Medya
18 Eyl 2010 17:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:38

TARAF YAZARI BİRGÜN'E SAVAŞ AÇTI!

Uzun yıllar Birikim Dergisi ve İletişim Yayınevi çevresinde yer alan Taraf yazarı Ümit Kıvanç bugün yazdığı yazı ile Birgün gazetesine savaş açtı.

Sosyalistlikten istifa işlemleri tamamlanıyor

Erken öten horoz konumu netamelidir. Hele olabilecek felaketler konusunda birilerini uyarmaya çabalıyorsan. Hem öttüğün sırada bıçağı kapan üstüne saldırır hem de söylediklerin gerçekleştiğinde “ben demiştim”ciliğin keyfini sürmen ihtimali yoktur.

Bîçare köşeyazarınızın da aralarında bulunduğu bazı solcular, uzun yıllardır, sosyalistlerin devrimciliğinin telef olduğunu, silkinip, bizi sosyalist yapan şeyin özünü yeniden kavramaya çalışmazsak sonumuzun kötü olacağını söyleyip durduk. Elbette işitmediğimiz küfür kalmadı. Halen, dünyada eşitliğin bir noktada zor kullanılmaksızın asla sağlanamayacağına iman etmiş benim gibi biri bile “liberal” diye yaftalanıyor. Sırf durumun saçmalığını göstermek için hatırlatıyorum; burada takılmayacağız.

Bugün memleketteki birçok samimi solcu insanın hâlâ bir tür gönül bağıyla bağlı olduğu Birgün gazetesi, halkın seçtiği siyasî iktidar ile İttihatçı rejimin bekçisi ordu arasında kaçınılmaz kapışma nihayet başladığında, “Yesinler birbirlerini” dedi, hatırlayacağınız üzre. Bu kendi başına dünya sosyalist hareket tarihine geçecek bir ayıptı, bunu anlatamadık. Ergenekon soruşturmaları, davaları ardarda gelmeye başladığında, özellikle Taraf gazetesi, memleketteki gerçek iktidarın ipliğini pazara çıkarmaya koyulduğunda, Birgün, “Taraf hazine yardımıyla çıktı” cinsi haberler yapıyordu.

Tarihin herhangi bir döneminde, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir sosyalist için, Taraf gazetesi, “doğal müttefik”tir. Aksini savunmanız ancak Taraf’ı, Ümit’i ya da herhangi birilerini, baştan, kendi kurduğunuz yalan sistematiği içerisinde biryerlere yerleştirmenizle mümkündür. Bunun, ne yazık ki ahlâkını çoktan terk etmiş sol içi geleneksel mekanizması şöyle işler: Önce herkesi birilerinin şeytan olduğuna inandırırsınız, sonra onların her yaptığı kötü olur. Nitekim Birgün (çevresi) de böyle yaptı.

Bu yüzden, benim gibilerin “arkadaşlar, yapmayın, etmeyin, kendinizi çok kötü durumlara düşüreceksiniz” uyarıları sadece düşmanca sataşmalar olarak algılandı.

Ve referandum sonrasına geldik. Azıcık izan sahibi hiç kimse gözlerine inanamamıştır herhalde: Birgün, referandum sonucunu “milliyetçi muhafazakâr tablo değişmedi”, “yüzde 60 sağ - yüzde 40 sol dengesi oturdu” filan gibi akıl kaçırtacak sözlerle yorumladı. Buna göre, Nişantaşı’nın halktan iğrenen ırkçıları, Cihangir’in ille de orijinallik peşindeki şuursuzları, İzmir’in Kürtleri taşlayan beyinsizleri, şehit cenazesi kaldırmaktan ruhu kararmış, kinle dolmuş Egeliler, Hrant’ı yaşarken öldüren o ahlâksızca hükmü veren yargıçlar, devletin koçbaşı Hürriyet gazetesi, dağda bekleşen dokuz gerillayı sebepsiz yere öldürten kuvvet komutanı, Silivri cezaevindeki Ergenekon sanıkları... “yüzde 40 sol”a dahildir. Birgün ile birlikte. Biz de işte, ABD ve AB emperyalizmleri ile F tipi örgütlerin ya gönüllü hizmetkârı ya şuursuz şakşakçıları olarak, “yüzde 60 sağ”a dahiliz.

Lütfen gece yatağa uzandığınızda gözlerinizi kapatıp kendinizi samimi olarak yoklayın; siz buna sahiden inanıyor musunuz, ey Birgün okurları? Düşünürken kolaylık sağlaması için size ek malzeme vereyim. Bunun yanısıra, solcular Hrant’ın duruşmalarına niye gitmedi, “Hrant için adalet için” arayışına niye omuz vermedi, bunu da katarak düşünür müsünüz lütfen. Ya da isterseniz başka bir konu seçin. Son yıllarda memleket gündemini meşgul eden, insanların ama öyle ama böyle tavır almaya zorlandığı hangi olayda, sizin çevrenizden dikkate alınmaya değer bir yaklaşım, bir öneri geldi? Var mı cevabınız?

Aslında çenemizi boşuna yoruyoruz. Çünkü giderek tuttuğumuz saflar öyle bir ayrışıyor ki, ben Gaziantepli esnafla, Bursalı benzinciyle, mahalledeki otoparkçıyla, “ben komünistim” diye açık açık da belirterek gayet iyi anlaşabilirken, siz devrimci karargâh sandığınız küçük burjuva lokalinde duvarlara hayalî şeytan figürleri asıp bunlara ok atıyorsunuz. Ve sözümona devrimci kalıyorsunuz. Maalesef bu mümkün değil.

Sizin dünyadaki ve memleketteki gelişmeleri anlamaktan aciz olduğunuzu kabul etmekle birlikte, esas sorunun burada olmadığını düşünüyorum. Baksanız elbette anlayacaksınız, kimseden eksiğiniz yok, ama bir şey sizi gözlerinizi kapatmaya itiyor. Çünkü esas sorun sosyalistliğin, devrimciliğin ne olduğuna dair kendi yarattığınız bir uğursuz tasvire tapınmanızda. Şiddetle Lenin okumanızı öneririm. Evet, insanın aşırı iradecilikle, “Leninist parti”yle özdeşleştirilmiş bir teorisyenden demokratik mücadele konusunda akıl almasını önermek tuhaf; ama inanın çok faydalı olacaktır. “Kitleler”in eğilimleri, talepleri ile “bilinçli önderlik”in atacağı adımların ilişkisine en çok kafa yormuş insandır.

Ağabeylerinizin Lenin’den anlayıp size aktardığı, galiba aşağı yukarı şöyle bir şey: Bütün iktidar sovyetlere verilmesin, çünkü bu meclislerdeki işçi ve asker temsilcileri dindar.

Rosa Luxemburg’u hatırlayabilirsiniz, meselâ. Böylesine kahraman, akıllı ve güzel bir kadın var tarihimizde. Acaba ne demiş, ne yapmış, bilir miyiz? Antonio Gramsci neler karalamış o defterlerine, sizi hiç ilgilendiriyor mu?

Ama doğru. Bunlar kitap. Size lâzım değil. Bizim gibi cahiller için. Siz hâlâ “önce ithal ikâmeci ekonomi vardı, sonra emperyalizm gelip şey yaptı” falan diye konuşan ağabeylerinize kulak verirsiniz, yeter. Böylece taş atıp kolunuz yorulmadan en sıkı sosyalist olursunuz. Memleketin aslî sorunu olan derin devlet diktatörlüğü rejiminin değişmesine yolaçabilecek gelişmeler yaşanırken, siz, otokrasi, burjuvazi ve Çarlık ordusu subaylarıyla birlikte “sol” kampı oluşturun. Bu halinizle, değil devrimci, “demokrat arkadaş” bile olamazsınız.

Ben Humeyni ile aynı safta Şah rejimine karşı savaşır, sonra da iktidar mücadelesini kaybedip öldürülürdüm. Kabul. Siz ne yapardınız? Şah’ın ordusu kefen giymiş yürüyen on binlerce insana ateş açarken “yesinler birbirlerini” derdiniz, onu biliyoruz. Sonra?

Artık maalesef sonrasını da biliyoruz galiba