Sal Apo’yu, Al Oyları!.. HDP İle “Anlaşma”nın İlk Sinyali Öcalan mı?..

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, HDP ile ittifak pazarlıklarının Abdullah Öcalan’ın konumuna dair etkisini değerlendirdi…

Efendim: CHP ve HDP sözcülerinin TBMM’deki ertelenmiş görüşmesinin resmi değil ama “manevi” sonuçları netleşiyor. (Aslında neler istenebileceği zaten kısmen netti ama şimdi emareleriyle birlikte ortaya çıkıyor.) Bunlar ufak bir şekilde, belki de nabız yoklama amaçlı olarak bazı beyanlarla ifade ediliyor. Buna göre çıkan “Koku” ne peki? Üstelik bu koku şaşırtıcı değil…

“Anlaşma”nın İşaret Fişekleri mi?..

Muhakkak ki bunları illâ maddeler halinde yazmak gerekmezdi. (Kaldı ki o da üslubunca, ürkütmeden yapıldı!) Önemli olan bu gibi işlerde ortak “Anlayış”a varmaktı. Bunlar daha sonra yeri ve zamanı geldikçe çeşitli tavırlar, beyanlar, sloganlar, sitemler, vb ile hissettirilirdi. O konuda epey ustalaşmışlardı anlaşılan…

Nitekim Diyarbakır'da kutlanan Nevruz etkinliği esnasında HDP'li Ahmet Türk'ün "Hiçbir Kürt'ün bu iktidara oy vermek gibi bir hakkı yok. Bu nevruz ve dönem Öcalan'ı özgürleştirme dönemidir. Bunu hep birlikte sağlamak için gece gündüz mücadele etmek zorundayız." şeklindeki sözleri bir “Niyet”in dışavurumu gibiydi. Ahmet Türk’ün “Etnikçi vurgu”ya atıf yapan ifadesi (Soyadı “Türk” olan biri için ayrıca bir “ironi” gibiydi!) kendi başına anlamlıydı.

Elbette hiç “Kambersiz düğün olur mu?” Bu tip her durumda kendine hemen rol kapan HDP'li Sırrı Süreyya Önder ise İzmir'deki Nevruz kutlamaları esnasında "Eminim ki Sayın Öcalan da bu görüntüleri izliyordur. Buradan selam olsun ona da... Başta kadın yoldaşlarımız olmak üzere, tutsak olan seçilmişlerimizi, yoldaşlarımızı saygı ile selamlıyoruz. Cezaevindeki tüm yoldaşlarımıza kuvvetli bir selam gönderelim. Onların özgürleşeceği günler yakındır." diyecekti.

Bunlar Henüz Antrenman Sayılır!

Tabii bütün bunlar sadece “Temenni”miydi, “nabız yoklama”mıydı yoksa “varılmış bir anlaşma”nın lisan-ı münasiple dışa vurumu muydu tartışılır. (Ya da hepsi mi?) Ancak kendi başına “Manidar”dı. Hatta bunlara henüz “Antrenman” demek bile mümkündü. Süreçte ne kadar “Cüretkâr” olacaklarını ise bilemeyiz. Turpun büyüğü hangi heybede acaba?

Hele de Kılıçdaroğlu’nun HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile TBMM’deki “olumlu” görüşmeleri artık bazı hassas noktalarda zihnen anlaştıklarını gösteriyordu. Yanı sıra bu görüşmenin hemen ardından HDP adına Pervin Buldan’ın “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarmayacağız." şeklindeki açıklaması ise “Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğiz” demenin biraz “utangaçça”sıydı. Elbette ki çıkıp doğrudan “Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz” diyemezlerdi. Ancak bu bile yeterliydi. Mesaj gereken yerlere gitmişti!

Çünkü durum bizzat AK Parti tarafından aleyhte propaganda malzemesi olarak kullanabilirdi. Kılıçdaroğlu’da bunu istemezdi herhalde. AK Parti o zaman “Bakın HDP alenen Kılıçdaroğlu’nu destekliyor” diyecekti. (Sanki fiyaskolu “Birinci Açılım Süreci”ni benzer argümanlarla kotaran onlar değildi!) Dolayısıyla en uygun formül buydu. Zaten önceden de bu ihtimali dillendirmişlerdi.

Ayrıca burada bir “Tuzak cümle” daha var gibiydi. İlk anda çok cazip, hatta çok ilkesel ve şiirsel gelen, Kürt sorununun “Çözüm yeri TBMM’dir” lafıydı. Kimse buna itiraz edemezdi. Peki Meclis yasama organı olarak ne yapar? Anayasa, yasa, genel af, vb. Bilhassa “Yeni Anayasa” ile üniter yapıdan vazgeçilmesi mi dayatılacaktı? “Çözüm yeri TBMM’dir” sözünden taraflar muhtemelen farklı “çözümler”i anlıyor olabilirlerdi!

Öcalan Salınacak mı?

Neyse, gelelim sadede. Peki şayet seçimler kazanılır ve parlamentoda çoğunluk sağlanırsa bu konudaki ilk icraat ne olacaktır? Bana kalırsa ilk icraat Abdullah Öcalan’ın durumu olacaktır. HDP bunu diğer hususların ön şartı olarak sunacaktır. (Oy desteği de buna bağlı seyredecektir.) İşin bamteli de lokomotifi de bu olacağa benziyor. Bu onlar açısından bir tür “Samimiyet testi” gibidir. Sürekli olarak Kılıçdaroğlu ve ittifak üyelerine “ancak bizim sayemizde kazanırsınız” hatırlatması ya da “desteğimizi çekeriz kaybedersiniz” korkutması yapılacaktır!

Burada ilk soru Öcalan’ın statüsü değişirse ne olacağıdır. İkincisi ise şayet bu seçenek gerçekleşirse nasıl olacağıdır. Şüphesiz bazı sıkıntılı durumlar doğurabilir. O yüzden önce bir “Psikolojik hazırlık” çalışması yaparlar herhalde. Tam bu noktada durum giderek netleşir. Sonrası İmralı’da bavulları toplamaya kalır!

Artık içeride de tutamazlar HDP’ye teminat verilmiştir. Tümüyle salamazlar Türklerin tepkisini çeker. Ayrıca devletin prestiji sarsılır. Gerçi ABD’nin “asılmaması şartıyla teslimi” o prestiji çok önceden sarstı o başka.  (Şayet PKK’lılara af çıkartacaklarsa Öcalan’ı nasıl ayrı tutarlar o da başka bir soru)  “Ev hapsi” halen geçici bir çözüm gibi duruyor. O zamana kadar belki de başka bir “formül” bulurlar!

Öcalan’ın ölüsü dirisinden fazla baş ağrıtabilir!..

Ancak burada bence daha riskli bir durum var. ( Bu yüzden “devlet aklı” bizden farklı çalışıyor herhalde!) O da şu an 73 yaşında olan Öcalan’ın hapiste doğal yollarla ölümü ihtimalidir. Sanırım bunu hesaba katıyor olsalar gerek. Öyle ki Öcalan’ın hapiste vefatı daha büyük sorunlara yol açabilir. Büyük protestolar tertipleyebilirler. Bu manada Öcalan’ın ölüsü dirisinden daha fazla baş ağrıtabilir. Üstelik negatif bile olsa HDP tarafından Kürtlerin önüne “Mağdur Kahraman” olarak konulabilir.  Bu haliyle biraz “Sakal bıyık” misali yani!..

Ancak ben –onlar açısından büyük bir adım ve başarı olsa da- HDP’lilerin “Apo”nun salıverilmesi”, “Ev hapsi” veya “PKK’lılara genel af” gibi taleplerle yetineceklerini sanmam. İşin bu yönü halen geçerli olsa da kapsamı artık genişledi. Onlar bu sefer daha etraflı ve “paket hedefler”in peşindeler. Bunların başında yeni anayasa ve merkezi devletin zayıflatılması geliyor.

Onun içinde –şayet olursa- “Yeni iktidar”ın zaaf noktalarını kollayacaklardır!..

Not: Bu durumun “Millet İttifakı” içinde sorun yaratma potansiyeli var gözüküyor. Şayet topluma karşı “İyi Polis / Kötü Polis” oynanmıyorsa ciddi çatlaklara yol açabilir. Nitekim İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, HDP’li Ahmet Türk’ün sözlerini kastederek  “Bizim için Nevruz katile özgürlük dilenme günü değildir.” demesi biraz “kızım sana söylüyorum gelinim sen işit” demek gibiydi.

Onu İYİ Parti İstanbul Milletvekili Yavuz Ağıralioğlu’nun beyanı tamamladı. Ağıralioğlu, “HDP, Türk demokrasisinin şantajcısı haline dönüşmüştür…Sizin oylarınızla pazarlık yaptığınız masada şantaj yapmanıza razı olmayacağız.” demekteydi. Bu beyanlar hem ittifak içinde hem de İYİ Parti içinde taşları yerinden oynatabilirdi.

20. 03. 2003