Medya
12 Mayıs 2012 18:42 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:38

SONER YALÇIN STOCKHOLM SENDROMU MU?

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Silivri Cezaevi'ni ziyaret edip Soner Yalçın'ın durumunu yazdı.

Soner Yalçın Stockholm Sendromu mu

Bende bir tuhaflık var.

Nedense bir kitabı okumaya başladığım zaman, ülkeyi sarsacak olaylardan, müthiş açıklamalardan önce gözüm insani ayrıntılara takılıyor.
Mesela, Silivri’de içerde olan bir siyasi tutuklu, Savcı Zekeriya Öz’ü sevimli bulabilir mi?
Bulabiliyormuş...
Dün bazı gazeteciler Adalet Bakanı ile Silivri’yi gezerken, ben de Soner Yalçın’ın orada yazdığı “Samizdat” adlı kitaba tekrar döndüm.

YALAN YAZACAK DEĞİLİM ÖZ, BANA SICAK DAVRANDI

En ilgimi çeken bölümlerden biri, Savcı Zekeriya Öz’le aralarında geçen konuşmalar oldu.
Öz, basına kızgınmış.
“Kilolarının” haber yapılmasına içerlemiş.
En kötü olayların bile insani bir yanı vardır.
Soner Yalçın şöyle yazıyor:
“Yalan yazacak değilim, Savcı Öz çok sıcak davrandı. İki kez çikolata ikram etti. İlkinde aldım, ikincisinde teşekkür edip almadım. Ayağa kalkıp kolonya bile döktü elime. Aslında dışarıda oturup hoş sohbet edilecek bir savcı görünümündeydi.”
Arkasından şu cümle geliyor:
“Hatta sevimli bulduğumu bile yazabilirim.”
Sonra o herkesin bildiği zekâsıyla, kendi kendini iğneliyor.
“Stockholm sendromu...”
Bir gazetecinin zekâsı, işte böyle en dramatik anı mizaha çevirebilmesiyle anlaşılır.
Bu mizahi zekâ, baskıcı rejimlerin en büyük korkusudur.

SAVCI ÖZ KAYAKTAN GELDİĞİ İÇİN YORGUNMUŞ

Konuşmanın daha ilginç ayrıntıları da var.
Savcı Öz, yorgunmuş. Sık sık esniyormuş.
Bir seferinde özür bile dilemiş.
“Sinüzitten dolayı yorgun görünüyormuş.”
Neden üşüttüğüne gelince, Savcı Öz’le ilgili çok ilginç bir ayrıntıyı öğreniyoruz.
“Kayağa gitmiş”, orada üşütmüş.
Ski ve Öz...
Nedense yan yana koyamadım.
Kafamdaki klişeye uymuyor...
Demek ki önyargı fena bir şeymiş. Bu da benim kabahatim.
Bir süre sinüzit muhabbeti yapmışlar. Öz, “Almanya’dan bir ilaç getirttim. Çok iyi geliyor. Ama bitti. Yeniden getirteceğim” demiş.
Tuhaf olan sadece ben değilim tabii..
Soner Yalçın’ın da tuhaflığı benden geri kalır değil.
Şimdi o anki en tuhaf duygusuna geliyorum.
Buyurun yan tarafa.

(*) NOT: Stockholm Sendromu: Kaçırılan bir insanın, kendisini kaçırana sevgi bağıyla bağlanmasını anlatan psikolojik ifade.

Soner Yalçın ceketin kollarına takılıyor

O muhabbet sırasında, Zekeriya Öz’ün ceketinin kollarına takılmış.
“Nedense ceketinin kol boyu dikkatimi çekti, uzundu; niye bir terziye gönderip kısalttırmamıştı acaba?”
Sonra kendi kendine cevabını da veriyor:
“Hazır takım elbiselerine pek dokunmuyor sanırım. Ama bu da söylenir mi şimdi?”
O an söyleyemediği başka bir şey daha var.
“Çok kilolu olduğunu, rejim yapması gerektiğini söyleyecektim, vazgeçtim, o kadar da samimi olmamak lazımdı herhalde, bilemedim” diyor.
Bu muhabbet devam ederken, aklına, Tolstoy’un “İvan İlyiç’in ölümü” adlı eserindeki 45 yaşındaki sorgu yargıcı gelmiş.
“Kitabı okudunuz mu” diye soracakmış, vazgeçmiş.
“Samizdat” kitabının bu bölümünü, bir Yusuf Atılgan kitabı okur gibi okudum.
  
Soner Yalçın, bu sorgulama sırasında Savcı Öz’ün öteki gazetecilerle ilgili hissiyatını da okumaya çalışmış.
Şöyle bir manzara ortaya çıkmış:
CAN DÜNDAR: Öz, “Ondan çok yararlanamadığını” söylemiş.
“Sözlerinden Can’a biraz kızgın olduğunu çıkardım.”
Neden? Yorumu şöyle:
“Milliyet’te Savcı Öz için ‘Elinde tespih vardı” diye yazmıştı, ondan olabilir mi?”
MUSTAFA BALBAY Savcı Öz’ün ondan hiç hoşlanmadığı duygusunu almış.
İlginç bir anekdotu da var.
Soner Yalçın sık sık su içince, Savcı Öz şunu anlatmış:
“Balbay ikinci kez geldiğinde çok güveniyordu kendisine; belgeler çıkınca, çok terleyip ardı ardına su içmeye başladı.”
O sahneyi gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? Soner Yalçın su içmeye başlayınca, savcı bunu söylüyor.
Peki Soner Yalçın bunu dinleyince ne yapıyor?
“Kalkıp bir bardak daha soğuk su doldurdum.”
  
Kitap ilerliyor, benim de edebi yolculuğum devam ediyor.
Bu cümleyle, Yusuf Atılgan ve Tolstoy’dan ayrılıp, Kafka’ya geçiyorum.
RESMİ TARİH Bir ara, “Resmi tarih” tartışması başlıyor.
Savcı Öz, durup dururken, “Sultan Vahidettin’in Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdiğini yazamazsınız” diyor.
Soner Yalçın da, “Vahidettin konusunda bir çevre sizin gibi düşünüyor ama bunun belgesini bulmak zor” cevabını veriyor.
Savcı Öz uzatmıyor.
Tarihe, “Soruldu” diye başlayan cümlelerle geçecek olan bir Silivri sorgusu daha başlıyor.
Görüyorsunuz değil mi, büyük gözaltında bile insani anlar var...
Çok kısa sürse de, küçücük bir teneffüs olsa da, işte o anlarda, insanların başka yanlarını da tanıyoruz.

Ertuğrul Özkök/Hürriyet