklı başında gazeteci, akademisyen, analist evinde otururken ekranda her akşam aynı isimler arz-ı endam ediyor.

Haber almak, iyi bir analiz duymak umuduyla ekrana toplanan izleyiciler, adeta ekran terörüne maruz kalıyor.

Kutuplaştırıyorsunuz

İkiiiiiiiiiiiiiii: Toplumu ve siyaseti kutuplaştırıyorsunuz. Hangi parti, hangi uzman olursa olsun, hepsinin en uç noktasında duran, adeta amigosu, slogancısı ekranda ancak kendine yer bulabiliyor.

Zaten ellerinde bir liste var, 20 kişilik falan. Sandalye kapmaca oyunu gibi, biri kalkıyor, biri oturuyor.

Hakaretler, bağırış çağırış, küfür, ırkçılık, cinsiyetçilik, ayrımcılık… Ne ararsanız var.

Kimse karşı tarafı dinlemiyor, öfkeleniyor, öfkelendikçe daha çok saldırganlaşıyor.

Yahu günde 1 saat buna maruz kalan, sabah kalkar işe gider, iş arkadaşına küfreder…

Çocuğuna bağırır… Eşine saldırır…

Psikoloji kalmaz insanda. Hande Fırat dedi ya hani ‘siz akıllı insanı deli edersiniz’ diye. Tam da ondan işte.

Rica ediyorum, psikoloji dernekleri falan açıklama yapsın: Bu programlar psikolojimizi bozuyor!

Ekrana çıkanlar kendi mahallelerine zarar veriyor

Üüüüççççççç: Bu ekip sadece kutuplaştırmıyor, meseleleri ele alma biçimiyle yanında durduklarını iddia ettikleri siyasi hareketi de rezil ediyor!

Konuşmaları bağırış çağırış ve hakaretin ötesine geçmediği için karşı tarafa zaten kendilerini dinletemiyorlar.

Üzerine bir de güya temsil ettikleri tarafı yerin dibine geçiriyorlar.

Soruyorum;

Derdinizi bu kişilere anlattırarak kimi ikna edebilirsiniz? Kimseyi… Bu kadar.

Aslına bakarsanız, dertleri o da değil. Ulvi bir siyasi amacı savunduklarını iddia ederek kendilerine hizmet ediyorlar.

Çoğunun derdi damarlarında dolaşan ekran virüsü.

Çoğu da ekrandan güç alarak kendine çalışıyor.

Hadi sizi şaşırtayım: Bu programlar aslında çok izlenmiyor

Sosyal medyayı açınca tüm gazeteciler tartışma programlarından bahsediyor değil mi?

Kimi lanetliyor, kimi öyle ya da böyle bir atıfta bulunuyor.

Küfürlü videolar, bağırış çağırış videoları dönüyor her yerde.

‘Canlı yayınnnn karıştıııııııı’

’Stüdyoda gergin anlaaaaarrrrr’

’Spiker ne yağacağını şaşırdıııııı’

Peh peh pehhhh.

Gören de diyecek ki tüm Türkiye bunları izliyor, bunları konuşuyor.

Yok öyle yağma… Keskin Kalem’iniz size rakamları versin.

Tüm kanallardaki tartışma programlarını toplayın toplam reytingin yüzde 10’u bile etmiyor!

En çok izleneni yüzde 3-4’lerde geziniyor.

Yani 100 kişiden 3 kişi izliyor...

Aslında haber kanallarının izlenme oranları da son yıllarda azaldı.

Reklam geliri deseniz, yerlerde.

İşte bu tür skandallarla gündemi işgal etme çabalarından başka bir şey değil bu.

Medya patronları içiniz sızlamıyor mu?

RTÜK’ten önce medya patronlarına edecek bir kelamım var.

Hepiniz sahibi olduğunuz markalara çuvallarla para yatırdınız.

Hiç içiniz cızzzzzzzzzzzz etmiyor mu soyadlarınızla eşdeğer olan o ekranların bu hale düşmesine?

Hiç ‘yatırdığım bu paralar bunlara mı gidiyor?’ demiyor musunuz?

Yöneticilerinizi arayıp ‘şu işi az kaliteli yap’ diye uyarmak hiç içinizden geçmiyor mu?

Geçmiyorsa artık geçsin.

Toplumsal sorumluluğunuzu hatırlarsanız, parmakla gösterilirsiniz. Paranızdan da kaybetmezsiniz, yüz yüze görüşmeye bile layık görmediğiniz insanları ‘şöhret’ etmezsiniz.

Her ekran bir sınıftır, bir eğitim kurumudur. Hiç değilse kendi çocuklarınızdan pay biçin! Topluma az nefes aldırın.

RTÜK ekranların gazını almalı

Diyeceksin ki ey Keskin Kalem, ne şikayet edip devleti göreve çağırıyorsun.

Yapıyorum çünkü RTÜK daha önce buna benzer durumda çok önemli bir adım attı.

Ekranı adeta çamura çeviren kadın programlarını ıslah etti.

Bence bir ıslah çalışması da tartışma programları için yapılmalı.

Yol yordam göstermek bana düşmez ancak bu konuda en etkili yöntemler geliştirilmeli.

Vallahi ben olsam hiç değilse bu programlara +18 uyarısı koyar hiç değilse çoluk çocuğu ekrandan uzak tutarım.

Her hafta benden Ahmet Hakan’a bir mani

Lafı tartışma programları konusunda çok uzattım. Kusura bakmayın ama artık birinin bu konuya isyan etmesi gerekiyordu.

Neyse bu mahallenin delisi olarak kafama taktığım diğer meseleye geleyim hemen.

Kaç kere yazdım, Ahmet dedim… Hakan dedim… Coşkun dedim… Etme dedim, eyleme dedim.

O kadar arkadaşın kovuldu, tazminat alamadı, sen halaaaaaaaaaaaa parmağını kıpırdatmıyorsun dedim.

Bi el at bu işe dedim, kahraman olmanın yolunu gösterdim.

Taştan ses geldi, Ahmet Hakan’dan gelmedi. Koltuğu çok tatlı belli.

E koltuk sana kalacak mı sandın? O da biliyor kalmayacağını ama işte bu devirde ben de bir vole vurayım diyor.

Madem senden ses yok, ben de her hafta, senden bir ses gelene kadar köşemde sana bir mani yazacağım.

Belki bir sabah midende bir yumrukla uyanırsın.

İşte ilk manim:

Sana derler Ahmet Hakan Coşkun

Arkadaşların kovulurken bitmez yayın yönetmenliği coşkun

Anladık, hırsından çok yoruldun, çok koştun

Ammaaaaa var mı makamların faniliğinden kuşkun?

Ey Ahmet Hakan Coşkun, muhabbeti hoşsun ama be kardeşim çok da boşsun!

Birlikte çalıştığın arkadaşlarının hakları yenirken çark edecek kadar da insanlıkta yoksun!...

E kardeşim madem bu kadar yoksun!....

Ne demeye 7'den 70'e ayar vermekten imtina etmez bir Allah'tan korkmaz, kuldan utanmazsın?

De hele...

Çakma yeni nesil medya ikonu Ahmet Hakan Coşkun, sen niye bu kadar boşsun?

FETÖ'de DEVLET kararı bekleniyor

Geçen hafta FETÖ'nün sadece devlette değil medyadaki varlığına dair uzun bir yazı yazdım.

Bu hafta da uzunca yazacaktım ama yer kalmadı.

Zaten yapının ülkeyi kuşatan faaliyetlerini yazmaya kalksam kitaplara bile sığmaz...Yargısı ayrı medyası ayrı, kolluk kuvveti ayrı her biri bir kaç cilt hikaye çıkar.

Önemli olan devletin bu terörist şebekenin devlette ve medya dahil her alandaki kollarına, yaptığı kararlı müdahale ve mücadeleyi amansız biçimde sürdürmesidir.

Gerisinin bir önemi yok.

Şimdi Ankara'da güvenlik bürokratlarının elinde bir liste var.

Düşünüyorlar. Bir karar verecekler.

Dileriz o karar devlet kararı olur da siyasi bir çekişmenin ya da hesaplaşmanın bir parçası olmadan gereğini yaparlar.

Yapmazlarsa FETÖ denen ve 40 yıldır ülkeyi saran beladan kısa sürede kurtulamayacağımız ve bir 40 yıl daha bununla yaşayacağımız çok açık....

Ben yine de son bir söz ile veda edeyim bu hafta sizlere:

"Unutmayın, Türkiye Cumhuriyeti devleti her türlü kişisel ve siyasi çıkardan varestedir! ALLAH bu yolda yürüyenlere güç ve kuvvet versin"

Saygılarım ile...