CineRadar
28 Ara 2012 10:43 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:33

OKYANUSTA BİR SANDAL, SANDALDA BİR KAPLAN!

Yılın son haftası birbirinden iyi filmlerle şenleniyor. Murat Tolga Şen'in hazırladığı Cineradar'da haftanın tüm filmlerine göz atmadan sinemaya gitmeyin!

Yeni yıla girmeden önce vizyon hareketli… 7 yeni film gösterimde ve bunlardan birkaçını mutlaka görmeniz gerekiyor. Cineradar’ın yapısında geçen haftadan bu yana bazı küçük değişikliklere gittim. Buna uygun olarak, bu haftanın en önemli üç filmini öne çıkarıp diğerleri hakkında da kısa bilgiler geçeceğim.

Bir de üzücü not düşmek istiyorum: Uzun yıllardan sonra 2012’de, 12.si yapılan İzmir Uluslararası Film Festivali’nin bu yıl yapılmayacağını öğrendim. İzmir gibi büyük ve güzel bir şehre festivalsizlik yakışmıyor. Ülkemizde dağıtımcılar tekelleşirken sinemayı yaymanın ve büyük bütçeli Hollywood yapımları dışında iyi filmler görebilmenin en iyi yoludur festivaller. Nisan ayında yapılan festival sırasında İzmir’deydim ve inanılmaz bir ilgi gözlemledim. İzmir zengin bir şehir… Bakanlık desteğine muhtaç olmadan da iyi bir film festivali çıkarabilecek potansiyele sahip. Umarım kısa zamanda her yıl yapılan bir festivale kavuşur.  



Pİ’NİN YAŞAMI: OKYANUSTA BİR SANDAL, SANDALDA BİR KAPLAN!

Hindistan’dan Kanada’ya giden bir yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batar. Bir cankurtaran filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu’nun ortasında yapayalnız kalır. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi’nin hayvanat bahçesi işleten ve hayvanlarıyla göç yoluna koyulan ailesi, batan gemide yaşamını kaybetmiştir. Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine kurban gitmez. Ama şimdi Bengal Kaplanı ile teknede baş başa kalmıştır.

Oscarlı sinemacı Ang Lee’nin yönetmenliğinde sıra dışı bir öykü sunan filmin kadrosu ise oldukça renkli... Filmde Pi’yi daha önce oyunculuk deneyimi bulunmayan Suraj Sharma canlandırıyor.

Bu yıl en çok beklediğim filmlerden biriydi Pi’nin Yaşamı… Büyük beklenti, büyük hayalkırıklığı yaratır derler ancak bu defa öyle olmadı. Başından sonuna izlemesi çok keyifli bir film ve Cüceler adına üzülerek söylemeliyim ki Hobbit: Beklenmedik Yolculuk’un bile başaramadığı ölçüde bir görsel keyif...

Aslında okyanusun ortasındaki Hintli bir çocukla vahşi bir Bengal kaplanının hikayesi ne kadar ilginç olabilir ki? İşte tam da burada Ang Lee’nin yönetmenliği devreye giriyor. Lee, görüntüyle şiir yazabilen yönetmenlerden... Şimdiye kadar ki tüm işlerinin de ötesinde bir çabayla Pi’nin Yaşamı’nı birden fazla kez izlenmesi gereken bir görsel şölene dönüştürüyor. Sinemada izlemeniz şart olan filmlerden…



TUTKUNUN VE AŞKIN KADINI; ANNA KARENİNA

1874 yılında genç ve güzel Anna Karenin yaptığı evlilikle St. Petersburg’un yüksek sosyetesi içerisinde çok iyi bir konuma sahiptir. Kocası Karenin Rus siyasetinin de önemli isimlerindendir. Bir gün erkek kardeşi Oblonsky’den eşi Dolly ile arasını düzeltmesini isteyen ve onu Moskova’ya çağran bir mektup alır. Bu yolculuk esnasında tanıştığı Kontes Vronsky’nin garda kendilerini karşılayan oğlu, genç subay Vronsky ile aralarında bir kıvılcım çakar. Moskova’da karışık aşk üçgenleri arasında düzenlenen büyük bir dans balosunda herkesin bakışları Vronsky ve Anna’nın üzerinde toplanır.

Anna, karşı koyamadığı bir aşka doğru sürüklenirken, Vronsky’den kaçıp St. Petersburg’a ve aile yaşantısına dönmesi, ne hakkında çıkan dedikoduları engelleyebilir ne de yüreğinde duyduğu aşkı. Bu arada eşi Karenin, Anna’yı uyarır; halkın gözünde bir skandala yol açmıştır. Ama aşkın seçen kadına karşı Rus halkının iki yüzlülüğü de bu şekilde ortaya çıkacaktır...

Yönetmenliğini Joe Wright’ın üstlendiği filmi Tolstoy’un ölümsüz romanından bu kez uyarlayan isimse Oscar ödüllü Tom Stoppard. Yönetmen Wright Kefaret ve Aşk ve Gurur’dan sonra bu filmde de yeniden Keira Knightley’i başrole taşıyor. Güzel yıldıza filmde Jude Law ve Aaron Johnson eşlik ediyor.

Joe Wright’ın harika bir yorumla yeniden sinemalaştırdığı ünlü Tolstoy romanını artık bilmeyen yoktur. Neredeyse tüm Yeşilçam melodramlarını besleyen bir öyküleme anlayışı içerir Anna Karenina…  Aşk tutkuyla yaşanır ancak her şeyin faturası kadına çıkar ve sadece o bedel öder. Romanın ahlakçı anlayışı elbette bu uyarlamada da mevcut ancak tartışmamız nafile… Harika planlar, muhteşem kostümler ve sıradışı bir sahneleme tekniğiyle çekilmiş nefis bir film Anna Karenina… Başından sonuna Anna’nın aşkının tutkusunu hissettiren bir dinamizme sahip. Filmin anlatımının karakterlerin ruh hali ile ivmelendiğini de yazmak gerekir. Anna’nın duygusallıktan arınmış kocası ekranda göründüğü anda yavaşlayan hikaye, Anna ve Vronsky’nin aşkına şahit olduğumuz sekanslarda delice bir tempoya kavuşuyor.

Abartılı oyunculuğundan pek hazzetmediğim Keira Knightley’i bile çok başarılı bulduğum bu dönem filmi, haftanın görülmeye değer yapımlarından biri… Kaçırmayın!



AŞK… ÖLENE KADAR!

80’lerinde emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Georges ve Anne’ın ,kendileri gibi müsizyen olan fakat uzakta yaşayan bir kızları vardır. Bir gün Anne bir kriz geçirir ve felç olur. Çift kadının felç geçirmesinin ardından bu durumla başa çıkmaya çalışmaktadır. Şimdi onca yıla yayılmış olan evlilikleri yeniden bağlılık testinden geçmektedir. Usta yönetmen Michael Haneke’nin son filmi olan yapım 2012 Cannes Film Festivali’nden büyük ödülle dönmüştü.

Haneke yaşayan en büyük yönetmenlerden biri… Bu kadar dar alanda kısa paslaşan bir öyküde bile ustalığını konuşturuyor ve inanılmaz bir seyir zevkine yol açıyor. Filmin dingin anlatımı festival seyircisine yönelik bir film olduğu izlenimini doğursa da Aşk/Amour izleyen herkesi büyüleyebileyecek bir film. Aslında film izlemekten daha ötesi… Kocaman bir yaşamın tüm deneyimlerine ortak olmak gibi… Film oldukça şaşırtıcı ve unutulmaz bir finale giderken hikayenin içine öylesine girmiş oluyorsunuz ki, anlamaktan başka çareniz kalmıyor. Bittikten sonra da kafanızın ve kalbinizin içinde oynamaya devam edecek bir film izlemek istiyorsanız mutlaka gidin.



RUHLARDAN HABER VAR: MEDYUM

Gerilim severler için haftanın iki filminden biri; Medyum… Başrollerini Robert De Niro, Elizabeth Olsen ve Sigourney Weaver’ın paylaştığı yapımın yönetmenliğini ve senaristliğini ise üçüncü uzun metrajlı işine imza atan İspanyol yönetmen Rodrigo Cortés üstleniyor.

Üniversitenin psikoloji bölümünde öğretim üyesi olan Margaret Matheson ve asistanı Tom Buckley, ruh çağırma, psişik güçler, telepati vb. metafizik olarak tanımlanan olayları ülke çapında araştırarak, sahte medyumların ipliğini pazara çıkartmaktadırlar. İnsanları çeşitli, kurnaz yöntemlerle kandıran şarlatanlar çok büyük paralar kazanmakta, dahası ciddi hastalıkları olan insanları tıbbi yöntemler yerine bu sahte güçleriyle tedavi ettiklerine inandırmaktadırlar.

Fakat ünlü medyum Simon Silver 30 yıl sonra yeniden gündeme gelip, gösterilere çıkmaya başlayınca Tom, Margaret’ın tüm ısrarlarına rağmen Silver’ın da peşine düşmek, bir yalancı olduğunu ispat etmek ister. Ve bu sefer büyük oynayacaktır...



HEPİMİZ KOBAYIZ! htr2b: DÖNÜŞÜM

Haftanın diğer gerilimi ise yerli bir yapım ancak çok talihsiz bir isimlendirme ile gösterime girdi. Film isminin ne önemi var demeyin, gişeye direk etki eder…

Bir ana haber bülteni haberiyle çıkış noktasını oluşturan film, büyük ilaç firmalarının, yeni ürettikleri ilaçları piyasaya sürmeden önce, üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan ve bu ilaçlar piyasaya sürülmeden önce firmalar tarafından kobay olarak kullanılan insanların hikayesini konu alıyor. Yönetmen Osman Evre Tolga’nın bir gazete haberinden yola çıkarak kurguladığı filmin kadrosunda ise Serkan Altunorak, Veda Yurtsever İpek, Ahmet Somers, Damla Özen, Teoman Kumbaracıoğlu, Canan Maktal, Tuğrul Tülek gibi isimler yer alıyor.

Haziran ayının sakin ve güzel akşamında, aile yemeğine hazırlanan huzurlu insanlar... Fakat evlerinin bulunduğu ormanı kimlerle paylaştıklarından habersizler. Ormanın derinliklerinde saklı ve yasa dışı bir klinikten kaçmış deney kobayları kol geziyor. Zira onların doğaları değiştirilmiş ve acıma, merhamet gibi duyguları yok. Aile birbirlerini koruma içgüdüsüyle korku içinde hayatta kalmaya çalışırken kimin daha vahşi olacağını ise kimse bilemez...



DÜNYANIN SONUNA BİR PROVA: KIYAMET GÜNÜ!

Özellikle görsel başarımıyla dikkat çeken Kıyamet Günü, felaket filmlerinden hoşlanan seyirciler için ilaç niyetine bir film. Yüksek dozda duygusallık ve ailenin yüceltilmesi gibi kimsenin dayanamayacağı mesajlarla dolu…

26 Aralık 2004’te yaşanan tsunami felaketini kurtulmayı başaran bir ailenin gerçek hikayesi üzerinden anlatan filmin başrollerinde Naomi Watts ve Ewan McGregor’u seyrederken filmin yönetmenliğini ise The Orphanage filmiyle tanıdığımız J.A. Bayona üstleniyor.

Maria ve Henry 3 çocuklarıyla birlikte kış tatillerini geçirmek için Tayland’a giderler. Bu tropik cennete birkaç gün keyifli vakit geçirmek isteyen aile, 25 Aralık gecesi düzenlenen Christmas partisine gider ve bolca eğlenirler. Ertesi sabah havuz keyfi yaptıkları sırada korkunç bir gürültüyle ortalık sarsılmaya başlar. Maria ve Henry korku içinde dona kaldıklarında, otelin duvarları üzerinden dev dalgalar da üzerlerine doğru hızla gelmektedir!



BAZI ÖĞRETMENLER ÇOK SEVİLİR: CANIM ÖĞRETMENİM

Montreal’de Cezayirli bir göçmen olan Bachir Lazhar, çok sevilen ve sınıfta gerçekleştirdiği intihar sonucu ölen bir ilkokul öğretmeninin yerine geçmek üzere çarçabuk işe alınmıştır. Yavaş yavaş , okulu ve öğrencilerini tanımaya başlar ve onları tanıdıkça onlara bağlanır. İlk günden ortaya çıkan aralarındaki kültürel boşluk bile bir yerden sonra göze batmaz hale gelir. Sınıf yavaş bir iyileşme süreci geçirirken kimse Bachir’in acılı geçmişinden hiç kimse şüphe etmemektedir. Fakat bu geçmiş öylesine rahatsız edicidir ki eğer öğrenilirse sonuçları Bachir’in ülkeden atılmasına kadar gidebilir.

Az kopyayla gösterime giren keyifli bir film… Yüksek bütçeli Hollywood yapımlarından hoşlanmayanlar için haftanın en iyi seçeneği bile denebilir.

Yönetmen Philippe Falardeau, baş rollerde ise Mohamed Fellag, Sophie Nélisse ve Émilien Néron var.

Twitter.com/murattolga