Röportaj
06 Tem 2010 22:13 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:26

''SEKTÖRÜN OYUNCULARI BABA PARASI YİYEN DELİKANLILAR GİBİ!''

Cine5 Yayın Grubu Başkanı Levent Gültekin Cine5'i anlattı ve medyayı sert eleştirdi. Yandaşlık tartışmalarına ilginç fıkralı cevap verdi.

Bir dönem ismi,  Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun sağ kolu olarak anıldı. İDO terminallerinde ve seferlerinde yayınlanan Kanal 24 televizyonu ve Star gazetesindeki “100 Temel Eser” gibi dikkat çeken projelere imza atmasıyla ise, “Bu adamın aklı zehir gibi çalışıyor” diye fısır fısır konuşulur oldu. Star Grubu’ndaki yıldızı parıl parıl parlarken bir anda  “Vizyonumuz yönetimle çakışmıyor” diyerek grupla yollarını ayırması ise sektörde şok etkisi yarattı. Hatta bu istifa medyada “Star Grubu için güç kaybı” olarak yorumlandı. Sonra ne mi oldu? Bu adam,  bavulunu toplayıp, biraz da medyaya küs bir şekilde İngiltere’nin yolunu tuttu. Kimden mi bahsediyoruz? Bir dönem Star gazetesi İcra Kurulu Başkan Vekilliğini yapan ve grubun en önemli adamlarından biri olan Levent Gültekin’den… Dört ay önce yeni TMSF Başkanı Şakir Ercan Gül’ün teklifiyle yurda geri dönün Gültekin, bir anda CINE5’in başına getirildi. 

Gültekin ile her yönetim değişikliğinde kapısını aşındırdığımız CINE5 binasında bir araya geldik. Yıllardır sahiplik sorunu yaşayan CINE5’in bu basiretsizliğini, neden bu görevi üstlendiğini ve medyaya olan küskünlüğünü konuştuk. Gültekin, sohbetimiz sırasında Türk medyası ile ilgili öyle şeyler söyledi ki, kimi kesimler tarafından yenilir yutulur cinsten değildi… İşte Gültekin’in anlattığı anlattıkları.

Kanal 24 ve Star ile yollarınızı ayırdıktan sonra çok konuşuldunuz. Hatta “Medyaya küstü, İngiltere’ye kafa dinlemeye gitti”  diyenler oldu. Neler oldu o dönemde?

Medyada ayakta kalmak, iyi işler yapıp yol kat edebilmek için bisiklet pedalını her zaman çevirmek gerek. Çünkü kim daha hızlı çeviriyorsa, o yol kat edebiliyor, pedal çevirmeyen düşüyor. Medya son birkaç yıllık dönemde işlevsel bir değişime uğradı. Yani asıl işlevine doğru gidiyor. Daha önceki dönemlerde iktidara ortak olma, iktidar ve yönetimle ilişkilerini sıkı tutma aracı olarak kullanılırken, şimdi daha reel, daha ticari, daha aslına dönük bir meslek haline gelmeye çalışıyor. Türkiye’de bu süreç zor işliyor. Televizyonlar ve gazeteler kâr eden kuruluşlar olarak görünmüyordu. Şimdi artık iktidar aracı olmaktan çıkınca, ticari bir kuruluş olarak bakılmaya başlandı ve para kazanılması gerekiyor. Medyada ticari olarak başarı sağlamak için diğer sektörlerden daha fazla sabır gerekiyor. Fakat büyüme hedefleri konulamadı, durağanlaştı .Bu durum, kimi yatırımcı ve yöneticiler için medyanın cazibesini de yok etmeye başladı.  Mizacım gereği durağan, iddialı olmayan, büyümeye dönük hedefleri konulmayan müesseselerde devam edemiyorum. Çünkü bu işi gerçekten keyif alarak yapıyorum. Aksi takdirde, ters istikamete gidiş başlıyor. Kısacası vizyon çatışması yaşadık diyebiliriz Ben de “En iyisi grupla yollarımı ayırayım” dedim. Ve İngiltere’ye gittim.

Yani bir karamsarlık mı söz konusuydu?

Medyanın geleceği konusunda hâlâ karamsarım. Çünkü medyada sektörü  iyi bilen, anlayan ve analiz eden patron eksikliği çok fazla. En son Aydın Doğan da çekiliyor. Yeni gelen birçok patron medyanın asli işlevini yapma niyetiyle gelmiyor. “İktidarlarla bir şekilde yakınlık kurarım” mantığıyla geldiği için, iyi işler çıkma şansı da pek mümkün görünmüyor. Medyada başarının, iyi ve kaliteli iş yapmanın hemen hiç prim yapmadığı dönemlerden birini yaşıyoruz. İnsanlar vizyonunu makam üzerine kuruyor. “Hangi makama geldim, nerede oturacağım, ne kadar kalacağımın peşinde insanlar yani ne yapacağım değil ne olacağım diyen insanların hakimiyeti var medyada. Hayır, hiç kimse kendini işinden bağımsız olarak yükseltemez. Vizyon bu değildir. “İyi gazete, iyi TV kanalı yapalım” diye kimsenin bir iddiası, hatta niyeti de yok. Sadece “Hangi artistik hareketi çekersem daha iyi bir koltuğa sıçrayabilirim” arayışı var sektörde.

Peki TMSF’yle yolunuz nasıl kesişti? 

Şakir Bey (Ercan Gül), TMSF’nin başkanı olunca şimdi Cine5 Yönetim Kurulu Başkanı olan  Turan Korkmaz beyin tavsiyesi üzerine  beni  davet etti. Dedi ki, “CINE5’in toparlanması ve satışa hazır hale getirilmesi gerek.” Derleyeceğiz, toparlayacağız ve Şakir Bey’e de destek olacağız diye girdim bu işe; yani satılana kadar toparlama niyetiyle geldim diyebilirim Dört ayda kanal derlendi toparlandı. Aylık zararı 10’dan 1’e indi. Belki de grup olarak önümüzdeki ay başa baş geleceğiz. Ocak ayı izlenirlik oranı 0,5’le kapanmış. Bu ay ciddi bir toparlanma sağlandı. Satışa çıktı ve inşallah satılacak. Biz de işimize bakacağız. Yani Şakir Bey ile yaptığım 15 dakikalık bir görüşmenin sonucunda buradayım.

Bu kanalın basireti bağlı diyorlar. Erol Aksoy - TMSF, TMSF - Erol Aksoy derken kanal sürekli el değiştiriyor.  Devlet kurumu içinde bile sizinle birlikte iki yöneticisi oldu. Çok yıpranmadı mı?

TMSF’nin el koyduğu kanallar, ki burada TMSF’nin suçu demiyorum, tahrip oluyor. Çünkü medyayı bu sektörün dinamiklerini çok iyi bilmiyorlar ve asıl işleri de zaten bu değil. Amaç değerini koruyarak satmak olunca da yatırım yapılamıyor. Bundan dolayı da  kurum yıpranıyor. CINE5 bunların içerisinde en çok yıprananlardan biri. Çünkü en uzun süre TMSF elinde kalan TV. Ayrıca, TMSF’nin el koyduğu kanallar içerisinde, sektörden olmayan insanların atandığı kanal CINE5. Şimdiye kadarki yöneticiler genelde sektör dışından. Buradaki mantık şu, birini atayalım, yolsuzluk yapılmasın, kanal çarkı dönsün. Fakat  “Çarkı döndüreyim yeter” dediğinizde o iş yürümüyor zaten. Ancak “Koşmam lazım” dediğinizde iş yürüyor. Kim daha hızlı koşuyorsa o öne geçiyor. CINE5’in böyle bir dezavantajı var. Şimdiye kadar sadece koşmadan varlığını korumaya dönük politikalar güttüğünden, olması gereken yerde değil. Ama yine parlak bir marka…
 

Peki, siz CINE5 markasını nerede görüyorsunuz?

CINE5 Türk televizyonculuğunun en pırıltılı markalarından biridir. İmajı çok güçlü. Hatıralarda, hafızalarda çok belirgin, ayrı bir yeri var. İddialı, sağlam, sarsılmaz yönleri olan bir marka CINE5. Ben de bu benzersiz markayı onarma ve yenileme çalışması içindeyim. Nitekim Türkiye’de bir kanalın dört ayda izlenme oranın 0,5’ten 1’e çıkılması az iş değildir.  NTV’nin, Habertürk’ün izlenme oranının 1,2-1,3 olduğu bir yerde CINE5’in 1 olması dikkate değer bir şey. Satılana kadar çok daha ötesini hedefliyoruz ve o hedeflere de ulaşacağımıza inanıyorum.

İzlenme oranını yükseltmek için neler yaptınız?

Daha ziyade tanışıklık, kişisel ilişkileri üzerinden ortaya çıkmış programlar vardı ve izlenmiyordu. Biz başladığımızda bunları kaldırdık. Epey bir personel fazlası vardı. Yaklaşık 80-90 tane personel çıkardık. Kanal iyi işler yapabilecek kaynak oluşturmaya başladı bu kesintilerden. Bu arada belirteyim TMSF, gruba herhangi bir para akarımı yapmıyor ne yapılıyorsa tamamen kendi gelirleriyle yapabiliyor. CINE5’in temel fonksiyonu sinema yayını. Oraya ağırlık verdik. Sinema odaklı bir kanal oluşturalım dedik. İyi filmler alabilir duruma geldik. Habere önemli ağırlık verdik. Haber spikerlerini yeniledik. Günde dört tane haber kuşağı açtık. Bunun çok ciddi katkısı oldu. Çocuk kuşağında çizgi filmlere artırdık. İyi filmleri seçiyoruz. Buraya alınan tüm filmleri ben de önceden izliyorum ve “Evet, ben evde olsaydım bunu izlerdim” dediklerimi yayına koyuyoruz. 

Bu yeniliklerle değeri nedir CİNE5’in?

CINE5’in değerini iki şey belirliyor diyebiliriz. Birincisi CINE5’ten başka ulusal olup da, satılması gündemde olan herhangi bir kanal yok. O yüzden bu son. İkincisi haber kanalı Habertürk ulusal yayına geçmeden önce, 0,2, 0,3 izlenirken, Kanal 1’in ulusal frekansını kullanmaya başladığı gün NTV’yle rekabet edebilir hale geldi. CNN nasıl kaybetti? Üzerindeki karasal ve ulusal yayın haklarını devrettikten sonra yarıştan çekilmiş oldu. NTV ile arasındaki fark dört katına çıkmış oldu. Bütün bu göstergeler ulusal kanal frekansı ile bir TV kanalı kurmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Kanal Temmuz sonu itibariyle satışa çıkıyor. 60 milyona falan gitmesi lazım. Ama çıkış bedeli 45 milyon dolar. Türkiye’de para kazanma ihtimali en yüksek kanallardan biri.  Çünkü butik bir kanal ve yapılan her iyi iş anında izleyiciden karşılık buluyor. Diğer taraftan parlak bir marka değeri var tüm bunlar alt alta toplandığında ortaya ciddi bir değer çıkıyor.
 
Medya ve onun polemiklerine dönecek olursak, yazılı medya gitgide küçülüyor. Ancak işin garip yanı bu küçülen medya, bir yandan da popüler köşe yazarları üretiyor. Bu iş nasıl oluyor? 

Sermaye sahipleri, bu popülerlikten pek de hoşnut görünmüyor. Bakın medyayı bir mahalle gibi düşünelim. Mahallenin oyuncuları, patron parasıyla her türlü ‘hovardalığı’ yapan, yani baba parası yiyen delikanlılar gibiler. Bu durumdan hem sektör içerisinden hem sektör dışarısından kim hoşnut olabilir ki? Geçtiğimiz günler de Aydın Doğan bir açıklama yapmıştı: “Eğer bir daha dünyaya gelme imkânım olursa, köşe yazarı olmak istiyorum.” Bu çok ilginç bir açıklamadır. Bunu neden söylüyor? Zorluk çeken ben, sıkıntı çeken ben, parayı harcayan ben, sefasını süren başkaları… Çünkü Türkiye’de sırtında yumurta küfesi taşımadan en çok ahkam kesme hakkını elinde bulunduran kişiler köşe yazarları Türkiye’deki birçok köşe yazarı iyi bir Türkiye inşasına, şık, kaliteli toplum inşasına yönelik işler yapmaktan çok uzak. Gazetelerin satmamasından işlerin her gün daha kötüye gitmesinden hiçbir köşe yazarı veyahut yayın yönetmeni kendini sorumlu görmüyor. Köşelerini kişisel tatmin aracı olarak kullanıyorlar. Bu durumda okur kaybını ciddi bir şekilde hızlandırıyor.

Peki ya yandaşlık tartışmalarına ne diyorsunuz.

Yandaşlık kavramı yeni bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri Türk medyası yandaş. “Türk medyasındaki yapı bir ideolojiden beslendiği için hep bir tarafın yandaşı olmuştur.” Bu hiç yadırganmamış. Türkiye’de belki de şimdiye kadar farklı görüşleri destekleyen etkin bir medya yoktu çünkü tek seslilik vardı. Şimdi artık farklı görüşleri destekleyen medya da var. Farklı ideolojileri destekleyen gazete, dergi ve televizyon ortaya çıkınca, öbürleri elinden oyuncağı alınmış gibi bu yeni yapıya ad takmaya başladılar. Hâlbuki onların da bugüne kadar yaptıkları zaten yandaşlıktı. Farklı bir şey yapmıyorlardı. Bu yandaşlık tartışması olduğunda aklıma hep şu fıkra gelir: Koyun ile keçi bir dereyi geçerken önce koyun atlamış suyun diğer tarafına. Tabii atlarken de kuyruğu havalanıyor ve poposu görünüyor. Keçi başlamış arkadan bağırmaya “Aaa popon göründü, popon göründü!” diye. Koyun şöyle dönüp sakince cevap vermiş: “Yahu senin popon 365 gün görünüyor bizim şurada bir gün göründü hemen yaygara koparıyorsun.” Hatırlayacak olursanız Tansu Çiller’in Başbakan olduğu gün medya acayip bir hava girmişti. Asıl ilginci 2000 krizinin çıkmasından bir hafta önce “Türkiye’nin önü aydınlık” şeklinde gazeteler manşet attılar.  Bu duruma verilecek birçok örnek var… 
 

Peki CINE5 satıldığında ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Gelecek planları yapan biri değilim. Bu sektörde çalışmaktan keyif alıyorum yöneticilik olmazsa bile başka bir bölüme yönelebilirim hırsım yok canım nerede hangi pozisyonda çalışmak istiyorsa orda çalışıyorum. Kaldı ki bu tip işlerde Allah’ın takdirinin belirleyici olduğunu düşünürüm. Yani nasip!

Özlem Terzi/Marketing Türkiye