Röportaj
10 Eyl 2013 10:28 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:38

PELİN CESUR BİR KİTAP... BU ÜLKEDE METAL BARLARINDA TAKILAN İMAM HATİP'Lİ KIZLAR VAR!

Yazarımız Murat Tolga Şen, gündem yaratacak bir kara roman olan Pelin'in yazarı Murat Arda ile konuştu.

Pelin tamamıyla kurgu bir karakter mi yoksa tanıdığın birinin hayatı mı bu Murat? Zira başroldeki Pelin dahil hemen hemen tüm karakterler hep birilerini çağrıştırıyor. 

Pelin’deki tüm karakterler gerçek çünkü hepsini ben uydurdum! Pelin, doksanlı yıllar öğrenci muhalefetinin yükselişe geçtiği bir dönemde lise, meslek lisesi, imam hatip lisesi, kolej, üniversite, savaş, milliyetçilik, din, devlet, toplum ve aile baskısı arasında sıkışan, daralan ve kendi çıkış ve çıkışsızlıklarını yaratmaya çalışan anti-kahramanların öyküsü. Bu minvalde 90’lara dair tüm özneler, kitapta kendilerinin bir yansımasını bulmakta zorlanmayacaklardır.  

Bir Taksim kitabı Pelin, tabiri caizse bir “Taksim Soundu”. Bana göre Taksim aslında Türkiye’nin kalbidir. Ve bu kalbin heyecanlı ritmi tek bir sesi değil, çok sesliliği içinde barındırır. Kitaptaki karakterlerin birilerini çağrıştırması bundan olmalı çünkü Taksim aslında hepimiziz ve Pelin işte bu yüzden çok tanıdık bir karakter!

Pelin’in romana sığmama durumu için öngörün nedir? Filme çekildi diyelim, romandaki kadar cesur bir sinema uyarlaması seyredebilir miyiz?

Sinemanın televizyona göre farkı ve üstün özelliği daha cesur olma potansiyelini barındırması. Kısmen estetik ve sanatsal niteliklerinden dolayı belli sınırlar altında da olsa daha özgür olabilmesi mümkün olabiliyor sanırım. Televizyona nazaran durum bu ancak elbette ki romana göre daha limitli bir yapısı var, örneğin Nuri Bilge Ceylan sürekli romancıları kıskandığını çünkü onların bir hikayeyi dışavurma bağlamında çok daha özgür olabildiklerini söyler. Kısmen katılıyorum ancak ben bir romanın farklı formatlardaki yorumlarını büyük heyecan duyarak takip eden sinema izleyicilerindenim. Örneğin Mario Puzo’nun The Godfather adlı romanı mı daha etkileyicidir sinema yorumu mu, bence ikincisi. Oyunculuklar, yönetmenin büyük dehası işin içine girince olay bambaşka bir hal alabiliyor.

Sorduğun soruya kesin bir cevap vermem şimdiden zor ve fakat şunu söyleyebilirim: Pelin’in daha ilk satırlarını yazarken Fatih Akın’ın sinemaya uyarlayacağı bir senaryo olarak kafamda tasarlamıştım metni. Zira çocukluğumdan bu yana tuttuğum tüm notlarda, çizimlerimde Pelin ve Pelin’i oluşturan olaylar örgüsü dağınık notlar halinde adeta bir çöp-evindeki karmaşayı çağrıştıran tomar tomar kağıtlar şeklinde romanlaşmayı bekliyordu ve benim tüm yapmam gereken bunu daha bütünlüklü ve sinematik bir formatta kağıda dökmek oldu. Pelin, her ne kadar Fatih Akın’ın pek de kullanmayı tercih etmediği fantazmatik unsurları yoğun olarak barındırsa da ana çatı olarak kendisini tanıdığım kadarıyla Fatih Akın’ın sinema diline çok yakın bir biçeme sahip.

Kitapta, olabildiğince kirli ve tekinsiz olaylar zinciri kısmen Fatih Akın sineması ile de örtüşüyor, Hollanda ve Almanya’da geçen sekanslar, Türk-Avrupalı gerilimleri vesaire... Bununla birlikte, kitapta mümkün mertebe evrensel bir sinemasal dil kullanarak cesur ve senaryolaştırılabilir bir metin oluşturma hedefi güttüm ki bu cesaret belki de kendi ayağına kurşun sıkma gibi de algılanabilir. En suya sabuna dokunmayan filmlere bile devletin ideolojik aygıtlarını yöneten robotsu bürokratların sansür uyguladığı, filmlerin saçmasapan sebeplerle yayından kaldırıldığı tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Her ne kadar sinema boyutunda görece bir özgürlük alanı hala var diyebilsek de bana göre Pelin’in sinemada cesur ve özgür bir sinema dili ortaya koyabilmesi Fatih Akın ya da onun gibi daha evrensel anlamda üretimler yapabilen dostların bu işe bir el atmasına bağlı.

“Yeni Türkiye” ekolüne angaje yapımcıların bu tip “alengirli” konulara yatırım yapması malum sebeplerden bir hayli zor olsa da dijital devrimler çağında illa yaşadığımız coğrafyanın tabu ve sınırlarına mahkum olmadığımızı düşünüyorum. Güzel bir soruydu bu, sevdim!

Kitabın için bir video teaser hazırladın, youtube’a koydun. Bu nereden aklına geldi ve bunun şöyle bir tehlikesi yok mu? Teaser’ı seyredenler için Pelin artık orada oynayan kız olacak hep, hayalgüçlerine müdahale etmiş gibi hissediyor musun?

Teaser’daki kız Pelin, Sümeyye, Müşra, Yasemin ya da Ceyda olarak algılanabilir, sorun yok. Yaşadığımız coğrafyadaki milyonlarca Pelin’den biri olarak görüyorum videodaki oyuncuyu.

Pelin, bir genç kız romanı, ancak kitabı okuyanların zihninde teaser yoluyla salt sıradan bir genç kız figürü canlanacağını düşünmüyorum. Zira Pelin, “kendi olmanın dayanılmaz ağırlığına” katlanmanın tüm sorumluluklarını ve zorluklarını sırtlanma çabasında bir karakter. Dengesiz bir kadın, evet ama dünya ile bir derdi var, kendisiyle ilgili büyük bir hesaplaşma kaygısı da var. Kaldı ki erkeklerin kadınlar için hayatı cehenneme çevirdiği bir coğrafyada bir genç kızın kendi olma çabasına dair karşılaştığı zorluklar tek bir kızın suretine indirgenemeyecek kadar dolambaçlı sorunları içeriyor. Dolayısıyla kitaptaki Pelin’in klip ya da başka dışsal imgelemler yoluyla okurun düş güçlerine dair müdahalelere korunaklı ve özgün bir figür olarak kalacağı aşikar bana göre.

Pelin’i uzun metrajlı bir film formatında da görmek istediğimizden heyecanımıza gem vuramadık ve bu kısa film yoluyla okuyuculara bir “kitaba ısındırma” trailer’ı izletmek istedik. Üstelik Pelin, ana-akım bir roman olmadığından dolayı kitabın okura ulaşması yolunda muhtemel bir sansür mekanizmasına karşı kendi tanıtım çabalarımız da bizi geleneksel olmayan yöntemlerle Pelin kitabının duyurusunu yapmaya zorluyor, teaser da bunlardan biri.

Bu kitap sanki birilerini işaret ediyor gibi... Rahatsız olmasın alem? 

Bu bir roman noir ve evet, belki birilerini rahatsız edebilir. Belki onlara kendileri hakkında bir özeleştiri yapma olanağı da sağlayabilir. Ancak işaret edilen kimi figürlerinse rahatsız olmak bir yana bu durumdan mutluluk duyacağını düşünüyorum. Eğer kitabın sinema versiyonunu çekersek, ilgili karakterlere ilham veren kişilerin bizzat kendilerini oynaması kesinlikle istediğim bir şey ve bu durum Pelin’in sinema versiyonuna da daha fazla lezzet katacaktır. 

Pelin’in roman kahramanlarının karakterlerine ilham verenler kimler? Alem rahatsız olmasın derken ben özellikle bazı cemaatlerin kitaptaki pozisyonuna dair endişemi aktarmıştım ama biliyorum ki kitapta öyle karakterler var ki günümüzde farklı alanlarda bir hayli etkinler. Örneğin kitapta geçen Hortumcu Polis Şefi, Teşvikiye’de plak satan Necati, Şair Küçük İsmail gibi tiplemelerden bahsediyorum. Sonra Ortaköy’deki Flat-line’da geçen sekanslar ve canlı müzik yapan bar grubu. Bunlar hep gerçek hayatta varolan isimleri çağrıştırıyor, bu bilinçli bir seçim mi? 

Pelin’in etrafındaki kişiler, toplumun dışına itilmiş ya da tercihlerini toplumun kıyısında kalmayı kendi istekleriyle belirlemiş kişiler. Uyumsuzlarla ve uyumsuzları hizaya çekmekle mükellef yerel tiranlarla dolu bir dünyadan bahsediyoruz ve bu çatışkılı ortamda varolan ya da tutunmaya çalışan bu bireyler, yırtmaya çalışan amatör bir rock müzisyeni, Teşvikiye’de dünyaya kayıtsız bir işportacı ya da pis bir karakolda travestilere işkence eden sapık ruhlu bir komiser, veya ayrıksı bir şair olarak romanda birer anti-kahraman olarak yeralıyorlar.  

Bu tuhaf evrenin birer özneleri olarak karşımıza çıkan bu tiplemeler hakkında şunu söyleyebilirim: Olumlu ya da olumsuz yönleriyle doksanlara değen karakterler icat etmek zorundasınız ve bu roman saykodelik-gerçekçi bir bakış açısına sahip. Bu durum size sıra dışı bir olanak sağlıyor, zira bu sürrealizme yakın dünyada zaten kendileri gerçek-üstü olan bazı gerçek karakterler üzerinden gerçek olmayan birer tipleme yaratmak durumundasınız. Asıl soru işte burada kendini dayatıyor: Romandaki kahramanlar mı daha gerçek yoksa fenomenal dünyadaki hallerimi daha gerçek, bu soruya benim şahsi yanıtım hala belirsizliğini koruyor.  

Kitabı yazarken aman şu rahatsız olmasın, bu rahatsız olsun diye bir kaygı gütmedim, ama şunun altını çizmekte fayda var; Pelin bir roman, bir belgesel değil. Roman da adı üstünde, “fiction”, bir kurgu. Hayattan beslenen bir kurgu diyelim. Ama iştahlı bir kurgu, hayata ve gerçekliğe sadakatı ve doyumsuzluğu had safhada. Bu bir kısım figürlerin 90’lı yıllara dair birer özne olduğu doğru ve hakikaten de onlarsız bir Taksim, onlarsız bir 90’lı yıllar düşünülemezdi ve bizzat Pelin onlarsız yapamazdı, şimdilik bu kadarını söyleyebilirim. Pelin “Saykodelik-Gerçekçi” bir kitap ve karakterlerin “birilerini” çağrıştırması da doğal çünkü Pelin aynı zamanda bir dönem kitabı olma özelliği de taşıyor. 

Pelin sert ve açık fikirli bir kitaba benziyor ama bir şekilde ahlakçı olma tuzağına düşüyor mu? Çünkü anladığını düşünen pek çok yazarın aslında yargıladığına şahit oldum.

Kitapta katı bir ahlakçılık var ama bu ahlakçılık ahlaksızlığın ahlakını içeriyor. Pelin’in ahlaka dair tüm önkabuller ile yüzleşmeye teşne bir duruşu var. Rockçı ahlakı, dindar ahlak, cinsel ahlak, ateist ahlakı ya da satanist ahlak; alışılageldik tüm moral değerlere dair sorgulayıcı bir tutum içeriyor Pelin. Bir ahlaki değerler bütünü önermiyor ancak soru soruyor. Huzursuz edici bir yanı var Pelin’in ancak kötülüğü, insanın doğasındaki pisliği yok sayarak da huzura erişilmiyor. İslami ya da laik burjuvaziye dair, toplumsal ahlaka dair sorgulayıcı misket bombaları içeriyor Pelin ve bunu yaparken salt isyankar motiflerle hareket etmiyor, dengesini kaybediyor, toparlamaya ve dik durmaya çalışıyor ve her halukarda kendi çelişkileriyle yüzleşmekten kaçınamıyor. Hiçbir ahlaki maske de insanın doğasına dair temel çelişkileri yok saymaya yönelik yardımcı olamıyor.

Derin toplumsal huzursuzlukların, hoşnutsuzlukların yükseldiği bir dönemde ahlaki maskelerin gerçeğin üstünü örtmekte yetersiz kaldığının sorgulamasını yapıyor belki de bu kitap. Ancak bunu yaparken ahlaki bir reçete sunmaktan kaçınıyor, bunu okuyucuyla demokratik bir biçimde paylaşıyor ya da ahlaksal yorumunu okura bırakıyor. Pelin’in dine, cemaatlere, ahlaka ve sosyal ilişkilere dair tartışmalar yaratacağını düşünüyorum ancak kesin cevaplar sunmayı reddediyorum zira ben de bu cevapları hala arıyorum.

Kitap sert mi evet sert ama hayat Elif Şafak’ın ya da Ahmet Altan’ın romanlarındaki kadar yumuşak ve sorunsuz yollarla kaplı değil ki? Hayatın içindeki gerçekler leblebi tozu kıvamında hiç değil, dolayısıyla Pelin de gerçeklik duygusunu sert ama “saykodelik” bir şekilde dışavuran bir roman.

Bu kitabı kim sever, kim nefret eder Murat?

Sistem karşıtı bir kitap Pelin, her kesimin kolaylıkla sahiplenemeyeceği bir meydan okumayı içeriyor. Üstelik ilginçtir ki dindar kadınlar Pelin’e daha anlayışlı, hoşgörülü ve meraklı bir tutum alırken bazı dindar erkeklerin de, sözde seküler rocker erkeklerin bir kısmının da bakışları kadın düşmanlığı meselesinde birbirine yaklaşabiliyor. Tüm bu düşman kardeşler gibi görünen kesimleri ortaklaştırabiliyor Pelin. Erkek egemen ruh hali, çoğu zaman dindar ya da ateist, bireyleri korkunç bir mahluka dönüştürebiliyor ve işte tam bu esnada Pelin adeta şöyle sesleniyor bu güruha: “Durun! Siz kardeşsiniz!” Dolayısıyla Pelin’i kimin sevip kimin nefret edeceğine dair temel yaklaşımım ideolojik önkabullerden bağımsız olarak kadınların çoğunluğunun seveceği erkeklerin çoğunluğunun ise yadırgayabileceğidir.

Ortadoğu coğrafyasında yaşadığımızın bilincinde olarak sistemin tekerine bir çomak gibi okumak mümkündür Pelin’i. Tabi bir de dilsellikle ilgili bir durum var. Pelin’deki karakterler Halit Ziya Uşaklıgil, Kemal Tahir ya da Yaşar Kemal’in Çukurovası’nda çavdar tarlasında gezinen ırgatlar, marabalar, o romantik figürler gibi değiller.

Yakın Türkiye tarihinin en karanlık ve sert zamanlarında yaşama tutunmaya çalışan sert gençler bunlar ve dilleri de dönemin yapısı gereği mümkün olduğunca gerçeğe sadakatle bağlı. Dolayısıyla steril bir Orhan Pamuk duyarlılığı ya da tekkeci bir İskender Pala ahlakçılığı bekleyenler için romanın tam bir hayal kırıklığı olacağını şimdiden söyleyebilirim. “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değildir” diyenler ise bana göre Pelin’i sevecek diğerleri nefret edecektir.

Tüm bu “ciddi” bakış açılarına rağmen bu kitabın mizahi bir duruşu da var, bu durumu nasıl açıklayabilirsin? 

Türk edebiyatı, Türk sineması, son yıllarda hep trajik olanı yok saymaya, sorunları hasır altı etmeye ya da var olan sansür/oto-sansür mekanizmalarından dolayı hep güvenilir limanlarda demir atmayı tercih etti ya da buna zorlandı. Pelin tüm bu akıl tutulmasına karşı da edebi bir isyan bayrağı aynı zamanda. Trajik olana değiyor, onu ele alıyor, yorumluyor ama tüm bunları yaparken gülümsemeyi ihmal etmiyor.  

Bir roman-noir Pelin, ama umudu yok sayan, pes etmiş, sinmiş bir kaybeden gençlik güzellemesi değil, yeri geliyor dalgasını da geçiyor Pelin, an geliyor tabiri caizse kızımız dünyayı donunda sallamak istiyor. Pelin tehlikeli sularda yüzüyor çünkü o, bu dünyaya ve öteki dünyaya çok pis meydan okuyor. Tabi bir de Pelin’in tuhaf arkadaşları, doksanlı yılların o garip anti-kahramanları var ki onlara da değinirsek bu röportaj sabahlara kadar sürer! 

Peki, son sözlerini alalım o zaman?

Pelin için bir facebook sayfası hazırladık, www.facebook.com/pelinroman. Bu adrese gelmeye başlayan kimi yorumlar düşündürücü, kimi yorumlar ise insanımızın içindeki potansiyel iyiliğe dair umut verici mesajlar içeriyor.

Sıradan bir roman değil Pelin, “Yeni Türkiye” dönemini oluşturan nüvelere dair yoğun ve tabu-tanımaz sorgulamalar içeriyor. İmam Hatipli liseli genç kızların heavy-metal barlarında dolaşması, başörtülü bir kızın punk-rock’a bulaşması ya da teravih namazından sonra esrar çekip içki içen bir genç erkeğin varolduğu gerçeği gibi durumlar seküler ya da dinsel yaşam içerisinde klişeler içine boğulmuş ve gündelikliğin esiri olmuş ortalama okuyucu için zorlayıcı olabilir. Lakin Pelin’in de maksadı bu, okuru zorlamak. Sınırları zorlamak.

Çok Teşekkür ederim sana, baskıların bol olsun.

Ben de Medyaradar’a ve sana teşekkür ederim.