Konuşanlar - Konuşulanlar
20 Ara 2010 09:12 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:53

''ÖNCE İŞ,SONRA AŞK! TATİL GÜNLERİNDE BİLE SEVGİLİMLE ŞANTİYELERİ GEZERİM!'' ALİ AĞAOĞLU MEDYARADAR'A KONUŞTU!

Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül, son günlerin en popüler ismi işadamı Ali Ağaoğlu ile farklı ve bilinmeyen özellikleriyle tanıtmak için Ataşehir'deki merkez binasında buluştu.Ortaya keyifli bir sohbet çıktı.

Daha geçen hafta Cumhuriyet Tarihinin en büyük hacimli projesi için düğmeye basan Ali Ağaoğlu, İstanbul Maslak’taki 242 dönüm araziye 6 bin konut yapmaya karar verdi ve ‘Sektördeki bütün ezberleri bozacak yepyeni bir konsept geliştireceğiz’ dedi… Elbette Ataşehir’deki merkez binasında buluştuğumuz gün, onun inşaat konusundaki dehasını sorgulamayı hedeflemek aklımın ucundan bile geçmedi. Amacım, Medyaradar okurlarına, günümüzün en popüler işadamı Ali Ağaoğlu’nu  farklı ve bilinmeyen özellikleriyle tanıtmaktı. Doğrusunu isterseniz bu amacıma da ulaştığımı sanıyorum. Dilerim, bu sohbetten keyif alırsınız. Bu arada ondan feyizlenip başarılı olanlarınız çıkarsa da, Yüksel Şengül ve Medyaradar olarak sizinle gurur duyarız…

Ağaoğlu adı büyük ve bilinen bir marka. ‘Büyük başın derdi büyük olur’ derler. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?



Doğrudur, öyle derler ama benim arkamda da işinde profesyonel ve son derece sağlam bir kadro çalışıyor. Onlar olmasa ben rahat olamazdım. Ali Ağaoğlu ateş olsa cürmü kadar yer yakar. O yüzden, ekip çalışmasına çok fazla önem veren bir insanım. Zaten güçlü bir ekiple çalışmasam adeta bir balon gibi şişer ve bir iğne darbesiyle sönerdim. Bu anlamda arkam sağlam. Futbolda da böyle değil mi, yıldız futbolcuyu diğer futbolcuların teneke olduğu bir takıma koy ortaya hiçbir şey çıkmaz. Takım oyununu başarmak önemli.

İnternette, reklam sloganınız ‘yaptım olacak’la ilgili çok sayıda komik video ve yazı var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Gerçekten de çok sayıda mesaj var. İçlerinden bazıları benim de çok hoşuma gidiyor. Mesela geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe ile ilgili gördüm. Fenerbahçe, 29 yıldır Türkiye kupasını alamıyor ya ‘Fenerbahçe kupayı ne zaman alır?’ diyorlar, ‘Onu ben de yapamam’ diyorum. Bu hoşuma gidenlerden bir tanesi oldu. 

Hem göz önünde, hem gönüllerde olan bir isimsiniz... Herkes sizi umutla izliyor... “10 bin peşin, daire senin” diyorsunuz, “Bu ülkede herkes havuzlu evde oturmayı hak ediyor” diyorsunuz... Şimdiye kadar kaç kişiyi ev sahibi yaptınız?

Otuz binin üzerinde kişiyi ev sahibi yaptım. Şu anda inşaatı halen devam eden 11.700 konut var. Yeni projeler de devam ediyor. 

Anladığım kadarıyla sizde şantiye hiç durmuyor. Allah da durdurmasın.

Amin.

İnşaat işi sizin işiniz... Ancak, son zamanlarda oyunculuk konusunda da profesyonellere taş çıkartıyorsunuz... Çıkıp kendi reklamınızda konuşuyorsunuz, Sinan Çetin’le kamera önüne geçiyorsunuz... “İnşaat işini bırakıp artistlik yapacağım, daha iyi para var” diyorsunuz... Bu kendinize aşırı güvenden mi kaynaklanıyor, yoksa yüreğinizde bir yerlerde oyunculuk aşkı, hevesi var mı?

Hayat felsefem; ‘Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol’dur. Onun için ben neysem oyum. Gerçek anlamda oyunculuk çok farklı ve zor bir şey ve oyunculara büyük saygım var. Bir başkasının kişiliğine girip onu canlandırıyorsunuz, kendi kişiliğinizden çıkıp başka birinin karakterine giriyorsunuz ki, bu gerçekten çok zor bir şeydir. Ayrı bir yetenektir. Benim farkım, reklamda kendimi oynamam oldu. Reklamlarda Ali Ağaoğlu olarak boy gösterdim. Sinan Çetin çektiğimiz reklam filmleri için kendi ağzıyla; ‘Ben en profesyonel oyuncularla da reklam filmleri çektim ama bu kadar kolay ve iyi akan bir film çekmedim. Hayatımda en kısa sürede çektiğim reklam filmi bu oldu’ dedi. Ama bizim reklamımızda oyun yok. O tarz reklam çekimlerinde, bir sahneyi üç dört kere çekmek zorunda kalabiliyorsunuz. Ama benimle çekilirken, bir, bilemedin en fazla iki kerede çektik.

Bence bu konuda alçak gönüllülük yapıyorsunuz. Sizin en büyük artınız rahatlığınız…

Tabi ki rahatım, çünkü kendimi canlandırdım. Başka birinin kılığına girmek mutlaka zordur. Ben halktan birisiyim, insanların bana olan sevgisi bundan kaynaklanıyor. Bizde belli bir ekonomik güce gelen insan gizli yaşar ama ben halkın içindeyim ve rahat davranıyorum. Arabamı da kendim kullanırım. Eğer park sorunu yaşayacaksam şoförümü alırım ama genelde arka koltukta oturur. Ben arabayı kullanırım.

Teklif gelirse oyunculuk yapar mısınız?

Zaten oyunculuk yapmam yönünde gelen çok ciddi teklifler var. Ben de fiyatımı söylüyorum. Eğitimin önemine inanan, ‘bütün kötülüğün anası cehalletir’ diyen bir insanım. Bu yüzden de oyunculuktan alacağım paraları Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na bağışlarım. Böylece eğitim kazanmış olur. Zaten iki tane çocuk kazansan, ülkeyi kazanırsın. Bu anlamda fiyatımı söylüyorum, gelen teklifleri de değerlendiriyorum. Belki önümüzdeki günlerde bir şeyler olabilir.

Gelen teklifler arasında neler var? Dizi, sinema, reklam...

Reklam teklifleri geliyor. Kendi sektörümden gelen teklifler bile var.

Yedi yıldır Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde kapalı gişe oynayan ‘Çalıkuşu’ balesi, zihinsel engelli özel sporcular yararına Türker İnanoğlu Maslak Show Center’da sahne aldı. Gecenin sponsoru oldunuz, madalyanızı aldınız. O geceki duygularınızı öğrenebilir miyiz?



İş adamlığı, sadece çalışıp para kazanmaktan ibaret değil. Tabi ki çalışıp para kazanacaksın, kazanmazsan, bu tür şeyleri yapamazsın. Ama ben bu ülkede çalışıp para kazanıyorum, o yüzden ülkenin kültürel ve sosyal olaylarının dışında kalamam. Bir ülke sadece ekonomik olarak değil, sanat, kültür ve eğitim olarak da öne çıkıyorsa kalkınmış ülkeler sınıfına girer. Engelli sporcuları, mümkün olduğu kadar hayatın içine nasıl katarız, onların hayata tutunmalarını nasıl sağlarız diye düşünüyorum. Onlar da bizim insanlarımız, vatandaşlarımız. Buradan Dilek (Sabancı) Hanım’a teşekkür etmek istiyorum. Çok ciddi çalışmalar yapıyor. Bu konuda bizim de çorbada tuzumuz bulunduysa ne mutlu bize. Neticede, yiyeceğim paranın haricindeki para bu ülkenin kalkınmasına ve kültürel gelişmesine gidiyorsa mutlu olurum. Bu anlamda da üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum.

Diğer iş adamları bu konuda nasıl davranıyor?

Türk insanı vericidir. Daha da önemlisi Türk işadamı vericidir. Yeter ki gerekli yerlere gittiğini görsün. Herkes katkı yapmaya çalışıyor. İş hayatında bir sürü insan, bir sürü şeye katkı sağlamaya çalışıyor. 

Siz bu konuda son derece iyiniyetle çalışıyorsunuz, kim bilir kaç tane çocuk okutuyorsunuz…

Yaptığımız okullar var. Ama ben ‘sağ elinin verdiğini sol elin bilmeyecek’ felsefesi, kültürü ile büyüdüm. O yüzden de bu tür çalışmalarımı reklam malzemesi yapmayı doğru bulmuyorum. Bu konuda kendi adamlarım bile beni eleştiriyor. Bazıları bir şekilde mecburen duyuluyor ama bunlar yaptıklarımın yüzde onudur. Aslında belki bu çalışmaları başkalarına örnek olması açısından duyurmak lazım ama benim tarzım bu değil.



Bu sponsorluk çalışmalarınız, bir dizi ya da sinema projesinde karşımıza çıkabilir mi? Böyle bir düşünceniz var mı?


Karşımıza düzgün ve kaliteli bir proje geldiği zaman mümkün olduğunca yardımcı olmaya çalışıyoruz. Mesela bu konuda destek olduğumuz belgeseller var. İş adamının görevi sadece çalışıp para kazanmak değil, ülkenin kültürel alt yapısına katkı da sağlamaktır.

En beğendiğiniz diziler hangileri?

Günde ortalama on on beş saat çalışıyorum. Ortaokulda yatılı okuduğum için o zamandan kalma bir âdetim var. Hayatımda, saat yediyi bir geçe kalkmadım. Sabah beşte bile yatmış olsam yedide kalkar kahvaltımı yapar ve sabah erkenden iş yerinde olurum. İnsanlar magazin programlarında hakkımda çıkan haberlere fazla itibar etmesinler. Bu yaz toplasan toplasan üç dört kere denize girmişimdir. Yaz boyunca üç kere Bodrum’a, iki kere Çeşme’ye gittim. Onlarda da cumartesi gidip aynı gün döndüm ya da cuma gidip pazar döndüm. Uzun süreli kalışlarımda da mutlaka bir işim olduğu içindir.  Dizi izleyecek kadar geniş bir zamanım yok.
Zaman konusunda bonkör değilim. Zamanım varsa işime adarım. İlişkilerimde bile bu böyle oluyor. Biliyor musunuz, ben cumartesi ve pazar günleri bile sevgilimle şantiyeleri gezerim. O yüzden de ilişkilerimde fazla başarılı olamıyorum. Önce iş sonra aşk diyorum. Sevgilim dizi oyuncusuydu, onun dizisini bile iki ya da üç kez izlemişimdir.

Peki, beğendiğiniz oyuncular kimler?

Türkiye’de son dönemde gerçekten iyi oyuncular çıktı. Özellikle isim veremem ama gerçekten bu konuda iyi gidiyoruz.



Çocukluk kahramanınız var mı?


Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit gibi isimler gerçekten Türkiye’nin yetiştirdiği değerlerdir. Cüneyt Arkın’ın Malkoçoğlusu hepimizin kahramanıydı. Bu sanatçılar gençliğimizin kahramanlarıydı.
Ben 1954 doğumluyum… Yani (Hızlıca bir hesap yapıyor) 22 yaşındayım (gülüyor). Onlar Türkiye’nin değerleri, bir dönem hepimizin idolleriydiler. Özellikle günümüzde Türk dizilerinin yurt dışında pazar bulmasını ve ülkemize döviz kazandırmasını, sektörün başarısı olarak değerlendiriyorum. Dövizin yanında Türkiye’nin imajına ve tanıtımına inanılmaz katkılar sağlıyor. Ülkemde güzel şeyler yapılıyor ve daha da yapılacağına inanıyorum.

Türkiye sizce ekonomik olarak nasıl gidiyor, ülkemizin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler arasında yıldızı parlayan bir ülke olarak görüyorum. Ben Türkiye’yi yüklü bir kamyona benzetiyorum. Bir kamyona azami yük yüklersiniz ve onu yokuş aşağı bir takozla durdurmaya çalışırsınız. O kamyon zaman gelir takozu aşar ve yoluna devam eder. Ülkemiz ekonomik hedef olarak 2023 yılında ilk on ülke arasına girmek istiyor. Bence nüfusunun yüzde yetmişi, otuz yaş altındaki gençlerden oluşan ve iş yapma ruhu yüksek olan Türkiye, şayet doğru yönetilirse, 2023’ten önce bu hedefine ulaşabilir. Bunu kimse de engelleyemez. İnanıyorum ki sadece ekonomik yönden değil, sanat ve sporda da bunu başaracağız. Baktığınız zaman, basketbolda dünya ikincisi, kadın voleybol takımı ile dünya beşincisi olduk. Türkiye, kültürüyle, sporuyla 21. asrın yıldızı parlayan ülkelerinden birisi olacak. Buna inanıyorum.

Dönem dizileri çekiliyor, bu konuda neler düşünüyorsunuz?  Çekilmesini istediğiniz bir dönem var mı, belki Karadeniz’le ilgili bir proje olabilir?

Yapımcılarımız zaten son zamanlarda çok güzel işler yapıyorlar.  En son Karadeniz kökenli bir ailenin çocuğunun çektiği bir belgesele sponsor olduk. Belgesel İngiltere’de ödül aldı. Dönem dönem bu tarz belgesellere destek oluyoruz.

Kadir İnanır’ın oynadığı ‘İpsiz Recep’, Karadeniz bölgesinin dönem dizisiydi. Semih Kaplanoğlu’nun ‘Bal’ filmi, Karadeniz’de çekildi. Yine ‘Yüreğine Sor’ adlı film orada çekildi, o toprakları anlattı.

Karadeniz’de tabi ki pek çok şey yapılıyor ve ben de Karadenizliyim. Ancak tüm Türkiye inanılmaz bir coğrafya ve bunun kıymetini bilmeliyiz.

Sizi Sakıp Sabancı’ya benzetiyorlar. ‘Onun gibi halk adamı, diyalogları çok sıcak’ diyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Onunla tanışma fırsatınız oldu mu?

Hayatta kendime örnek aldığım insanlardan birisi babam, ikincisi de rahmetli Sakıp Sabancı’dır. Sakıp Bey, bence Türk ekonomisine çok büyük katkı sağlamıştır. Bizde insanlar belirli bir ekonomiye yükselince, çevrelerinden izole yaşamaya başlar. Ancak Sabancı, ekonomiye çok büyük katkılar sağlarken bile halktan kopmamıştır. Onu da çok sever sayardım. Allah rahmet eylesin ama o şahsına münhasır bir kişilikti, ben de kendi şahsına münhasır biriyim. Kendi alanımda ilerliyorum, herkes kendi alanında bilinir. Ortak noktamız, halkın içinden çıkıp bir noktaya geldiğimizde yine onlarla kalmamızdır.
Ben bir kere sevgilimle Bebek’te kahvaltı yaparsam, üç kere şantiyede işçilerimle kahvaltı yaparım. İnan, şantiyede işçilerle yaptığım kahvaltıda yediğim zeytin, ekmek, peynir bana sevgilimle yaptığım kahvaltıdan daha büyük keyif verir.



Siz İstanbul gece hayatında olmayı da seviyorsunuz. Haberlerinizi izleyenler, “Helal olsun, hem gece eğleniyor, hem de işini kusursuz yapıyor” diyor. Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz, böyle hareketli bir hayat sizi yormuyor mu?


Bu hareketin enerjisi, Karadeniz’den geliyor. Gerçi doğma büyüme İstanbulluyum ama Karadeniz kökenli bir ailenin çocuğuyum. Karadeniz’in doğası çok serttir, orada ayakta duracak düz alan bulamazsınız. Denizi hırçındır. Karadeniz insanının mücadeleci bir yapısı vardır. Onu genlerimde taşıyorum ve yaşım daha 22 (gülüyor) o yüzden de enerjim yerinde. Aslında gece gezmelerine çok sık gitmiyorum ama gittiğimde de çok olay oluyor. Herhalde gittiğimde adam gibi gitmiyorum (gülüyor). Rahat biriyim ve insanlar bende kendilerinden bir parça buluyor.

Devir sponsorluk devri... Beşiktaş’ın tarihi stadı, ‘Fiyapı İnönü Stadı’ adını aldı... Bu olayı nasıl karşılıyorsunuz? 

O Beşiktaş’ın takdiridir, hayırlı olsun. Ama benim böyle bir düşüncem yok. Ben iyi bir takipçi sayılmam ama Trabzonsporu tutuyorum. Yenince mutlu oluyorum. Fanatik değilim tabii. Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarının stadında locam var. Ancak bu  üst düzey yöneticilerle takılıyorum anlamına gelmesin. Genel olarak milli maçlara gidiyorum. Maalesef birçok üst düzey Fenerli yönetici koltukları doldurduğu için kucaklarına oturmayalım diye loca aldık (Gülüyor). Şaka bir tarafa amacım spora destek olabilmekti. Param ne kadar değerli ve kıymetliyse, çalışanlarım ve yöneticilerim de o kadar değerlidir. Paramdan daha kıymetlidirler. Yöneticilerim ve elemanlarım için her şeyi yaparım.

Allah’a şükür şimdi her şeyiniz var. Paranız, arabalarınız, evleriniz, helikopteriniz, hayvanat bahçeniz ve daha neler, neler... Peki, çocukluğunuz ve ilk gençliğinizde hasretini çektiğiniz, özlem duyduklarınız var mıydı?

Babam 1946 yılında Trabzon’dan İstanbul’a gelmiş ve başarılı olmuş bir iş adamı. Şu anda sağ ve Allah uzun ömür versin. Bu yüzden çocukluğum varlık içinde geçti. Kolejlerde okudum, lisedeyken bile altımda son model arabalar vardı. Kabataş Erkek Lisesi son sınıfa giderken -1975 yıllarına denk geliyor- babam kalp krizi geçirdi. Bu olayın ardından beni liseden aldı ve işin başına geçirdi. Bu yüzden liseyi bitiremedim. O zamanlar babam, inşaat işiyle ilgileniyordu. Aynı zamanda tüccarlık yapıyordu ve kablo fabrikaları vardı.  Beni işin başına getirdikten bir süre sonra sağlığı düzeldi – iyi ki düzelmiş- ve işin başına dönünce kuşak çatışması yaşamaya başladık. Ben işi büyütüyorum ancak o daha tutucu baktığı için işlerime karışıyor. Ben de 1977 senesinde babamı çağırdım ve karşılıklı konuştuk. ‘İşleri senden devir aldığımda durum buydu, şimdi üçe katlamışım’ dedim. Ardından hesapları devrettim. O zaman Mercedes marka arabaya biniyordum. Cebimdeki parayı ve arabanın anahtarını masanın üzerine koydum ve ayrıldım. Babamın yanından ayrıldığımda üzerimde sadece bir ceket vardı. Her şeyi sıfırladım. Ondan sonraki on beş gün cebimde simit yiyecek para yoktu. On beş gün boyunca aynı çorabı yıkayarak giydiğimi hatırlıyorum.



O zaman, Ali Ağaoğlu da yoksulluğu tattı diyebiliriz.


Buna yoksulluk demek doğru olmaz. Para yoktu evet ama ben zirveyi bıraktım. Bunu da Karadeniz inatçılığım yüzünden yaptım. Sıfırdan çıktım. O seviyeye inmek ayrı bir şeydi. Kendi şirketlerimi kurdum ve zirveye çıktım. Babamın işini devam ettirmedim.

Oğlunuz sizinle yaşıt değil mi? (Gülüyoruz) Peki ya o böyle bir şey yaparsa?

Yok, o 24 yaşında ben 22, o benden büyük (Gülüyor). Alican böyle bir şey yaparsa ona saygı duyarım. Okulu gelecek yıl ağustos ayında bitecek. Şu anda Londra’da, orada yapacağımız yatırımlarla ilgilensin istiyorum. Zaten çocuğun yüzmeyi öğrensin istiyorsan onu dereye atacaksın. Ben Alican’ı okyanusa atıyorum. Onun bu işin altından kalkacağına inanıyorum. Çünkü karakter olarak çok düzgün bir çocuk.
Londra’da bir ofis açtım. Ona kadro kurma konusunda yardımlarım olacak ama tek başına gitsin, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrensin istiyorum. Bitmeyen servet iş yapma kabiliyetidir. Çocuğuna istediğin kadar servet, mal ve mülk bırak, gider kumar oynar her şeyi bir anda bitirir. Ama iş yapma kabiliyeti verirsen, o servet hiç bitmez. Ben çocuklarıma bunu öğretiyorum. Kendi kararlarını kendisi versin ve uygulasın istiyorum. Alican’da ben o yeteneği görüyorum ve yanılacağımı düşünmüyorum.

Çocuklarınıza ne tür öğütler veriyorsunuz?

Çocuklarıma, yaptığınız bir hareketi babam duyduğu zaman kızar diye değil, üzülür diye düşünüp yapmaktan vazgeçin diyorum. Kızgınlık geçer ama üzüntü geçmez. Onlara ‘beni üzmeyin’ diyorum. Gerek kızım, gerek oğlum bu sorumluluktalar ve beni üzmüyorlar.

Gerçi sizin genç ve güzel bir sevgiliniz (Petek Ertüre) var ama Ali Ağaoğlu adı da pek çok kişiyi heyecanlandırabiliyor. Sizinle buluşmak isteyen, gönlünüze girmeyi arzu eden ünlü hanımlar oldu mu, var mı?

Bütün hayatım iştir. Onu çıkardığında geriye hiçbir şey kalmaz. Eşimden ayrılalı 12  sene oldu ve belki bu ayrılığın en önemli sebebi benim için işin önce gelmesiydi. O yüzden de ilişkiler konusunda çok başarılı değilim. Cumartesi, pazar günleri dahi şantiye geziyorum. Sevgilim bana ayak uyduruyor, kolay bir adam değilim ve o yüzden de ilişkilerimi çok sağlıklı yürütemiyorum. Öyle anlatıldığı gibi her dakika gezen tozan eğlenen bir adam değilim. İlişkilerimde istikrar isterim. Ama günde 15 - 16 saat çalışan bir adamı kadınlar da pek istemiyor tabii. O yüzden dönem dönem çatışmalar yaşıyoruz. Kadınlar espritüel ve yakışıklı bir adam olduğum için beni tercih ediyor olabilirler. Şöyle söyleyeyim kadınlar arasında aramayan yok (Gülüyor). O yüzden Allah eksikliğini göstermesin, müşterim çok (Gülüyor)!



İlişkilerinizde aradığınız kadının özellikleri neler oluyor?


Öncesinde de söylediğim gibi ilişkilerimde istikrardan yanayım. Daldan dala ilişkileri tercih etmiyorum. Kadında fiziki güzellik tabi ki olmalı ama sohbetinden de keyif almalıyım. Kadının kafası da dolu olmalı, güzellik tek başına yeterli değil. Ben ilişkilerimde rahatımdır, gizli bir şey yaşamam. Hayatımdaki kadını koluma takıp herkesin önüne çıkar, istediğim yere giderim. Gizli saklı yaşamam ve böyle yapanların da kadına saygısızlık yaptığını düşünüyorum. İş hayatında da şeffafım.

Petek Ertüre sizin için “İnsanların Ali’ye olan sevgisi, Brad Pitt sevgisi gibi” demiş... Peki, o sizi kıskanmaz mı?

Halk arasından biri olduğum için öyle demiş. Gerçekten de insanlar beni kendilerinden görür. Özellikle gençler arasında idol gibiyim. İnsanlar, aralarından biri olduğum için beni seviyor, bana ilgi gösteriyorlar. Arabayla giderken bana selam veriyorlar. Kocasının ya da sevgilisinin yanında olan kadın bana el sallayabiliyor. Başı açık olsun kapalı olsun fark etmiyor. Oysaki örf ve âdetimizde eşinin ya da sevgilisinin yanındaki bir kadının başka bir erkeğe el sallaması iyi karşılanmaz. İnsanlar beni kendilerinden gördükleri için bu kadar sıcak yaklaşıyorlar.

Siz Petek Hanım’ı kıskanıyor musunuz? Karadeniz erkeği biraz kıskançtır çünkü.

Elbette belirli bir kıskançlığım var. Ama Petek Hanım o konuda hassas davranır.
İlişkimiz zaman zaman inişli çıkışlı olabiliyor. Önce işim geldiği için sıkıntılar yaşayabiliyoruz.  Dönem dönem ciddi çatışmalarımız oluyor.

En son “Ömre Bedel” dizisinde oynadı Petek Hanım. Ama siz oynadığı rolü tasvip etmediniz, neden?

Benim o tür bir kısıtlamam olmadı. Kendi tercihi ile bıraktı. Yani direkt müdahalem olamaz. Ancak gerektiğinde yönlendirebilirim.



Oyunculuğunu destekliyor musunuz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Benim ona saygım var. Her zaman da saygı ve sevgi içinde yaşıyoruz. Onun kendi tercihidir, kararları konusunda saygı duyarım. Teklif gelirse de kendi tercihi doğrultusunda ilerler.

Birlikte oynasanız... Mesela sizin hayatınızı dizi yapsalar ve başrolü Petek Hanım’la paylaşsanız...

Hayatımın karşılığı iş olduğu için o tarz bir proje bize uymaz gibi geliyor.

Sizin bir de “Prensesiniz” var, kızınız Sena Ağaoğlu... Onun hobileri nelerdir, zevkleri, gelecekle ilgili planları?

Her babanın mutlaka bir kızı olmalı, çünkü babalık duygusu kız evlat ile çok daha farklı hissediliyor. Sena çok akıllı bir kız. Şu anda lise eğitimini tamamlıyor. Ben Sena’da çok farklı bir ışık görüyorum. Çocuklarımla arkadaş olmaya ve bu tarz bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Babam ilkokuldan beri beni işin içinde tuttu. Ben de çocuklarımı işin içine sokmaya çalışıyorum. Onları toplantıya götürüyorum, kulaklarında işle ilgili bir şeyler kalsın istiyorum. Bu anlamda da Sena çok iyi bir dinleyicidir. Dinlediklerini mukayese eder, sentez çıkarır. İyi bir dinleyici ve gözlemcidir. Zaten iyi bir dinleyici olmazsan öğrenmeye de kapalı olursun. Sena’nın ileride çok iyi bir iş kadını olacağına yürekten inanıyorum.



Holding bünyesinde iş imkanı bulacak mı?


Tabi ki bulacak, bu her babanın istediği bir şeydir. Kurumlar kolay kurulmuyor, bunlar kişiler için değil topluluk için kurulmuştur. Buradan ekmek yiyen on binlerce insan var. Dolayısıyla bunları da ileri götürecek olan çocuklardır. O yüzden onları işin içinde tutmaya çalışıyorum, ‘Gelin tanışın, işlerin nasıl gittiğini görün’ diyorum. Yarın öbür gün her şey onlara kalacak, işlere Fransız kalmalarını istemiyorum. İşleri benim bıraktığım noktadan daha ileriye taşısınlar istiyorum.

 Ve siz Karadenizlisiniz... Silah merakınız var mıdır?

İki tane aksesuarım vardır, biri saattir, diğeri de silah. Karadeniz insanı silaha düşkündür, benim de genlerimde var. Avı da severim ama vaktim olmadığı için gidemiyorum.

Memleketiniz Of’a en son ne zaman gittiniz?

Of’a 1974 ve 78 yıllarında gitmiştim. Vakit olmuyor. Orada Karadeniz mimarisinin hâkim olduğu çok güzel şık bir ev yaptırdım. Evi görme fırsatım olmamıştı, altı ay kadar önce gittim ve evimde kaldım. Ancak o hafta sonu tatili bana on milyon dolara mal oldu. Of’ta Anadolu Lisesi ve fakülte binası yapma sözü verdim. Elim her zaman orada. Ben kökünden kopan toplumların yaşam şansı olmadığını düşünüyorum. O yüzden önem veriyorum köklerime.
Uludağ’daki Ağaoğlu Otelleri de benim, çok sık gidemiyorum ama her sene akrabalarımı otelde toplar, üç dört gün ağırlar ve onlarla sohbet ederim. Kalabalık bir aile olduğumuz için tanışmayanları tanıştırırım, kavgalıları barıştırır, durumu iyi olmayanların çocuklarına burs veririm. Hepsini buluşturmaya çalışıyorum.



Siyasete girmeyi düşündünüz mü hiç?


Siyasete girmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Yemek kulübüne bile üyeliğim yok. Teklifler geldi ama hiçbir zaman o tür bir isteğim olmadı. Ne bugün, ne yarın, ne gelecekte böyle bir şey düşünmüyorum. Beynimdeki hiçbir hücreden böyle bir düşünce geçmedi. Tanıdığım bakanlar var ama ben Ankara’ya bile gitmem. Ancak çok özel dostum ya da büyüklerim olursa gider ve dönerim. Biliyorsun, Of ne Trabzon’a ne de Ankara’ya bağlı değildir. Of, doğrudan Allah’a bağlıdır (Gülüyor). Başbakanı, bakanları, milletvekillerini tanırım ama daha iş hayatımda birinin kapısını da işle ilgili olarak çalmışlığım yoktur.

Başbakanımızın icraatlarını nasıl buluyorsunuz?

Türkiye, daha öncede bahsettiğim gibi ekonomisi genç ve dinamik bir ülke.  Özellikle gelişmekte olan ülkeler için siyasi istikrar çok önemli, şu anda da Türkiye’de güçlü bir iktidar ve Başbakan var. Eleştirilecek yönleri mutlaka vardır ama çok başarılı bulduğum yönleri de var. Siyasi istikrar çok önemli ve bu hükümet de bunu çok iyi götürüyor.

Malum, beklenen deprem tehlikesi yüzünden İstanbul’da yaşayanların yüreği hep ağzında. İstanbul’daki binaların durumu nedir, siz inşaatın uzmanı olarak bu konuda neler söylemek istersiniz?

Türkiye’deki konut yapı stokunu en iyi bilen insanlardan birisiyim. Ben bu işin mutfağından geliyorum. Benim neredeyse ilkokul dönemim dahi inşaatlarda geçti ve babam beni işin içinde tuttu. Şu andaki mevcut yapı stokumuzun yüzde yetmişi ne yazık ki iyi durumda değil. İnşaatta kullanılan tuğlalar bile kalite olarak istenilen seviyede değil. İstanbul, deprem yönünden dayanıksız ve nitelik yönünden de vasıfsız binalardan oluşuyor. Eskiden verilen ev ilanlarında hidroforlu lüks daireler denilirdi. Hidroforun lüksten sayıldığı bir dönemden şimdiye geldik. Bugün Reina’nın olduğu yer 70’li 80’li yıllarda kum deposuydu. Tekneler denizden aldıkları kumu oraya boşaltır, yüzde yirmisi otuzu midye kabuğu olan kumlar da inşaatlarda kullanılırdı. O zamanlar Karabük Demir Çelik Fabrikası’ndan karneyle demir alınır ve altı ay sıra beklenirdi. Dolayısıyla kaliteli demir yoktu ve merdiven altı imalathanelerde üretilen kalitesiz demirler kullanılırdı. Teknoloji hiç yoktu, kürekle karılan harçtan beton yapılırdı. Bazen, ‘Senin gibi bir insan bunu nasıl söylüyor, sen de yapmadın mı?’ diyorlar.  Evet, ben de yaptım. O zamanlar babamla beraberdim ve biz de yaptık.  Kürekle karıştırılan beton, kum kötü, demir kötü, malzeme, işçilik kötü ama o dönemlerde bu memlekette yağ bile karne ile satılıyordu. Bunu da unutmamak lazım. Malzeme buydu ve bunların hepsi yasaldı.

Beklenen İstanbul depremiyle ilgili siz nasıl bir çözüm önerirsiniz?

Bilim adamları İstanbul’da yakın zamanda bir deprem beklediklerini söylüyor. İnşallah hiç olmaz ama bizim inşaat konusunda teşhisi koyup tedaviyi iyi yapmamız gerekiyor. Binalarımız deprem yönünden çok kalitesiz ve güvensiz görünüyor. Devlet bile İstanbul’un deprem tehlikesi altında olduğunu 1998 yılında çıkardığı bir yönetmelikle kabul etti. Ondan önceki statik hesaplar ile sonraki hesaplar farklı. Yapacağımız şey, deprem yıkmadan kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında sorun yaratacak yüzde yetmiş oranındaki binayı yıkıp yenilerini yapmak. İstanbul, dünyanın en büyük ve modern şehri olabilecek potansiyele sahip. Napolyon bunu yüzlerce yıl önce söylemiş ama biz İstanbul’u gecekondu başşehri yapmışız. Son senelerde Kadir Topbaş’ın ciddi çalışmaları var. Takip ediyor ve destekliyorum. Üzerimize düşeni de sonuna kadar yapmaya kararlıyız. Allah korusun böyle bir deprem olursa İstanbul’daki ölü sayısını düşünmek istemiyorum. Ordu bile pek çok yere giremez. Yani ölen şanslı diyecek kadar da bu işi bilen birisiyim. Ölüm şans olur mu diyeceksiniz ama 1999 yılında İstanbul’un herhangi bir mahallesi kadar bir yer olan Gölcük’te deprem oldu ve devlet ne kadar çaresiz kaldı, hepimiz gördük ve yaşadık.  Böyle bir deprem İstanbul’da yaşanırsa, dünyanın bile bir şey yapabileceğini zannetmiyorum. Allah korusun diyelim…

Bu binalar ağırlıklı olarak hangileri, gecekondular mı, devlet binaları mı, iş yerleri mi?

Kalitesiz dediğimizde sadece gecekondular akla gelmesin. Bugün Bağdat Caddesi’nde 70’li 80’li yıllarda yapılan binalar kötü durumda. Etiler’de, Florya’da, Yeşilköy’de de bu durumda binalar var. Kalitesizlik, gecekondu olmasından değil, kullanılan malzemeden, işçilikten ve mühendislik hesaplarından kaynaklanıyor. Ben konut inşaatı işini bilen üç kişiden biriyim. Mevcudu ve ne yapılması gerektiğini biliyorum. Bu konuda yapılan ciddi çalışmalar var ve elimden gelen katkıyı da yapıyorum.

Sonunda kış geldi ve Uludağ sezonu açtı... Kış programında Uludağ olunca, sizin için daha mı zor oluyor, yoksa bundan keyif mi alıyorsunuz?

Uludağ maalesef sorunları devam eden bir yer. Orada da zamanında doğru yatırımlar ve planlar yapılmadığından, tesisler 1970’teki planlarla idame ettirilmeye çalışılıyor.

Peki, o imar planında bir iyileştirme olmayacak mı?

Horozu çok olan köyün sabahı geç olur. Uludağ’a karışmayan bakanlık yok gibi bir şey. Orman, spor, turizm bakanlıkları karışıyor. Dolayısıyla sabahı da olmuyor bir türlü. Maalesef o konuda somut bir gelişme yok, oradaki sorunlar sürüyor. Oradaki mekanik tesislerle ilgili Uludağ’daki işletmeler olarak bir ayıbımız vardı. Her birinden faydalanabilmek için ayrı kart alınması gerekiyordu. Şimdi tesisler birleşecek ve tek bir kartla konuklarımız tüm tesislerden yararlanabilecekler. Bu sene onu başardık. Uludağ’da tek bir bilet alıp sabah dokuzdan akşam beşe kadar kayak yapabileceksin.

Bundan sonraki hedeflerinizde medya patronluğu olabilir mi?

Ekmeği ekmekçiye vereceksin, bir ekmek de üzerine vereceksin. Herkes işini yapacak. Benim hırsım vardır ancak hiçbir zaman aklın önüne geçmez. Şu anda üç dalda faaliyet gösteriyorum. İnşaat yine bizim amiral gemimiz olacak, enerji ve turizmde de yatırımlarımız var.  Şu anda bunların dışında bir iş yapmayı düşünmüyorum.

Ali Bey, sizinle Medyaradar okurları için yaptığım bu sohbette ilk kez karşı karşıya geldim. Şunu söyleyebilirim, samimi, açık sözlü ve yardımsever bir insansınız. Yardımlarınızı açıklamasanız da Milli Eğitim Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve İstanbul Emniyet Müdürü size verdikleri plaketler üzerinde teşekkürlerini sunmuşlar. Dilerim ‘nohut oda bakla sofa’ düşleri kuran nice vatandaşımız sayenizde güzel evlere kavuşur ve yine dilerim beklenen İstanbul depremine karşı alınacak önlemler konusunda yetkililer sizin de fikirlerinizi almayı ihmal etmezler… Size ve herkese mutlu yıllar dilerim...

RÖPORTAJ: YÜKSEL ŞENGÜL