İnfial
14 Eyl 2015 12:31 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:52

PKK'dan "İç Savaş" manevrası! Yeni tuzak budur!

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, artan PKK terörüne paralel son günlerde çok sözü edilen “İç savaş ihtimali” üzerine bir değerlendirmede bulundu…

Son zamanlarda herkesin alttan alta sorduğu bir soru var; “Türkiye’de iç savaş çıkar mı?”, “olaylar bir Türk- Kürt çatışmasına doğru evrilir mi?”, “sonunda ip inceldiği yerden kopar ve etnik bir boğazlaşma olur mu?” Bu gibi sorulara bir çırpıda ve kestirmeden cevap vermek mümkün değil. Daha doğrusu nereden ve nasıl baktığınıza bağlı biraz da…

Ancak PKK terörü arttıkça, şehit cenazeleri gelmeye devam ettikçe ve birileri bunlar üzerinden muhtelif hesaplar yaptıkça söz konusu “potansiyel ihtimal”in belli ölçülerde mümkün ve artmakta olduğunu söylenebilir. Bu giderek kızışan “öfke birikimi”nin hangi koşullarda ve aşamada patlak verebileceği ise meçhuldür!

Olayların seyri çatışmanın devletin güvenlik güçleri ile PKK militanları arasından çıkıp topluma yaygın veya belli bir etnik kimliğe karşı düşmanlığa, nefrete dönüşmesi durumunda böylesi bir “tehlike” söz konusu olabilir. Hiç şüphesiz (ulusal ve uluslararası) geniş planda bunu isteyebilecek birçok odakta mevcuttur. Eminim planlarını bunun üzerine kuran uğursuz güçler çoktan harekete geçmişlerdir.

Ne var ki gene de herkes konuya kendi cephesinden farklı cevaplar getiriyor. Kimi yaşananları zaten bir tür “iç savaş” olarak görüyor, süren çatışmanın “kontrollü”, “bastırılmış”, “adı konulmamış” bir savaş olduğunu sadece toplumsal baza henüz taşınmadığını ileri sürüyor. Kimileri ise olayların bu boyutta olmadığını (Ölü sayıları neredeyse herhangi bir iç savaştakinden çok daha az olmasa da!), henüz bu aşamaya sıçramadığını, sorunun esasında “terörden kaynaklandığını” ileri sürüyor. Örneğin eski Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ’un son açıklamaları bu yönde mesajlar içeriyor.

Lakin olaylar şayet böyle giderse bu savaşın toplumsal plana yayılma eğilimine girebileceğine, kontrolden çıkabileceğine ve gerçek bir “sivil savaş”a dönüşebileceğine işaret edenler de var. Bunun her daim dikkate alınması gereken bir “tehlike” ya da “risk” olduğunu hatırlatanlar da mevcut. Kısaca kimse rahatlıkla “bu ihtimal sıfırdır” ya da “hiç yoktur” diyemiyor.

OK YAYDAN ÇIKMADIKÇA!

Hiç şüphesiz tarihte her toplumun kendine özgü bir iç savaş seyri, bir öyküsü var. Kimi direkt sınıfsal, kimi siyasi, ideolojik, kimi etnik ya da dini yönleri ağırlıkta yahut iç içe biçimler yaşamış, (Amerikan, İspanya, Lübnan, Yugoslavya, Suriye, vb) kimi çok kanlı geçerken kimi nispeten daha hafif atlatılmış. Ancak her biri kendi içindeki sorunlar iyice uzlaşmazlık kazanıp, artık sorunların “barışçıl yollarla hallolabileceği” hissi iyice kaybolduğunda sorunu “iç savaş” yoluyla çözmeye gitmiş, zaten var olan toplumsal kutuplaşmalar sivil halkı da kapsayacak şekilde açık ve silahlı biçimler almıştır. Sonunda taraflardan biri galip veya baskın çıkarak sürece damgasını vurmuştur.
Ancak unutulmamalı ki her toplumsal çatışma, (Kendi içinde böylesi dinamikler taşısa da) kaos, terör, konjonktürel sürtüşmeler, kesimlerin birbirine cephe alması, diş bilemesi, vb “iç savaş” sayılamaz. İç savaşlar tarihte öyle sıklıkla rastlanılan durumlardan değildir. Klasik iç savaşlar toplumların kendilerine ait “kırılma” anlarında ortaya çıkan özel ve yaygın çatışma türleridir. Bunun için;

1) Merkezi devlet otoritesinin tümüyle ortadan kalkması veya iyice zayıflaması, artık olaylara müdahale edemez olması ve çatışmanın devlet içine de sirayet etmesi gerekir. Eski devlet aygıtının işlemezliği sonucu ortada bir ”devlet” ve “otorite” kalmayacağı ya da iyice zayıflayacağı için herkes diğerini alt edip kendine yeni bir devlet kurmaya kalkar.
2) Çatışmanın çok keskin, antagonizma (Uzlaşmazlık) kazanmış, geriye dönüşsüz ve kaçınılmaz olması gerekir.
3) O güne kadar toplumu bir arada tutan bütün ”ortak değerler”in artık “işlevsiz” kalması, hızla anlamını yitirmesi, iyice aşınması gerekir.
4) Başka hiçbir neden olmaksızın, sırf etnik kimlik farklılığından dolayı komşusuna güven duymaması, düşmanlık beslemesi, kin bilemesi gerekir.
5) Toplumsal tüm kesimlerin aralarındaki sorun her neyse artık silah dışında bir yolla çözülemeyeceğine, diğer bütün yolların tıkalı olduğuna inanmaları, bu kanaatin hızla kuvvet kazanması gerekir.
6) Her kesimin uzlaşı arayışındaki kanaat önderlerinin devreden çıkması, bütün ara mekanizmaların iptali ve setlerin yıkılması gerekir.
7) Çatışmanın topluma yaygın bir hal alması, sivil unsurların hızla militarize olması -savunma veya saldırı amaçlı-, silahlanması ve düne değin bir arada yaşadığı kesimleri “düşman” bellemesi gerekir. Yaygın bir milisleşme faaliyeti söz konusu olmalıdır.
8) Çatışmanın kısmi, anlık, lokal, kendiliğinden, vb olmaktan çıkıp tüm topluma ve tüm ülkeye yaygın, toplumun tüm kesimlerini kapsayan, “herkese yaygın” bir kitlesellik kazanması gerekir.
9) Savaşacak güçlerin aşağı yukarı birbirine “denk” kuvvetlerden oluşması gerekir. (Nüfus, silah, ekonomi, vb yönlerden)
10) Savaşacak güçlerin –çok mecbur kalmamışlarsa- bu çatışmadan galip ve kazançlı çıkma ihtimallerinin yüksek olduğuna inanmaları, gözlerinin kesmesi gerekir.
11) Her iki kesimin liderliğinin böylesi bir çatışmayı başlatmaya, yürütmeye, sürdürmeye ve neticelendirmeye kararlı ve göze almış olması gerekir.
12) Uluslar arası ve bölgesel konjonktürlerin buna elvermesi gerekir.

Elbette ki bu kriterler benim bir çırpıda, hızla düşünerek bulduğum kriterlerdir. Başka ilaveler de olabilir. Bunların bazıları bizdeki duruma uymakta bazıları da kısmen uymaktadır. Bazıları ise uymamaktadır. Ancak bu şartların gelişmelerin seyrine bağlı olarak şu veya bu yönde artıp azalabileceği de unutulmamalıdır.

Bunlarla birlikte olaya “total” açıdan bakıldığında “potansiyel” olarak bir “iç savaş” ihtimalinden bahsedilebilse dahi reel olarak bunun koşul ve dinamikleri -kişisel kanaatime göre- henüz yoktur. Şu an yaşanan çatışma ise -kimi lokal olaylar, bazı Kürt kökenlilere münferit saldırılar olsa da- esas olarak devletin güvenlik güçleri ile PKK militanları arasındadır. Olaylar –neyse ki- toplumsal plana sıçramamıştır. (Ancak ölen askerimiz, polisimiz sonuçta bu toplumun evlatlarıdır. Bunun ise toplum içinde bir karşılık ve birikimi vardır.) Taraflar birbirlerine, açık, planlı ve sistemli bir saldırı içine girmemişler ve durum bir “sivil savaş” dizilişi, saflaşması biçimine bürünmemiştir. Öne çıkan görüntü budur. Şüphesiz bu önemli bir avantajdır. Ancak sürgit buna güvenilemez.

TUTKAL HIZLA ZAYIFLAMAKTADIR!

Ne var ki ideolojik söylemleri ve ajitasyonları bir kenara bırakıp “objektif” ve “samimi” olarak baktığımızda söylenebilir ki; , -maalesef- son dönemlerde tedricen artar bir şekilde toplumdaki “birlik”, “barış içinde yaşama” duyguları zayıflamakta, “ortak hissiyat” giderek aşınmaktadır. Toplumdan gelen tepkiler birbirlerini “öteki”leştirici yönde ayrışmaktadır. Bir arada olma, yaşama, arzusu yara almaktadır.

Hatta kimilerinin gözünde sorun “PKK sorunu” olmaktan çıkmış doğrudan “Kürt sorunu” haline gelmiştir. Bu “duygusal zedelenme”nin ya da diğerleri için “duygusal kopuş”un (Aidiyet duygusu bağlamında) ne kadar tedirgin edici bir hal aldığının göstergesidir. Kısaca “toplumsal nabız”dan pek hayırlı sinyaller gelmemektedir. Umarım devletin “sinir merkezleri” bunu görüyor ve gereken önlemleri alıyorlardır.

Ancak unutulmamalı ki; -ortaya çıkan durumun başkaca sosyo-kültürel nedenleri olsa da- söz konusu negatif duygular esas olarak “teröre endeksli” artıp azalabilen duygulardır. Bu manada terör sürdükte soyut bir “kardeşlik” çağrısının yahut “kız alıp verdik” hatırlatmalarının nereye kadar etkili ve iş görür olabileceği tartışmalıdır. Bu söylemler de cari geçerliliğinden, inanırlılığından çok şey kaybetmişe benzemektedir.
Son derece kutsal sayılabilecek “barış”, kardeşlik” kelimeleri hızla “karşılıksız” birer kelimeye dönüşmektedir. O yüzden terörün önünün alınması iyice tavan yapan bu duyguları daha makul limitlere çekebilir. Aksi taktirde terör arttıkça negatif kinlenmeler ve kutuplaşmalar artacak, bir arada yaşamanın zemini daha da zayıflayacak ve toplum istenmeyen parlamalara gebe olabilecektir. Şükür ki henüz bu aşamada değiliz. Ancak belli ki bu “psikolojik kredi” de hızla tükenmektedir!

Hiç şüphesiz bunun en çok PKK farkındadır ve son yaptıklarıyla açıkça “iç savaş” a oynamaktadır. PKK şimdi de çatışma ve kutuplaştırıcı saldırılarını iyice derinleştirerek, “Özerk bölge” (Kanton) arayışlarına girerek ve çatışmayı topluma yayarak yeni bir hesap içindedir. Bunu ise “sivil çatışmayı” teşvik ederek, sivil ölümlerin sayısını arttırarak “uluslar arası güçleri” bölgeye müdahil olmaya davet etme peşindedir. Yeni tuzak budur!

Yoksa PKK, şu anki güçler dengesi itibarıyla bir ”sivil iç savaş”ı sürdüremeyeceğinin, kaybedeceğinin bilincinde olmalı. Ancak günümüzün dünyasındaki iç savaşlar artık klasik iç savaşlara benzememekte ve “dış unsurlar” (Uluslar arası sistem) olaya daha çok taraf ve müdahil olmaktadırlar. Sanırız ki PKK, olaya sivil boyut katarak yarın öbür gün “etnik temizlik yapılıyor” yaygarası da kopartarak aradan “otonom” veya “bağımsız” bir devlet çıkarma hesabı peşindedir. PKK ve sivil uzantıları ayrıca sürekli “iç savaş” tehdidini gündemde ve diri tutarak, sürekli bunu çağrıştıran ifadeler kullanarak ayrıca bir “psikolojik operasyon” yürütmektedir.

O yüzden başta Türkiye’yi yönetenler olmak üzere herkes -ve en çok da Türkiye’nin gerçek derin iradeleri- çok daha hassas ve uyanık olmak zorundadırlar. Tuzak büyüktür. Asla tasarladıkları iç savaşı çıkartamayacak olsalar bile bunun “görüntüsü”nün, imajının dahi verilmesinin Türkiye’ye maliyeti ağır olabilir.

Topluma ve medyaya da bu konuda acil görevler düşüyor. Kim bizi ne kadar kışkırtırsa kışkırtsın, kim bizi neye zorlarsa zorlasın sakiniyetimizi korumak ve her daim diri tutmak zorundayız…

14.09.2015.

atillaakar@gmail.com