Röportaj
15 Tem 2013 10:08 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:17

TAM BİR ANNE KUZUSU! PERİHAN MAĞDEN ERDOĞAN'I KIZDIRACAK!

Uzun süredir suskun kalan ünlü yazar Perihan Mağden, Gezi olayları ve siyasetle ilgili yazmadıklarını anlattı.

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’e konuşan Perihan Mağden Başbakan Erdoğan hakkında da ilginç açıklamalar yaptı..

İşte o röportajın bir kısmı;

Gezi eylemlerini kimisi hükümeti antidemokratik yollarla devirme çabası olarak görüyor, kimisi 80 darbesinin bitişi... Siz nasıl görüyorsunuz?

Gezi olaylarının içinde çok çok temiz ve güzel bir damar var. Bir kere şehirlilik adına çok haklı bir reaksiyon var. Taksim çok sembolik bir yer, insanların kendini özgür hissettiği ve genç kuşağın hakikaten kendini var ettiği bir yer. Dünyanın her tarafında öyle yerler vardır ve olmalıdır. Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın şehirle ilgili tasavvurlarının artık bütün şehri bir ahtapot gibi kaplar hale gelmesi beni inanılmaz endişelendiriyordu. Ben kışlaya bile razıyım. Çok daha büyük korkularım var şehre dair...Mesela üçüncü köprü; gerçekten şehrin ciğerlerinin katledilmesi demek. Kanal İstanbul dediğim anda, bak, tüylerim diken diken oluyor. Benim için bunlar çok daha büyük tehlikeler. Bu kadar eski, değerli, dünyanın en güzel şehrine bir çizik atacağım gibi bir şey bu projeler; kadının yüzüne bir çizik atacağım. Ben İstanbul’u hep güzelliğini asla bozamayacağın bir kadın, mermer bir heykel olarak düşünürüm. O Kasımpaşalılık’ta bir jilet atma arzusunu görüyorum. Erdoğan’ın bu gemlenemez arzuları Gezi’de, başından tutulursa zapturapt altına alınırsa bu çok çok olumlu bir şey olacak diye düşünüyorum.

Erdoğan’ın arzuları ne vakit gemlenemez bir hâl aldı?

Recep Tayyip Erdoğan hasta olduğunu anladığı zaman, neredeyse aynı ay içinde annesini kaybetti. Erdoğan, mama’s boy, tam anlamıyla annesinin kuzusu... Annesine aşırı derecede düşkün bir çocuk ve haftada bir mezara gidip annesiyle konuşuyormuş. Ben Erdoğan’ın o zamandan itibaren ölümlülüğü sorguladığını ve bunun psikolojisinde bir shift yarattığını düşünüyorum.

Nasıl bir shift bu?

Ondan önce de dünyanın en başkalarına saygılı, uyumlu ve toleranslı insanı değildi ama annesinin ölümüyle birlikte şöyle bir Erdoğan çıktı: Dünyaya özellikle İstanbul’a bir damga vurmak, bir iz bırakmak istiyor. Çamlıca’ya dev bir cami dikildiği gün, tabii bunlar çok psikanalitik yorumlar, sanki gökyüzüne bakıp “Anneee, bak oğlunun camisine” diyecek. Kışla da öyle. Belki Taksim’de en büyük hayali bir camidir. Sanki gökyüzündeki anneye, onun inanışına göre cennetteki anneye, İstanbul’dan çok büyük, çok grandiyöz işaretler yollamaya çalışıyor. “Oğlunu görüyor musun anneciğim, bak bunu da yaptım” deme gibi bir psikoloji içine girdiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın şehre müdahalesiyle ilgili böyle bir okuma yapılabilir. Sultanlara has çok büyük ve çok kalıcı değişiklikler yapma arzusu var. Ama bizim rızamızı sormuyor ve “Aldığım oy bana yeter kardeşim” diyor.

Arkasında yatan böyle psikolojik nedenler olabilir. Ama siyasi açıdan “Bana oy verenlerin iradesini ben böyle yansıtıyorum” demeye hakkı yok mu?

Öyle gerekçelendirmek zorunda. Bir yandan da hakikaten totaliter bir liderle karşı karşıya değiliz. Bu nedenle eleştirilerin şirazesinden çıkması Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan’ın Esed’den farkı yok” demesi benim adalet anlayışımı rencide ediyor. Bu adam, bizim seçtiğimiz bir başbakan. Fakat görev tanımının sınırlarını giderek giderek giderek esnetmeye ve bütün Türkiye’yi kendi iktidar bahçesi olarak görmeye başladı. On yıl önceki Başbakan bambaşka bir adamdı. Sonuç olarak hep Sezar’ın hakkını Sezar’e vermek lazım, biz on yılda onu çok destekleyen yazılar yazdık. Bence o zaman çok daha temkinli bir adamken, şimdi karakterinin bütün gemlerini boşalttı.

Karakterinin gemlerini mi boşalttı, yoksa karakteri mi değişti?

İkisi birarada oldu.Hem on yıl önce bir nevi kendini tutuyordu. Hem de on yılda insanlar değişir. Ve iktidar çok zehirleyici birşeydir. Herkesin bir kullanım süresi vardır. On yıldan sonra iktidar zehirlenmesine herkes uğrar, feriştahı olsa, Freud’un denetiminde bir insan olsa yine uğrar. Bir de dediğim gibi anne ölümü, kendisinin ciddi bir hastalık geçirmesi, giderek iktidarını pekiştirmesi ve kanıksaması, bütün bunlar nedeniyle hem kişiliğini gem altında tutmaktan vazgeçti hem de kişiliği değişti.

Bu psikoloji AK Parti’ye nasıl yansıdı?

AK Parti işbaşına geldiğinde bir çeşit koalisyondu, içinde ANAP’lılar da vardı, milli görüşçüler de, milliyetçiler de, liberalimsiler de... Erdoğan hükümranlığının dozunu artırdıkça koalisyon partisi özelliğini yitirip lider sultasına doğru yelkenlerini şişirdi. Bu çok tehlikeli gelişme. Tek adam psikolojisi böyle bir şey. Giderek çevrendeki insanları kesip buduyorsun. Etrafındaki aklı selim sahibi bütün kurmayları elimine etti Erdoğan. Ve bugün Yiğit Bulut’un başdanışman olduğu günlere geldik.

Bu ne anlama geliyor?

Ben Vatan Gazetesi’nde yıllarca dehşet içinde Yiğit Bulut’un ultra milliyetçi, AK Parti’ye atmadığı b.k kalmayan yazılarını okudum. O zaman ulusalcıların en büyük komplo teorisyeni şimdi Tayyip Erdoğan’ın en büyük komplo teorisyeni olarak karşımızda. Komplo teorisyenleri çok çok tehlikeli insanlardır. Çünkü hayal gücüne gazı veriyor. Bu dünyayı hayal gücü üzerinden yorumlamak çocuklara has bir şey. Beş yaşında masal dünyasında bir çocuğun dünyayı hayalgücüyle yorumlaması bize zarar vermez ama bir Yiğit Bulut’un dünyayı çocuk gibi yorumlayıp, bir de Başbakan’ın başdanışmanı olması Türkiye’ye çok büyük zararlar verebilir.

Gezi olaylarıyla ilgili de komplo teorileri var. Erdoğan bunlara gerçekten inanıyor mu, yoksa sadece tabanını kendi tarafında tutmak için mi kullanıyor?

Sürekli bunları düşünüp, bunları baykuşlayan bir adamı sağ yanıma oturtursam ben bunları duymak istiyorum demektir. Bir de Yiğit Bulut’u ekonomiden sorumlu danışmanı bile yapmadı, başdanışmanı yaptı. Bunun vahametinin altını ne kadar çizsem çizemem.

Erdoğan’ın gücünü konsolide etmek için toplumu kutuplaştırdığı söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?

Katılmıyorum. Bence Erdoğan artık kendine engel olamıyor. Bir de, “Erdoğan ne yapsa onun için ölürüm” diyen kemik kitlesi yüzde 20’lik kısmı oluşturuyor. Ama bir de daha uyumlu, ılımlı, efendi bir kitlesi var. Onları bence yabancılaştırdı bu süreçte. Çünkü bu kadar kutuplaşma herkesin moralini bozuyor.

Daha önce kendini sistemin dışına itilmiş hisseden AK Parti’nin dindar seçmeni Erdoğan’la kendini özdeşleştiriyor. Bu kitle Gezi’deki küfürler, Emine Erdoğan’a yapılan hakaretler sonrasında Başbakan’ı daha çok sahipleniyor.” Bu görüşe katılmıyor musunuz?

Evet ama Erdoğan’la özdeşleşen kitle zaten kemik kitle, yüzde 20, hadi diyelim yüzde 30. Onlar sahipleniyor. Ama Erdoğan seçmeninin geri kalan kısmını, daha ılımlı kesimini Gezi sürecinde dehşet içinde bıraktı. Seçmenleri Emine Erdoğan’la özdeşleşiyorlarsa çok çok haklılar, o küfürler insanda infial yaratır, böyle bir saygısızlığın kimseye faydası yok. Fakat bunun dışında o insanlar ölen Ali’yle, Ethem Sarısülük’le hiç özdeşleşmiyorlar mı? Ölen polis memuruyla, bir gözü kör kalan 15 çocukla özdeşleşmeyecekler mi? Özdeşleme tarifesi, adaletli bir tarifeyse AK Parti’ye oyunu ödünç olarak veren, yüzde 18-20’lik kısımda bunların rahatsızlık yarattığına eminim.

Son olarak, Erdoğan’ın geldiği bu noktayla ilgili hissiyatınız nedir?

Benim kalbim çok kırık. Yıllar evvel yazmıştım “Erdoğan’ın demokrat olma ihtimalini sevmiştim” diye. Şimdi bu ihtimalin ne kadar boş olduğunu bana kanıtlamış oldu. Büyük bir düş kırıklığı içindeyim. Ama ben Türkiye siyasetinde kalp kırıklığına da alıştım, nasır bağladım...