Medya
01 Tem 2013 11:48 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:15

'OCAKTAN' DEYİP BACADAN GİRMEK! AKŞAM'IN YENİ GENEL YAYIN YÖNETMENİNİ TOPA TUTTU!

Taraf yazarı Namık Çınar, Mehmet Ocaktan ile AK Parti iktidarına ağır eleştiriler yöneltti.

TMSF’nin el koyduğu Akşam Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’nın ayrılıp göreve Mehmet Ocaktan’ın gelmesiyle gazetede değişimler başladı. Akşam’ın yeni Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan’a göndermeler yapan ve iktidarı sert sözlerle eleştiren Çınar’ın bugünkü köşe yazısı şu şekilde:

"Borçları yüzünden gözünü korkuttuğun medya patronlarının ellerinden TMSF yoluyla televizyonlarını gazetelerini alacak, sana biat edenlere ulûfe gibi dağıtacaksın.

Başlarına da, Avusturyalı arşidük prens Maksimillian’ı Meksika’ya imparator yapar gibi, kendi adamlarını dikeceksin.

Ondan sonra da çıkacak, utanmadan, Mustafa Kemal tepeden inmeci bir jakobendi, diyeceksin.

Ya sen nesin pekiyi?

Atatürk’ün yarı resmî gazetesi Ulus’u, yahut tek parti dönemi Cumhuriyet’ini, hakkın var mı artık eleştirmeye?

Senin borunu öttürsün diye Mehmet Ocaktan’ı getirip Akşam’ın tepesine bi güzel oturtuverdin.

Kargalar henüz kahvaltılarını yapmadan, “küçük su”lar rögarlara varmadan, sergiledi o da daha ilk günden, aranızdaki borç ilişkisinden doğan sadakatini.

Diyor ki; “siz hiç demokrasi isteyen bir diktatör gördünüz mü?”

O-hooo! Çok gördüm.

Hem bu demokrasi sözcükleriyle başlayan propaganda numaralarını çok gördüm, hem de özgürlük nutukları çeken nice faşolar gördüm.

Dünya tarihi, demokrasi aşkıyla yanıp tutuşan diktatörlerle doludur.

Bir ülkede demokrasi isteyenler, önderlik taslayanlar değil, halkın kendisi ise, bir anlamı vardır bunun.

Öyle lütfeylesin de getirsin bize diye birisinden bekleyerek hiç değil, sayısız etkinlik ve yöntemlerle doğrudan doğruya toplumun kendi üreteceği bir deneyimler manzumesidir, çünkü demokrasi.

O yüzden, demokrasilerde liderlik, bir sebep değil, sonuçtur. Toplumsal yaşamın ulaştığı düzeye atılmış bir çentiktir, bir ara toplamdır, hâsılı simgedir.

Ve demokrasiler asla maçoluk kaldırmazlar.

Binlerce yıllık hoyrat devlet, bundan böyle artık halka hizmet edecekse, bunu ancak anaçlaşacağı dişil bir pozisyonla yapabilecek demektir; yoksa toplumun karşısına dikilip senin yaptığın gibi babalanarak değil.

Sen bir kere, demokrasiyi hiç kavrayamamışsın.

Kaldı ki sen, kendi yarattığın Çözüm Süreci problemlerini örtmek için, yufkayı havada açan Antep baklavacısı, yahut daha iyisi, upuzun kepçesiyle bir türlü külaha rast getirmeyip insanla eğleşen Maraş dondurmacısı gibi, seyirlik atraksiyonlarından birini daha devreye sokma peşindeyken, diyor ki Ocaktan; “darbelere, muhtıralara, teşebbüslere zemin hazırlayan, demokrasiye tuzak kuran”, hani şu meşhur ve bir o kadar da içi boş 35. Madde var ya, onu kaldırdın mıydı, bunun adı yok “demokrasi devrimi”ymiş, yok “modern hukuk devletinin inşası”ymış.

Bu yemi oltaya takmadan bir gün önce, MGK toplantısı vardı. Allah bilir, kararı da orada almışsındır, belli mi olur?

Çünkü hiç unutamıyor ve sana öylesine minnet(!) duyuyoruz ki, toplantı masasında karışık oturulmasını sağlayarak, yarım yüzyıllık o vesayet kurumunu bir çırpıda demokratik kılıvermiştin.

Paşalar eskiden hükümetin tam karşısında ve yan yana otururlar, bakanları keserler, süzerler ve birbirlerinin ayaklarına basarak haberleşebilirlerdi. İleri demokrasiye geçtiğimizden beri, oh olsun, sayende artık bunları yapamıyorlar."

Ayıp ayıp!

Bu kadar da olmaz. İnsan halkıyla bu denli alay etmez.

Belli ki sen ve emrindeki gazeteci müsveddelerin, hiçbiriniz hiçbir şeyi anlayamamışsınız.

Generaller, nasıl neden ve hangi koşullarda darbe yaparlar, çözememişsiniz.

Siyasal gayrımeşruluk kaplarınızın aynı anda dolmaya başladığını bile yakalayamamışsınız.

Ama o taşma hangi seviyede ortaya çıkar bilemem; meselâ şu son bir aydaki muhteşem(!) performansınla, herhangi bir darbeye bir ay önceye nispetle daha yakınsın, diyebilirim.

Hiç öyle asarım keserim havalarına falan da girme. Göğe atılmış bir taşın, en tepeye çıktığı an, aşağıya düşmeye başladığı andır aynı zamanda.

Benim için sen, vesayeti bitiren değil, onun yerine kendisininkini koymaya çalışan, dikta heveslisi birisin.

Bak, sana bir şey daha anlatayım:

Ben 11 yaşımdayken 27 Mayıs’ı görmüştüm.

22’sinde 12 Mart’ı, 33’ümde de 12 Eylül’ü.

44’üme basmıştım ki, 28 Şubat süreci başlamıştı.

55’imde ise, makûs talihim mi değişti; toplumsal rüzgârı arkasına almış, demokrasinin kendisinden beklediği işlevselliğin taşıyıcılığına aday, Erdoğan diye biri mi var, nedir? diye düşünmüştüm.

Ne yalan söyleyeyim; ben seni yapıncak sandıydım, ama sen koruk çıktın.

Şimdi 66’sına girmeme bir sene var.

Demek gitme sırası da artık sana geliyor.

Ve ben gidenlerin hiç birinin arkalarında hoş bir seda bıraktıklarına şahit olamadım. Gitmemek için ya ayaklarını sürüdüler, ya kalmakta direndiler, yahut kendilerini dev aynasında görerek herkesi bıktırdılar.

Onlara ne çok benzediğini, ah bir bilsen!

Ama korkma, generaller değil, hani direttiğin kışla var ya, bu sefer seni asker yerine o bina götürecek.

Bu halk seni, bir tabut misali, o seçim sandığına gömecek.

Değil mi ki sen, “demokrasi... demokrasi” diye diye bizi kandırdın!