Medya
11 Eki 2011 15:30 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:53

O FOTOĞRAFI SERDAR TURGUT BASAR MIYDI? TARTIŞMAYA O DA KATILDI!

Serdar Turgut da Gazete Habertürk'ün "kanlı manşet fotoğrafı" ile ilgili tartışmaya katıldı.

Günlerdir tartışılan Habertürk manşetiyle ilgili polemiğe Serdar Turgut da katıldı. Peki o fotoğrafı Serdar Turgut basar mıydı?

İşte Serdar Turgut’un o yazısı..

Malum fotoğraf üzerine


BİR yazar olarak bir süre yurtdışında bulunmanın en güzel yanı, ülke gündeminden kopup yazı
gündeminizi kendiniz belirlemek durumunda kalmanızdır. Memlekette bulunsanız, bazı tartışmalar sizi bir şekilde içine çekeceğinden bazen uzaklarda olmaktan mutluluk duyabiliyorsunuz.
Tabii bugünün teknolojik imkânları arasında bu sadece psikolojik bir durum. Yoksa nerede olursanız olun her şeyi bilip okuyabiliyorsunuz, yani aslında yurtiçi ve dışı ayrımı artık kalkmış durumda. Eğer bir cep telefonunuz ve bilgisayarınız varsa artık ülkesiz insan konumuna düşmüş durumdasınız, bir tür haymatlossunuz. Uzaklarda olmak, size tartışmaların dışında kalma yolunda sadece psikolojik bir destek veriyor o kadar.
Ama artık dönme vakti geldi. Ben gündemler dışında kalmayı en rahat beceren yazarlardan biri
olmama rağmen bu son tartışma dışında kalmak istemiyorum. Amacım sadece tartışmada taraf olmak değil, konuşulanlara bir katkım, diyaloğa faydalı bir teorik müdahalem olursa, bunu becerebilirsem mutlu olacağım o kadar.


’SEN OLSAYDIN BASAR MIYDIN’ SORUSU
İlk önce eski bir yayın yönetmeni olarak, şu anda her gazetecinin kafasında olması gereken soruyu açıkça cevaplandırarak başlayayım konuya. "Sen olsaydın basar mıydın?" sorusuna cevabım, "Evet, kesinlikle basardım" şeklinde. Şimdi bu teknik meseleyi yolumuzdan çektiğimize göre asıl meseleye girebilirim.
Türkiye’de sayıları hayli fazla olan bir insan tipi var. Bunlar hayatlarını daima rencide olacakları,
üzülecekleri konuları arayarak, böyle konuları bekleyerek geçiriyorlar. Çünkü bu kişiler, kendilerini en iyi bir şeye kızarak, üzülerek ve ne kadar rencide olduklarını anlatarak aktarabiliyorlar. Bunlar başkalarının yaptığı işe kızmadan, tepki koymadan fikirlerini düzgün ve sakin anlatma yeteneğine sahip değiller.
Hayata karşı tavır böyle olunca kendi kişiliğinizi çok kırılgan, çok hızlı üzülebilen ve acı çeken bir hale getirirseniz o kadar fazla konu çıkar size. Daima kan ağlayan yüreğe sahip olmak, size hayattaki her acı olayı sanki kendi kişiliğinize bir saldırı yapılmış gibi görmeye açık çek verir.
Bu insanların işi çok kolaydır; çünkü her olayda en bilindik, en kolay olan tepkiyi verirler. Bu tepki tüm sıradan insanların aklına ilk gelen içgüdüsel tepki olduğundan toplumda çok da onay görürler ve alkış da alırlar. Basın dünyamızda bu sıradanlığın uzmanı Hasan Cemal’dir. Bu yazarımız hemen her konuda sıradanı, bilineni sanki çok önemli bir şey söylüyormuş gibi söylemenin olağanüstü başarılı örneğidir.
Gazetemizde yayınlanan fotoğraf konusunda tavrını açıklarken de aynı şey oldu; yine sıradanı, ilk akla geleni, en rahat olan tepkiyi verip alkış aldı. Onun bu durumunu kıskanıp taklit etmeye çalışan yeniyetmeler de var. Onlar yeni ve bu dünyada kendilerine hızla bir yer edinme zorunda
olduklarından tepkilerini daha aşırı ifade etme ihtiyacındalar.
Sıradanlığın, içeriksizliğin, tek boyutluluğun ve kalitesizliğin meşrulaşmasına, her yanı sarmasına ve ülkedeki fikir ortamının bir anlamda kurumasına neden oluyor bu insanlar. Birbirlerini de alkışladıkları için sesleri yüksek çıkıyor.


VASATLIĞIN TAHAKKÜMÜ
Bu insanların oluşturduğu topluluk, toplumda vasatlığın (mediocre) hâkim olmasını çok isterler. Çünkü kendileri hiçbir konuda derin ve içerikli düşünmek durumunda olamadıkları için tepkileriyle seslerini yüksek çıkararak vasatlığın toplumun her yanına yayılmasını sağlarlar.
Bir an önce kendilerini en rahat hissettikleri vasatlar dünyası içinde yaşayıp gitmek isterler. O
dünyayı bozan her fikir, her iş kendilerini son derece rahatsız eder, acayip korkarlar ve bu yüzden saldırganlaşırlar.
Son fotoğraf olayında da böyle oldu. Buna şiddetle karşı çıkanlar, yine en bilineni, insanın aklına ilk geleni söylemekle kaldılar ve yine kendilerinden mutlu oldular. Vasatlığın tahakkümü yolunda bir adım daha atıldı. Artık şimdi birbirlerini tebrik edebilirler.


İNANMAK, GÖRMEKTİR
Belki biliyorsunuzdur, ben bir süredir fotoğraflara bakmanın ne anlama geldiği üzerine, nasıl ve
neden baktığımız konusunda kafa yoruyorum bu köşede. John Berger’in bakmak üzerine yazılarından yola çıkıp birçok kitabı okuyarak fikirleri harmanlamaya çalışıyorum.
Bugünlerde Amerika’da çok okunan bir kitap var, yazarı Erroll Moris, adı da "Believing is Seeing".
Fotoğraf sanatının anlamı üzerine çok çarpıcı bir kitap bu.
Bay Morris "Görmek, inanmaktır" sözünü tamamen tersine çevirmiş, kitabına "İnanmak, Görmektir" başlığını atmış.
Objektif gerçekliği anlatan ve sadece verdiği görüntüyle herkesin hemen üzerinde anlaşacağı bir
anlam veren fotoğraf olmadığını, çünkü herkesin bir fotoğrafa bakarken kendi inancı, değerleri
doğrultusunda baktığını ve neye inanıyorsa fotoğrafta onu gördüğünü anlatıyor kapsamlı kitabında.
Yani yan yana duran iki kişi, o anda bakmakta oldukları fotoğrafın anlamı nedir sorusuna çok farklı cevaplar verebiliyorlar.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN!