Röportaj
22 Şub 2010 00:17 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 10:44

"ÖDÜLLERİ YAPTIĞIMIZ HABERLER KAZANDI, KÖTÜ TÜRKÇEM VE GAFLARIM DEĞİL!.." BİRAND'DAN DÜNDAR'A CEVAP VAR!..

RTGD tarafından "Yılın Ana Haber Bülteni" ödülüne layık görülen Kanal D Haber'in genel yayın yönetmeni Mehmet Ali Birand Vatan'a konuştu.

TV haberciliğinde en önemli iki 'Medya Oscar'ını birden kazanan Mehmet Ali Birand, tam Oscar törenlerine yakışır gibi ironik ve mütevazı konuşuyor; "Her iki ödülü de ekip olarak hazırladığımız haberler kazandı. Yoksa gaflarım ve kötü Türkçem değil!" Onun bu kadar çok sevilip, izlenmesinin sırrı da bu değil mi?

Şubat'ın 16'sında gazeteciler için önemli bir ödül töreni yapıldı. Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği tarafından verilen '2009 Medya Oscarları' sahiplerini buldu. Televizyon haberciliğinde iki kez sahneye çağrılan bir isim vardı; Mehmet Ali Birand... Hem de iki ödül için birden... 'Yılın Haber Kanalı' CNN Türk seçildi, ki genel yayın yönetmenliğini Birand yapıyor... 'Yılın Ana Haber Bülteni'nde ödüle layık görülen ise, bu yıl da Kanal D Haber oldu, ki onun da genel yayın yönetmeni Birand, üstelik bizzat haberleri sunan da o...

Birand'ın, ödülünü almak için sahneye çıktığında yaptığı konuşma ise, ayrı bir Oscar'ı hak eder cinstendi; "Her iki ödülü de ekip olarak hazırladığımız güvenilir ve tarafsız haberler kazandı. Yoksa gaflarım ve kötü Türkçem değil" dedi. Bununla da yetinmedi, ekibinden kim varsa çağırdı sahneye; "Berhan, Süleyman, Haluk gelin" diye... Ardından salonda bulunmayan İstanbul ekibinin isimlerini de tek tek saydı.

68 yaşındaki Birand, tam 46 yıldır medyada... Bugüne kadar en çok ödül alan habercilerin başında geliyor ve her zaman ödül alırken, 'Ben' değil, 'Biz' diyor. Başarısının sırrı ise, tabii ki öncelikle 46 yıllık deneyiminde, güvenilirliğinde ve samimiyetinde... İşte bu yüzden kendi deyimiyle kötü Türkçesi de, gafları da seviliyor!

60 özel haber

Bu başarının görünen kısmı, arkasında ise çok zorlu bir çalışma yatıyor. Kolay değil, bir yıl içinde Kanal D Haber'de yaptıkları 60 özel haberin her biri gündem belirlemiş. Sadece birkaçını sayalım; Yargıtay'ın dinlendiğine ilişkin ilk belgeyi yayınlayan onlar... 7 askerin şehit düştüğü Tokat saldırısından iki gün önce, PKK'nın Tunceli grubunun örgütten bağımsız eylem yapacağını ilk duyuran onlar... Sarah Ferguson'un Çocuk Esirgeme Kurumu'nda çektiği görüntüleri ilk yayınlayanlar da onlar... Bu arada pek çok gülümseten haber de onlardan çıkmış. Mesela ağda yaptırırken kulağı yanan AKP Çorum milletvekili Cahit Dağcı'nın Meclis berberiyle karakolluk olması gibi...

Mehmet Ali Birand'ın bir özelliği daha var, haber bültenlerine renk katmak. Bir yıl önce, CNN Türk'ün genel yayın yönetmeni olduğunda, "Biraz kanalın kravatını gevşetmek, gömleğini biraz açıp, hafif bıçkınlaştırmak istiyorum. Daha atak, daha sokaktan ve biraz daha gerilla bir kanal yaratmak istiyorum" açıklamasının ardından getirdiği dinamizm söz gelimi... İşte CNN Türk'ün en iyi haber kanalı seçilmesinin altında yatan da bu...

Birand'ın yoğun temposu arasında yarım saati bulmayan, o da devre aralı bir söyleşi yaptım. O ise Kanal D Ana Haber bültenindeki gibi konuştu, özlü, etkili, doyurucu, bir o kadar da samimi!

Gazeteciliği Abdi İpekçi'den öğrendim

* Gazeteciliğe ne zaman başladınız?

1964'te... Ama habere ilgim Galatasaray'da okurken başladı. Abdi Abi, o zaman en büyük idolümüzdü. Galatasaraylı'ydı, çok iyi gazeteciydi. Galatasaray Lisesi'nin dergisi vardı. Abdi Abi ile ilk orada, 10'uncu sınıfta tanıştım.

* Onun dışında sizi iten ne olmuştu bu mesleğe?

O zamanlar şu çok hoşuma gidiyordu, insanlara bilmedikleri bir şeyi ilk anlatabilmek. Haberi anlayıp, tam hissini, nüansını verebilmek. Beni gazeteciliğe iten en çok bu oldu.

* Ailenizde gazeteci var mıydı?

Yoktu. Zaten babamı tanımadım bile. Maliye Bakanlığı'nda memurmuş. Zavallı ben küçücükken kalp sektesinden ölmüş. Bu istek ilk nasıl geldi bilmiyorum. Ama hep vardı. Onun için Galatasaray Lisesi'ne girdiğim andan itibaren bunun üzerine gittim. Ben hayatta en çok farklı olabilmeyi istedim, farklı olabilmeyi de habercilikte buldum.

* Abdi İpekçi ile ilk nasıl tanıştınız?

O Milliyet'in başındaydı, Galatasaray'ın dergisini çıkarırken her ay ilan almak için, yazı istemek için, röportaj yapmak için Abdi Abi'ye giderdik. Öyle başladı tanışıklığımız. Benim hocam Abdi İpekçi'dir. Ne öğrediysem ondan öğrendim. Bunlardan ilki de şudur; haberini yazdığın her iki tarafın görüşünü de aynı ciddiyetle ve aynı boyutta vereceksin. Birini şu kadar verip, diğerini bir cümle değil. İkisine de aynı değeri vereceksin. O zaman objektif gazetecilik yaparsın.

Ben hep muhabir olarak kaldım

* Siz bunca yıldır gazetecilik heyecanınızı hiç kaybetmediniz galiba...

Hayır. Heyecanımı kaybettiğim zaman zaten o iş biter. Ben hep muhabirdim. Hep muhabir kalmak istedim. Çünkü muhabirlik zordur, yöneticilik kolaydır. Yönetici çok kolay bulursunuz, iyi muhabir bulamazsınız. Türkiye'de iyi muhabir çok azdır. Şimdi yönetici olduğum için biliyorum. Ah diyorum, keşke şöyle pırıl pırıl birileri önümden geçse de, hemen onları alıp sırtımda taşısam. Onun için yöneticilikten hoşlanmam.

* Peki bunca yıllık başarının sırrı ne? Biri muhabirlik...

Olduğun gibi olmak.

* Hatalarla, gaflarla?

Evet. Ama orada hep şunu karıştırıyor insanlar, ben TRT sunucusu değilim, haberleri anlatan biriyim. İkisi çok farklı.

* Ama bu gafları da getiren samimiyet galiba...

Onun mutlaka katkısı vardır tabii...

* Peki en büyük gafınız? Sizin de çok güldüğünüz?

O kadar çok var ki! Yanlış okuduğum çok sözcük var, yanlış söylediğim çok isim var. Ama hiçbir zaman böyle büyük bir gafım olmadı. Küçük küçük oldu, onlar da beni hiç rahatsız etmiyor. Düzeltiyorum çünkü. Hemen arkasından, 'Hay Allah, Hatice demiştim, ama adı Fatma'ymış' diyorum, bitiyor. Fazla da ciddiye almamak gerekiyor bunları.

* İlk haberinizi hatırlıyor musunuz?

Okul bitti, Londra'ya gidiyorum, dil öğreneceğim. Giderken Abdi Abi'ye uğradım, "Bir isteğiniz var mı?" diye... Abdi Abi dedi ki, "Ya, orada Halit Kıvanç diye genç bir muhabir var, o dönüyor, kimsemiz kalmadı orada, postayla bize haber gönder." Hiç unutmam, trenle gidiyorum, Roma'da kaldım bir gün, bütün gazetelerin manşetlerinde, yeni papa açıklanmış, o var. Ben de o haberi postayla Milliyet'e bildirmiştim. 10 gün sonra gazeteye girmişti. Tabii benim haber ellerine gittiğinde çoktan Papa görevine başlamıştı.

Saddam Hüseyin'i iki yılda ikna edebildim

* En atlatma haberiniz hangisi peki?

Çok var. Ama biri var ki hiç unutmam. Gazeteciliğe yeni başladığımda, 1967 Kıbrıs krizinde Makarios'un yapılan plana 'Hayır' demesi... Atina'dayım, savaşa girildi girilecek, Amerika anlaşma için bir arabulucu göndermiş, bütün dünya ajansları 'Anlaşma oldu' diye geçti haberi. Halbuki anlaşmayı son dakikada Makarios veto etti. Bunu da bilen tek gazeteci bendim.

* Nasıl öğrendiniz?

Oradaki Türk büyükelçisi çok sevdiğim bir insandı, o bana fısıldadı. O gece haberi verdim, çok zor koydular. Ertesi sabah gazeteye telefon ettiğimde 'Ne oldu?' diye, 'Sen yavaş yavaş bavulunu hazırla. Çünkü hiçbir yerden doğrulanmıyor, herhalde kovulacaksın' dediler. Ama üç saat sonra bütün ajanslar geçmeye başladı.

* Peki hiç tersi olduğu oldu mu?

Garantiye almadan hiçbir haberi yazmadım. Bu yüzden haber kaçırdığım çok oldu, ama benim için en önemlisi güvenilirliktir. "Bu gazetecinin yazdığı haber doğrudur" denmesidir.

* Söyleşiye en zor ikna ettiğiniz kim oldu?

Saddam Hüseyin.

* Ne yaptınız da ikna ettiniz peki?

Sonunda adam Türkiye'ye mesaj verme ihtiyacını hissetti, en fazla kapısını çalmış olan beni buldu ve en fazla güvenilecek isim olarak beni seçti. Yoksa bu söyleşiyi istediğine verebilirdi.

* Ne kadar sürdü ikna etmeniz?

2 sene kadar. Altı ayda bir kapısını çaldım, her gittiğimde haber gönderdim. Ama büyük söyleşiler böyledir. Öyle bir telefon açıp istemekle olmaz...

En zoru CNN Türk'ü kâra geçirmek...

* Bir yıl önce CNN Türk'ün başına geçtiğinizde, "2010'un Haziran ayında anahtarı bana emanet edenlere geri vereceğim ve memnunsanız devam edelim diyeceğim" demiştiniz...

Evet. Haziran'a kadar bu kanalı zarar etmeyen ve tıkır tıkır işleyen bir kanal haline sokacağım. Ondan sonra artık benim işlevim bitiyor. Kimi istiyorlarsa kanalın başına getirebilirler. Çünkü bu ilanihaye yapacağım bir iş değil. Benim kendi işim var, Kanal D Haber var. Yani ben buraya yapışacağım, gitmeyeceğim diye bir düşüncem yok.

* Bir de, "Biraz kanalın kravatını gevşetmek istiyorum" demiştiniz. Gevşetebildiniz mi?

İşte bugün onu yaptık. "Yargıda deprem" bunun bir örneği... Bütün her şey yıkıldı. Sabahtan akşama kadar bir konuya odaklandık. Büyük günlerde CNN Türk'ün nasıl daha dikkatle izlendiği bugün bir kez daha çıktı ortaya... Ben o dediklerimin hepsini yaptım. Programlara bakarsan, mümkün olduğu kadar gençleri içine alan bir haber temposu geldi. Yani yaptığım işlerle, verdiğim sözlerin büyük bölümünü yerine getirdim. Ama hâlâ CNN Türk'ü sıfır maliyete getiremedim. En zoru bu. Yani CNN Türk'ü zarar etmeyen bir kanal haline getirebilmek. Onu da bu sene yapacağım inşallah.

İyi ki Saba Tümer'i getirmişim!

* CNN Türk'e iyi ki almışım dediğiniz bir isim var mı?

Gayet tabii Saba Tümer... Ama bütün mesele ekipte, Yavuz Oğhan'ın gelmesi, Rıdvan Akar'la beraber... Bugün CNN Türk kalite açısından en önemli dönemine girdi. O bakımdan çok büyük keyif benim için. Ama daha yapılacak, düzeltilecek işler bitmedi. Bu bir süreç. Eylül'e kadar yeniden bir düzenleme yapılacak. Eylül'den sonra yeni bir süreç başlayacak. Yeni programlarla, yeni yüzlerle çıkacağız ortaya.

* Sizce bu ödüller neden size verildi?

Kanal D'de almamın nedeni, yıl içinde tam 60 özel haber yaptık. Burada ideoloji yok, taraf tutma yok, renk var, yorum var, atlatma var. İnsanların istedikleri de bunlar. Bundan dolayı Kanal D Ana Haber'i tercih ediyorlar. CNN Türk'te ise bir haber kanalının getirdiği güven var, adıyla, her şeyiyle, o bakımdan bu ödülü aldık.

AĞCA'DAN NE ÖĞRENDİM? SOĞUK DUŞ ALMAYI!..

* Medya Mahallesi'nde anlattınız ama yine de sormak istiyorum. Hiç kimseyle konuşmayan Ağca'yla nasıl oldu da üç kez röportaj yapabildiniz? Para mı verdiniz?

Abdi Abi'nin katiline hayatta para vermedim, vermem. Hiçbir şey teklif etmedim. Şimdi geriye dönüp bakıyorum niye benimle konuşmuş diye? Çünkü o dönemde yasaktı konuşması. Ama benden başkası da herhalde İtalyanlara gidip başvuruda bulunmamış. Orada önce Adalet Bakanlığı'na başvuruyorsun. Sonra hapishaneye başvuruyorsun. Ama onlar 'Evet' dese bile, en sonunda Ağca'ya, 'Gel bakalım Türk televizyoncusu Mehmet Ali seninle konuşacak' demiyorlar. Ona soruyorlar. Nitekim bir keresinde, "Ben çok konuştum Mehmet Ali'ye, olmaz" dedi. Son dakikada vazgeçti. Ama asla para vermedim. Çünkü o benim en kıymetli insanımı öldürdü. Papa'ya yaptığı dünyada konuşuluyor ama bence çok daha önemli olan Abdi Abi'ye yaptığıydı.

* Peki o söyleşide ne hissetiniz?

Boğazına sarılabilirdim. Ama doğrusunu söyleyeyim, hiçbir şey hissetmedim. İş olarak gördüm. Ona hislerimle değil, 'Abdi İpekçi'yi niye vurdu?', onu öğrenmek için soru sordum. Yani gazetecilik merakım daha ağır bastı.

* Ama boğazına sarılayım diye gittiniz?

Evet.

* Bir de terleme meselesi vardı...

Evet. Röportaj sırasında ben kan ter içindeydim, nasıl sıcak... Kameraların ışıklarını koy bunun içine... Felaket, şırıl şırıl terliyorum. Adam mıh gibi karşımda. Tek ter damlası yok. Arada dedim ki, "Bana söylesene nasıl oluyor bu? Ben şırıl şırıl terliyorum, sende bir şey yok!" Güldü. "Ben bunun yöntemini öğrendim" dedi, "Söyleşiye çıkmadan önce yarım saat soğuk suyun altında durup vücudumun ısısını düşürüyorum. Ondan sonra 20-25 dakika hiç terlemiyorum." Bunu bir yerden okumuş.

* Peki sonra bu taktiği uyguladınız mı?

Uyguladım ama 20 dakika falan değil, 10 dakika! İşliyor.

* Ağca hapisten çıktıktan sonra, dans yarışmasında jüri üyeliği teklif edildi. O zaman ne düşündünüz?

Vallahi olabilir. Artık başka bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlara, 'Şunu yapamazsın, bunu yapamazsın' diyemezsiniz.

* İyi de reyting uğruna bu yapılır mı? Her işin etik bir tarafının olması gerekmez mi?

Gayet tabii... Ama o kişiye çok bağlı bir şey, ben yapmam. Ama yapan çıktığı zaman da, onu mahkemeye verip, üstüne yürüyüp bıçaklamam. Yaparsa 'Vah vah, yazık etmiş' derim. Nitekim o da olmadı.

'Spikerlerin birincisi!'

Telaşla evden çıkıyordum, Mehmet Ali Birand ile söyleşiye yetişmek için... Komşumuz Çiçek Teyze, "Hayrola, nereye?" diye sordu. Birand'la söyleşiye gittiğimi öğrenince, gözlerinin içi güldü, "Spikerlerin birincisi olmuş, onun için mi?" dedi. Bu sohbeti anlattım Birand'a; güldü ama biraz da üzüldü galiba: "Bazıları öyle görüyor, ama doğru değil. Tam tersine bu ödül bana sunuculuğumdan dolayı değil, haberlerimden dolayı verildi. O teyze bunu sevgiden söylemiştir, ama bunu art niyetle söyleyenler de oluyor ne yazık ki!"


Mine Şenocaklı/VATAN